'Katiller, hamile bir kadını dışarı çıkardı. Dizlerinin üzerine çökmesini emrettiler ve kafasını kesip bedeninden ayırdılar.'

Bu trajededir.

'Ruanda'da bir milyon insan öldürüldü.'

Bu da istatistik.

Genelde, herhangi bir olayı ya da olguyu haberleştirirken bu iki düsturun birinden faydalanılır. Mark Fritz'in ethnic violence and slaughter in Rwanda (Ruanda katliamı ve etnik şiddet) haberleri bu iki yöntemi layıkıyla yerine getirebilmesi açısından diğerlerinden ayrılıyor.1994 yılında yaşanan soykırımın anlatıldığı haberler Fritz'e Pulitzer Ödülü kazandırırken, dünyaya da yaşanan vahşetin vehametini haykırıyordu.

Fritz'in raporu 'Bu köyde, yüzlerce insanın cesedi sokaklarda çürümeye terkedilmiş' cümleleriyle başlıyor. 'Buradaki herkes öldü. Etlerin keskin kokusu, taze kemiklerin etrafında dizilmiş. Her yer dev bir mezbahayı andırıyor' şeklinde devam ediyor.

Soykırım denince genelde insanların aklına trenler, toplama kampları, gaz odaları ve fırınlar gelir. Ruanda'da yaşanan ise kaba tabirle, devasa bir kasap bıçağını alıp komşusunun bileklerini kesen insan örnekleridir.

Katliamın yapıldığı sırada ABD, Fransa, Birleşmiş Milletler ve Belçika'nın uyguladığı pasifize tavırlar, bugün en az soykırımıyapanlar kadar ellerinin kanlı olduğunu göstermektedir. Tarihsel arka planı incelediğimizde Hutu ve Tutsilerin ilk ayrışmasının, Belçika'nın uyguladığı sömürge faaliyetleri sırasında olduğunu biliyoruz. 6 Nisan 1994 tarihinde, bir Hutu olan Ruanda devlet başkanının uçağı başkent Kigala'da düşürüldü. Ülkede oluşan kaos ortamı adım adım soykırıma doğru evrildi. Ülkenin %9'unu oluşturan Tutsiler, Hutulara göre daha eğitimli ve varlıklıydı. Dolayısıyla, daha önce yapılmış çoğu katliamın ana nedenlerinden olan ekonomik ve sosyal ayrımlar, bu Doğu Afrika ülkesinde de karşımıza çıkıyor.

Mark Fritz'in haberlerinde eksik kaldığı en büyük husus da bu tarihsel arka planı okuyucuya söyle(ye)memiş olmasıdır. Hakeza Fransa'nın Hutulara sattığı silahların bu gerilimi tırmandırması, ancak katliam yapılırken dahi elini taşın altına sokmaması bildiğimiz birinci dünya ülkelerine duyulan ön yargının hiç de haksızolmadığını kanıtlamaktadır.

Fritz'in haberleri, dünyanın dikkatini Ruanda'ya çekmesi açısından önemlidir. Çok değil, sadece 26sene evvel, 100 gün içinde 1 milyona yakın insan sistematik olarak öldürülürken dünyanın buna seyirci kalması yine durumun vehametini açıkça göstermektedir.

Katliam sırasında Hutular, medya organlarını da kendi çıkarları doğrultusunda kullanmayı bilmişlerdir. Ruanda radyosunda geçilen anonslarda Tutsilerin nasıl öldürüleceği detaylı biçimde anlatılmıştır. Yine Tutsilere yardım ve yataklık edenlerin de onlarla birlikte öldürüleceği birçok kez tekrarlanmıştır. Dahası, anonsların akabinde rahipler kiliseye sığınan Tutsileri, doktorlar hastanede yatan insanları ihbar etmiş ya da kendileri öldürmüştür.Bunların 1994 yılında yaşandığını tekrar hatırlatmak istiyorum.

Bu radyo yayınlarından bazıları;

'Mezarlar daha dolmadı'

'Tüm Tutsiler hamamböceğidir ve onları öldüreceğiz'

'Dışarıya çıkıp işinizi yapın'

16 yaşındaki Serena Mukagasana,ailesiyle birlikte kiliseye sığınmıştı.

'Kilisede güvende olacağımızı düşündük. Kutsal bir yer olduğunu düşündük...

Bütün ailem öldürüldü. Hepsi öldürülürken çalıların arasından izledim. Sadece öldürmeye devam ettiler.'

'Hutu milisleri, neredeyse ellerine geçen her aletle; balta, bıçak, satır, taş ile Tutsileri öldürmeye başladılar. Parası olan Tutsiler kurşun parası vererek, acısız ölüm satın alıyorlardı. Olmayanlar ise en acımasız şekilde katlediliyordu. Öldürmekten yorulan Hutular, Tutsilerin kaçmasını önlemek maksadıyla aşil tendonlarını kesiyor, dinlendikten sonra katliamlarına devam ediyorlardı. Kilisede rahipler, hastanede doktorlar, ellerindeki Tutsileri cellatlarına teslim ediyorlardı. Ceset saklanabilecek her yer cesetlerle dolmuş, cesetlere saldıran köpeklere sinirlenen Hutular, o dönemde neredeyse ülkedeki tüm köpekleri öldürerek yok etmişlerdi. Dünyadaki soykırımlara seyirci kalmayacağını söyleyen Fransa ve ABD gibi ülkeler, bölgeye müdahale etmemek için BM'de soykırım sözcüğünü içeren tüm önergelerde değişiklik isteyerek, belgelerden çıkartılmasını istemişlerdir.'

Mark Fritz'in haberdili, anlatımı ve yapısı itibariyle çok etkilidir. Ancak Pulitzer Ödülünü kazanmasının asıl nedeni ne dili, ne anlatımı ne de yapısıdır. En büyük sebep, bilenlerin sırtını döndüğü, bilmeyenlerin öğrenmek için hiçbir şey yapmadığı günlerde, hayatını ortaya koyarak Ruanda'da ne olduğunu insanlara anlatmasıdır. Gazeteciliğin nihai vazifesi de bu değil midir?

Fritz'in haberlerinde cevapla(ya)madığı sorulardan birini araştırırken Gerar Prunier'in bir röportajını okudum. Röportajda tüm ailesi ve tanıdıkları öldürülen bir Tutsi öğretmeninin şu cümleleri pek çok şeyin özeti niteliğindeydi:

'Çocuklarıokula yalın ayakla yürüyerek göndermek zorunda kalan insanlar, kendi çocuklarına ayakkabı alabilecek durumda olanları öldürdü.'