Türkiye ekonomisinin gidişatı hakkında endişeye düşenlerin çeşitli arayışlara girdikleri kamuoyuna yansıyan bazı söylemlerden anlaşılmaktadır. Ülke ekonomisinin tek başına irdelenerek ekonomi hakkında fikir beyan etmek yanıltıcıdır. Çünkü ekonomik faaliyetler kadar bu ekonomik faaliyetlerin düzenlenmesi ve özellikle vergilendirilmesine ilişkin politikalar etkili olmaktadır. Düzenleyici hükümlerle ilgili ekonomik faaliyetler, her sektör için farklı düzenleyici hükümler yapıldığı için bu yazının kapsamı içinde incelenmeyecektir. Ancak vergi politikalarıyla ilgili yapılan düzenlemelerin etkisini açıklamaya çalışacağım.
Ekonomik büyüme belli bir dönem içinde üretimde ve gelirde ortaya çıkan artıştır. Bu artışın yanı sıra sözü edilen ülkenin nüfus yapısı, ücretlerin durumu, faiz oranı, tasarruf düzeyi, yatırım düzeyi, teknoloji, sermaye birikimi, verimlilik, doğal kaynaklar ve eğitim gibi unsurların da dikkate alınması gerekir. Bu yönüyle bakıldığı zaman büyüme fiziki ve beşeri alanda gerçekleşir.
Vergilerin ekonomiye etkileri şu alanlarda ortaya çıkmaktadır:
1- Vergilerin tasarruf üzerindeki etkisi,
2- Vergilerin yatırımlar üzerindeki etkisi,
3- Vergilerin emek piyasası üzerindeki etkileri,
4- Vergilerin finansal piyasalar üzerindeki etkisi,
5- Vergilerin enflasyonun ve deflasyonun üzerindeki etkisi,
6- Vergilerin teknolojik gelişmeler üzerindeki etkisi,
7- Vergilerin kaynaklar üzerindeki etkisi,
Vergilerin yukarda genel hatlarını verdiğimiz konulardaki etkileri Türkiye'deki tarihi gelişim süreci içinde farklı aşamalara ayrılmaktadır. Birinci aşama, Türkiye'nin egemenliğini kullanamaya başladığı 23 Nisan 1923'ten 1949 yılına kadar uzanan dönemdir. Bu süreçte tasarruf yaratmak ve egemenlik hakkını kullanmak amacıyla ilk yıllarda vergi konusunda tutarlı bir davranış gösterilmiş, bütün baskılara rağmen hayvan ve aşar vergisinden vazgeçilmemiştir. Ancak İngilizlerin kışkırtmasıyla birlikte Güneydoğu'da başlayan isyanları bastırabilmek için toprak ağalarının talepleri dikkate alınarak Aşar Vergisi kaldırılmıştır. Bu aşamada yapılan diğer düzenlemeler, ekonomik gerçekleri yakalamaktan uzak kalmıştır. 1949 yılında hazırlanan ikinci aşama ise 1949 yılında hazırlığı tamamlanan ve 1950 yılında yürürlüğe giren vergi düzeni 1961 yılına kadar mükellefleri kavrama amacına yönelik olmuştur. Üçüncü aşama 1961'de vergi kanunlarında yapılan değişikliklerle gerçekleştirilen reformdur. Bu reform, dünya düzenindeki gelişmeleri dikkate aldığı gibi şirketleşmeyi özendiren yaklaşımı esas alan bir yapıda olmuştur. Dördüncü aşama 1980'den 2000'li yıllara kadar devam eden aşamadır. Bu aşama 1990 yılında Sovyetler Birliği'nin dağılmasından sonra hakimiyetini ilan eden liberalizm ideolojisi ürettiği küreselleştirme yaklaşımı ile dünyayı zapt etmeyi hedefleyince vergi kanunlarında bu ihtiyaca uygun değişimler yapılmaya başlanmıştır. Bu başlangıç 2000 yılında vergilendirme politikalarında Beşinci aşamaya geçilmesine neden olmuştur. 2000 yılında başlayan vergilendirmedeki beşinci aşama, günümüzde genel kabul görmeyen bir strateji ve politikaya dayanmayan ve fazla tartışılmayan düzenlemeler aşamasıdır. Bu aşamaya gelindiği süreçte, doğrudan ödenen yani dolaysız vergilerin oranı düşmeye başlamış, dolaylı vergilerin ise toplam vergi içindeki oranı sürekli yükselme eğilimine girmiştir.
Bu yaklaşımla gerçekleştirilen vergi düzenlemeleri ve uygulamaları sistematik bir ekonomik büyümeyi sağlayan yapıda olmamıştır. Gücün taleplerine uyumlu bir vergilendirme süreci yaşanmıştır.
Bu gerçekleri dikkate alarak, vergilendirme politikalarının ekonomik büyümeye, vergi adaletine ve sağlıklı bir gelir dağılımına imkan sağlayacak düzenlemeleri içeren bir strateji ve politikalar dizisinin geliştirilmesi gerekmektedir.