Daha 30 yıl bile geçmedi ancak o kahpe komünist düzenin yapamadığını biz kendimiz gönüllü yapıyoruz! Nasıl mı?
Kimliğimize, özümüze, dilimize, dinimize, gelenek ve göreneğimize, ekinimize (kültürümüze) sırt çevirerek başarıyoruz.
Umursamayarak yavaş yavaş yok olma eşiğine gelmişiz de bundan haberimiz yok. Nasıl olsun ki ayakta uyutuluyoruz. Hem de kendi iznimizle. Ne yapalım, o meşhur uyanıklığımızı bu konularda kaybetmiş, birbirimizi kazıklamaya yoğunlaştırmışız.
Bu yetmezmiş gibi yoksulluktan ve geçim sıkıntısından kurtulmak için yine göç yollarında eriyip gidiyoruz. Oysa yüz yıllardır süregelen göçler, savaşlar, eritme denemeleri, sözde uyum sağlama ve bütünleşme adı altında daha neler neler bizleri yok edemedi.
Ama şimdi durum farklı, bizi dize getiremeyen yukarıdaki olumsuzluklar, demokratik döneminde anadilimizi bilmeme ve kültürel yozlaşma sonunda doğan umursamama ve kolaya kaçma bizleri yok etmiş, ama bizler hala derin uykuda ya da bitmeyen tatildeyiz.
Bre Türk toplumu aklını mı kaçırdın, neyin var senin de Bulgarlaşmaya gönüllü, yabancılara köle olmayı bu kadar istekli ve kardeşini, akrabanı, hemşerini, köydeşini, kandaşın olan kişiyi kişisel çıkar uğruna sırtından bıçaklar, sarı liraya satar oldun!
Anadilimiz Türkçe okunmuyor, yeterince bilinmiyor, sevgi dolu kullanılmıyor. Bulgarca desen, o da yok, ya da bazı özünü unutmuşlarda Türkçeye baskın geliyor… Nasıl olsun ki, önce anadili öğrenmeden resmi veya yabancı diller öğreniliyor. Nasıl oluyor da tıkır tıkır çalışan bu düzen bizi yok ediyor. Nasıl olacak? Bal gibi oluyor işte. Çocuk yuvasına verdik çocuğu – Bulgar Dili, Bulgar Kültürü. Anaokuluna geldi çocuğumuz, düzen aynen devam ediyor ve Türkçe yine yok, hatta bu sefer yabancı dilde geldi!
Yetmedi Bulgar geleneklerini ve halkoyunlarının bazılarını da öğrettik. Kimliksizleşmeye devam – zaten baba batıda, ana giyimlik ürünler üretiminde. Hem de asgari ücretle. Aile büyükleri ya göçmüş ya da dinlenmiyor. Çocuğumuz 15 Eylülde başladı okul eğitimine ve çeşit çeşit biçimlere bürünmüş toplum mühendisleri iş başında. Velilerin kafası çeliniyor:
'Ne gerek var Türkçeye, nasıl olsa ileride öğrenir. Siz, çocuğunuzun geleceğini düşünüyorsanız Bulgarca, matematik, bilgisayar ve yabancı dillere önem verin. Ha, bu arada evde çocukla Türkçe konuşmayın, Bulgarca uygulama yapın'. Ne yapsın günahsız ve suçsuz gariban daha anadilini, kültürünü ve dinini öğrenmeden yabancılaşmayı öğreniyor.
Artık çok geç, sakatlık gerçekleşmekte. Günler yıllara dönüşüyor, çocukta kimlik oluşumu olmadığı gibi, aşağılık duygusu da gelişiyor. O kadar ki adından, dilinden utanan çocuk takma ad ve resmi dili kullanmaya özen gösteriyor. Yaşam böyle devam ederken, o çocuk derslerde atalarının ne kadar vahşi, gaddar ve acımasız yani başıbozuk olduğunu öğreniyor.
Edebiyat, tarih hatta müzik dersinde. Oysa o atalarının hoşgörü sayesinde en uzun hüküm süren İmparatorluğa dahil olduğunu, dininin de son hak dini olduğunu ve zorlama olmadığını ailesinden duymuştu. Sakatlık dedik ya hala kendisinde iyice gelişmeyen, oluşmayan ve oturmayan kimliğiyle şüphe duymaya başlıyor o çocuk. Ve büyüyor! Türkçe yine yok. Ders olarak var da kim seçecek şimdi onu seçmeli olarak, nasıl olsa ileride öğrenecek.
Peki, halkoyunlarından, gelenek ve göreneklerden ne haber. Büyüklerin yok olduğu, ailelerin parçalı yaşadığı bir durumda kim aşılayacak kimliğini bu kıza ya da kızana. İşte, doğru dürüst ya da neredeyse dilini, dinini, özünü, kültürünü hiç öğrenemeyen çocuk ergenliğe adım atıyor. Dene bakalım, kanı kaynayan böyle biriyle başa çıkmaya. İş nafile, ok yaydan çıktı bir kere: Türkçe sakat oruç da ne, din sadece sözde Dede Korkut da kim? Büyüye saygı, küçüğe şefkat, çalışana kolay verme – Allah Allah bu da ne. Zincir böyle uzayıp gidiyor.
Sizler hiç son zamanda düğüne gittiniz mi, hani şu geleneğimizin en belirgin örneği olan. Gördünüz mü kimliksizleşmeyi. Nihayet son gittiğim düğünde tüm Bulgar düğün geleneklerini gördüm. Damat Türk, gelin Türk, düğüncülerin neredeyse tamamı Türk, ama geleneğimizden, kültürümüzden, halkoyunlarımızdan, düğün oyunlarımızdan HİÇBİR ÖRNEK GÖRMEDİM! Hatta düğünü terk etmeme neden olan 'Kapitan Petko Voyvoda' (Osmanlıya karşı çetecilik yapan, köyleri basıp yağmalayan ve epey Türk öldüren ve Güney Bulgaristan'da neredeyse her kasabada heykeli olan bir çeteci!) şarkısını bile dinledim… Ben düğünü terk edince daha da vahim olaylara şahit olmuş arkadaşlar, ama onları ben şahit olmadığım için yazmıyorum. Ah nerede kaldın be 'Ben sana yandım Zühtü' ya da damat oyunu ya da…
Bununla beraber kendilerini başarılı orta sınıf olarak gören o yüzde ikilik Türklere ne diyelim, hani evinde çocuklarıyla Bulgarca konuşanlar. Ya da kendilerine aydın deyip belli bir görev için Sofya'da bulunan veya yaşayan Türklere ne diyelim. Ya üniversiteli gençlerimizi ne yapalım.
Türkçe konuşmak bir yana adından utanırcasına takma ad kullanmak ve etrafında kullandıkları dili anlamayacak hiç kimse olmamasına rağmen sürekli Bulgarca konuşmaları diğer yana. Belki bir yerlerden biliyorsunuzdur. Atalarımızdan Mete Kağan'ı (dünyaya savaş yönetimi sanatını kazandıran Türk) oğlu Çiçi Yabgunun sözlerini hep beraber anımsayalım: 'Yabancı kültürlere girmek demek, onun hakimiyetine girmek demektir'. O zaman, o acı soruyu sorma zamanı geldi demektir!
Gerçekten bizler Müslüman Türk müyüz ve bu kimliği taşımaya hak ediyor muyuz?
Ne olur aşağılamayın bana, bu acı soruyu sorduğum için. Önce bir sorgulayalım kendimizi, öz değerlerimizi, çevremize bir bakalım, kulak verelim kullanılan yarı Bulgarca yarı Türkçe yarı Arapça karışımlı sözde Türkçeye. Bir düğünleri hatırlayalım, bayramları da. Uğrayalım namaz vakti boş duran camilere, bakımsız mezarlıklara, hatırlayalım sadece Fatiha bekleyen ölülerimizi. Çıkar üzerine kurulan arkadaşlıkları bir sorgulayalım. Türkün Türk'e yaptığı ve görmezden geldiğimiz şerefsizlikleri bir hatırlayalım. Bakalım sonunda çizgiyi çekince özde mi Müslüman Türk'üz yoksa sözde mi? Aşağılamayı geçtik, belki aranızda amma da atmışın be diyenler de vardır. Olması da gayet doğaldır, ancak kaybedilecek zaman yoktur. Hiç fark etmez mevsim tatil mevsimi mi iş mevsimi ?
Meclis Eğitim Komisyonunda Türkçenin zorunlu olarak okutulma önerisi reddedildi. Bakan ve çoğu milletvekili Anayasa izin vermiyor dedi. Ne yapsınlar bir Hamid bir Ali Osman, aslanlar gibi savundular, ama olmadı 2 oy ve o kadar. İkinci okuma için Genel Kurula geldiğinde yasa tasarısı yine durum değişmeyecektir ve en iyi ihtimalde 37 destek oyu alacaktır! Tabi buradaki Türk toplumu buna izin verirse.
Kaldı ki Zorunlu Bulgarlaştırma Sürecini savunan, kullanılan yöntemlerin yanlış olduğunu söyleyen bir başbakan var. Yüzyıllardır yaşayan yer adlarını son dönemde değiştiren yerel meclisler var. Yine sözde Bulgar ve Ermeni soykırımını kabul eden yerel meclisler var. Bulgaristan'da yaşayan Türkler tarafından yetiştirilen en önemli değer olan bir Türk ana babanın evladı, kurum olan Türk Tiyatrolarını kapattı.
Yetmedi, ulusal bir gazeteye verdiği söyleşide Bayramda domuz etli lahana yediğini söyledi aynı bu Türk asıllı bakan. Tabi atalarını okumayan, dilini öğrenmeye şiddetle reddeden, Türkçe kitap okumayan, 50 kuruşluk tek Türkçe gazeteyi almayan bir Türk toplumu da var. Nelere para vermiyoruz ki…
Düşünüyorum da bize 10 dakika anadilde haberleri çok gören bir toplum, Türk Tiyatrolarını bir Türk'e kapattıran bir toplum, anadilde radyo, televizyon, gazete ve eğitim denince deliye dönen bir topluma biz de yüz binler olarak, yeter artık demokratik kölelik desek ve dizgileri kendi elimize alsak ne olur? Örneğin vergi ödemeyi reddedebiliriz. Varlığımız için bir daha yolları, kentleri doldursak da sesimizle inletsek kötü mü olur? Çağdaş bir biçimde bu vatanın evlatları olarak, ülke bütünlüğüne saygı duyacak biçimde 'Bizler bunu bunu istiyoruz kardeşim' desek nasıl olur? Acaba, vatanımız Bulgaristan yaşamak için daha güzel bir yer olmaz mı? Bu hantal, kısıtlayıcı, özgürlükçü olmayan, azınlıkları yok sayan anayasanın değişme zamanı gelmedi mi? Zaten her geçen gün yapılan ekonomik kıyım sonucunda kan kaybediyoruz. Aynı 89 Zorunlu Göç gibi şimdi de batıya doğru özgür aileler göçü var.
Çok şey söyledik de acaba yok olan ahlak ve manevi değerlere ne demeliyiz. Tabi bunu da sorgulayınca, o zaman göreceğiz kim daha umursamaz ve edepsiz. Bulgarlar mı yoksa dinden dönen, sonradan gören biz Türkler mi?
Aşağılayarak yüreğinizi kirletmeyin. Sadece görmemekte direndiğiniz dünyaya insan gözüyle bir bakalım yeterli olacaktır.
Tatilde olan Türk Kültürü Dernekleri inşa Allah yavaş yavaş uyanmaya başlarlar!
Özellikle yurt dışı, gurbet ellerde yaşayan Müslümanlar olarak, şerefli Müslüman Türk kimliğimizi, bizi biz yapan millî ve manevî değerlerimizi muhafaza etmek ve gelecek nesillere salimen ulaştırmak istiyorsak, mutlaka ama mutlaka millî ve manevî değerlerimize sahip çıkarak, yaşayarak ve yaşatmaya çalışarak yeni nesle öğretmek mecburiyetinde olduğumuzu unutmamalıyız!
Acı bir gerçek olarak, Dinî ve millî değerlerden uzaklaştıkça yalnızlaşan ve yabancılaşma bunalımları yaşayan günümüz insanlarının, özellikle yeni neslin Müslüman Türk kimliğini koruyabilmesi, şerefle temsil ederek taşıyabilmesi ve kaybetmeden gelecek nesillere taşıyabilmesinin mümkün olması için, onların mutlaka ve mutlaka Dinî, millî ve ahlakî değerlere sahip olarak yetiştirilmesinin şart olduğu da unutulmamalıdır.
Bu açıdan dini bayramlar; Dinî bilinç ve duygunun gelişmesine, mill ve manevî değerlerin güçlenmesine, birlik, beraberlik, kardeşlik sevgi ve saygı ruhunun kuvvetlenmesine, yardımlaşma ve dayanışmaya katkılar sağlayan, her türlü ahlaki ve insani değerlerin kazanılmasına vesile olan kutsal günlerdir.
Bayramınız sağlık içinde neşe dolsun, Türklük var olsun !