Uykusuz bir gecenin daha tam ortası, şehir uykulu, gökyüzü soluk ve ben saatler ilerledikçe düşüncelerimi yoğunlaştıramıyorum. Umurumda olan tek şeyi umursamamak gecelerimi cehenneme çeviriyor. Ve o cehenneme ister istemez adımımı atmış oluyorum. Geceye böylesine hüzünlü bir şekilde karışmayalı sahi kaç ay olmuştu? Belki de yıl, zamanın farkında değilim. Olmakta istemiyorum. Bir mum yakıyorum bu geceye. Bu bilinmezlik ve sessizlik tüneline girerken bana eşlik etmesi için.
Camlar buharlaşıyor aniden...
Hani romantik, aşk dolu filmler de olur ya...
Cam buharlaşır ve deliler gibi aşık kadın cama sevdiğinin baş harfiyle, kendi baş harfini çizer...
Aynı hareketi yapmak için ayağa kalkıyorum.
Sadece onun baş harfini oluşturuyor parmaklarım.
Geceyi düşünüyorum.
Hayatı, sessizliği, sevgiyi ve bu şehri.
Sonra buhar aniden yok olup gidiyor.
Şehri dinliyorum, saat sabahın dördü,
Umutlarım bir kez daha bölünüyor
Yavaşça şehrin karamsar ve umutsuz sesine kulak veriyorum.
Mum sönüyor.
Sanki eriyen kalbim ve şehrin ışıklarıymış gibi.
Umut, halbuki insanlığın elinde kalan tek şanstı.
Ve belki sevdiğimiz kişi için verebileceğimiz son şeydi.
Ama ben bu şehre umut veremiyorum. Şehir öyle üzgün öyle aç ki. Sanki depresif bir şarkının nakaratını defalarca tekrarlarmış gibi. Bu şehrin sesi beni ürpertiyor. Ardından martıların çığlılarını duyuyorum. Bir şeyler anlatmak istiyorlar, ama ne? Sanki bir şeyin duyulmasını istiyorlar. Bir hüznün, bir yok oluşun gözleri önünde kayıp gitmesine yakınıyorlar. Sanki onlar her şeyin farkında. Yalnızca biz hiçbir şeyin farkında değiliz gibi...