YAZAK- Yazarlık Akademisi tarafından, bu yıl 90. Yıl dönümü nedeniyle kutlanan Türk Dil Bayramı törenlerine bizleri davet eden, dernek yönetim kurulu üyesi Mehmet Dağıstanlı ile etkinlik hakkında söyleşi yaptık. Bize de ilginç gelen söyleşiyi sizlerle de paylaşıyoruz.

- Mehmet Bey öncelikle YAZAK hakkında bizlere bilgi verir misiniz?

Mehmet Dağıstanlı: YAZAK, 2014 yılında şair, yazar ve eğitimci Şeref Yılmaz tarafından kuruldu. Yazarlık Akademisi bünyesinde yazarlık dersleri, şiir dinletileri, kompozisyon ve şiir yarışmaları, konferans- panel- sempozyum çalışmaları, kitap basımı ve dergi yayıncılığı, Türk Dünyası ile ortak sanat etkinlikleri gibi sanat ve edebiyat konularında sürekli çalışmalar yapılmaktadır. 'Temrin ve Acemi' dergileri, derneğimiz tarafından yayınlanmaktadır. Dernek kurucusu Şeref Yılmaz tarafından aynı zamanda Ferfir ve Anatolia yayınevi de edebiyat hayatına hizmet vermektedir. Bütün bunların yanında Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan gibi Türk Dünyasının yazar ve şairlerinin eserleri de yayınevi tarafından basılmaktadır.

- Bildiğimiz kadarıyla siz bundan önce EĞSAD- Eğitimci Sanatçılar Derneği olarak Dil Bayramlarını kutladınız. Bu sene niçin YAZAK ile bu etkinliği yaptınız?

MD: Şöyle oldu; dernekçilik hakikaten zor bir iş. Ekonomik yönden üyeleri zorluyor. Derneğin ayakta kalabilmesi için üye gelirlerinden önce, mutlaka düzenli bir gelirinin olması gerekiyor. Ayrıca gönüllü çalışacak üyelerin olması lazım. Bu yönden biraz sıkıntı çektik. Derneğimiz şu anda etkin değil. YAZAK ise benim kitaplarımın yayınlandığı Anatolia yayınlarının sahibi Şeref Bey'in kurduğu bir dernek. Bana, 'Yönetim kurulunda çalışmak ister misin,' deyince, ben de, 'Seve seve olur,' dedim. Birkaç yıldır beraber çalışıyoruz. Salgın sonrası da Türk Dil Bayramını birlikte kutlama planları yaptık ve çalışmalara başladık.

- Bu sene konuşmacı olarak kimleri davet ettiniz?

MD: Kendi sahalarında Türkiye'nin en etkin bilim insanlarını davet ettik. Sağ olsunlar, o kadar yoğun işleri arasında bizi kırmayıp davetimizi kabul ettiler. Konuşmacılarımızdan Prof. Dr. Gülden Sağol Yüksekkaya hocamız dilbilimcidir. Aynı zamanda TDK- Türk Dil Kurumu bilim kurulu üyesidir. İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesini bitirdikten sonra 2004 yılında profesör oldu. Yakın Doğu Üniversitesinde bölüm başkanı yardımcısı olarak görev yaptı. Kırgızistan- Türkiye Manas Üniversitesi, Kocaeli Üniversitesi, Mimar Sinan Üniversitesi ve Yeditepe Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalıştı. Marmara Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Eski Türk Dili- Anabilim Dalı ve Türk Dili Bölümü başkanlığı yaptı. Onlarca makalesi yayınlandı hocamızın. 7 kitabı yayınlanan Gülden hocamız, sayısız uluslar arası projelere de imza atmıştır.

Konuşması dikkatlice dinlenen Gülden hoca kısaca şu konular üzerinde durdu.

'Çok geniş bir coğrafyaya yayılmış olarak 200 milyondan fazla kişi tarafından konuşulan, pek çok yazar, düşünür ve bilim adamı yoluyla günümüze kadar uzanan Türk dili, çeşitli sanat, kültür ve bilim dallarında binlerce eser ortaya koymuştur. Bu eserlerde dil bir oya inceliği ve düşünce derinliği ile işlene işlene yüksek bir anlatım gücü kazanmıştır. Bunlar da göstermektedir ki bu yazı dili aynı zamanda yüksek düzeyde bir kültür ve bilim dili olarak hizmet vermiştir.

Bütün bunlara rağmen 'Türkçe bir bilim dili midir' veya 'Türkçe bir bilim dili olabilir mi' soruları sorulduğuna göre ortada bir sorun var demektir. En basiti, aydınlarımız bile Türkçeyi yeterince doğru ve güzel kullanmamaktalar.

Bir dili kendi içine hapsederek dış etkilerden korumak mümkün değildir. Arapça ve Farsçanın ardından Fransızcadan, günümüzde ise İngilizceden Türkçeye girmiş ve girmekte olan pek çok yabancı söz ve terim vardır. Bu yaygınlık Türkçenin yetersizliğinden değil aydın çevrelerdeki yabancı hayranlığı ve ana dilimize karşı umursamaz, sorumsuz bir tavır takınılmasından ileri gelmektedir. Türk Dil Kurumu dilimize girmiş, ancak daha tam olarak yerleşmemiş sözlere karşılıklar üretmektedir: Ancak Kurumun bir yaptırım gücü yoktur. Bu konu üzerinde devlet kurumları ile dili kullanan basın mensuplarının, yazarların ve bilim adamlarının duyarlılık göstermesi gerekir.

Bana göre yetersizlik Türkçenin özelliklerinin ve yaratıcılığının bilinememesinden, ona gereken özen ve ilginin gösterilmemesinden kaynaklanmaktadır.

Sözlerimi Atatürk'ün 'Türk dili dillerin en zenginlerindendir, yeter ki, bu dil şuurla işlensin!' sözleriyle bitirmek istiyorum.'

Gülden hocamız özellikle Türk Dil Kurumunun yıpratılmamasını söylerken, kurumu karalamak için ortaya atılmış ve ne olduğu belli olmayan 'ulusal düttürü, gök götürü konuksal avrat' gibi saçma sapan kelimelerin de kuruma ait olmadığını bir kez daha yineledi.

Konuşmacılar (soldan sağa) Dr. Sakin Öner, Prof. Dr. Gülden Sağol Yüksekkaya ve Dr. Göksel Öztürk

Konuşmacılarımızdan Dr. Göksel Öztürk ise Türkolog'dur. Öğretim üyesi Öztürk hocamız, uzun yıllar Türk cumhuriyetlerinde bilimsel araştırmalar yaptı. Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü'nde öğretim üyesi olarak çalıştı. 1991-2009 yılları arasında sırasıyla Kazakistan, Başkurdistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Azerbaycan'da araştırmalar yaptı, misafir öğretim üyesi olarak akademik faaliyetlerde bulundu. Şu anda 29 Mayıs Üniversitesinde öğretim üyesi olarak çalışmaktadır.

Göksel hoca da sözlerine, 'Cumhuriyet'in 99. Yılının kutlandığı bugünlerde Türk Dil Devrimi'ne yapılan saldırılar düşündürücüdür. Ses nedir, harf nedir, alfabe nedir; dil nedir, lehçe nedir, şive nedir, ağız nedir bilmeyen (bilse de bilmemezlikten gelen), Cumhuriyet'e, değerlerine ve kazanımlarına düşman bir kısım güruh: 'Bir gecede dilimizi kaybettik!' diyerek harf devrimini ve bunun üzerinden Cumhuriyet'i kuran kadroları karalamaktadır.' Başlayarak şöyle devam etti: 'Dedemizin mezar taşını okuyamaz olduk' diyenler de bilmelidirler ki, mezar taşlarının Arap harfleriyle yazıldığı dönemlerde bile onları okuyabilenlerin sayısı çok azdı. Bunun en az iki sebebi vardı. Hem halkın okuryazarlık oranı çok düşüktü hem de bazı taşlardaki bu yazılar kaligrafik özellikler taşıyorlardı. İstif de denilen bu tarz yazıları okuyabilmek özel eğitim gerektirirdi.

Türkçenin bilim dili olmadığına ya da olamayacağına hükmedenler Türkçenin geçmişine bakarlarsa bu dili yaratanların bir alfabe ve yazı dili de yarattıklarını göreceklerdir.

Türkler, Türkçe olarak daha altıncı yüzyılda çok işlenmiş bir dil olduğu anlaşılan bir dille yazıtlar bırakmışlardır. Bunlar muhteşem ifadelerle dolu siyasetname, hanların bizzat kendi ağızlarından yazdırılmış vasiyetnamelerdir. Sonrasındaki Türk devlet yöneticileri de bu geleneğe uymuşlardır. Babürname, Zafername-i Emir Timur ve son olarak Nutuk bu geleneğin en önemli örneklerindendir. Türkçeye hor bakanlar o dönemde yazı diline sahip kaç dil olduğunu araştırsınlar.

Dillerin korunmaya değil kullanılmaya ihtiyaçları vardır. Ne kadar kanun çıkarırsanız çıkarın kullanılmayan diller ölmeye mahkumdur. Dünyanın en çok alfabe değiştiren milleti olmasına rağmen Türkler Türkçeden vazgeçmemişlerdir ve vazgeçeceklerini sananlar da hayal kırıklığına uğrayacaklardır.

Oysa değişen dil değil yalnızca işaretler yani alfabedir ki, bu Türkçe için dikkatlice seçilmiş Latin esaslı fonetik bir alfabedir. Cumhuriyet döneminde çok kısa sürelerde okur yazar oranının yukarılara çekilmiş olması bunun en büyük delilidir.'

Diğer konuğumuz ise Milli Eğitimde uzun yıllar çalışmış, Başöğretmen sıfatını almış şair- yazar Dr. Sakin Öner Bey'di. Sakin hoca özetle, Türkçeyi yabancı diller boyunduruğundan kurtarma mücadelesi ve alfabe değişikliği tartışmalarına değindi. 'Türk milleti, 10. yüzyılda toplu olarak İslam dinini kabul ettikten sonra Türkçe Arapça karşısında kan kaybetmeye başlamıştır. Bu konudaki rahatsızlığını ilk ortaya koyan Türk aydını, Kaşgarlı Mahmut'tur. 11. Yüzyılda yetişen, İslam dinine olan bağlılığı ile Türkçe sevgisini hiçbir zaman birbirine karıştırmayan ilk dil bilginimiz Kaşgarlı Mahmut, Arapçanın Türkçeye aşırı etkilerine karşı çıkmak için yazdığı Divanü Lûgat-it-Türk isimli ünlü eserinde, Arapçanın Türkçeden üstün bir dil olmadığını göstermeye çalışmıştır.

Milli birliğin sağlanması için resmi dilin tek olması gerçeğini gören ilk devlet adamı olan Karamanoğlu Mehmet Bey, 13 Mayıs 1277 tarihinde bir ferman yayınlayarak, o tarihten sonra 'divanda, dergahta, bargahta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmasını' yasaklamıştır.

Türkçenin yabancı kelimeler ve tamlamalarla içine düşürüldüğü tuhaf durumu ilk fark eden ve bu konuda ilk adımı atan Osmanlı padişahı, III. Selim ve II. Mahmut olmuştur. II. Mahmut, 1827 yılında açılan Tıphane-i Amire'de okutulan bütün ders kitaplarının Fransızca olması üzerine, Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'ye gönderdiği mektupta, tıpta öğrenim dilinin Türkçeleştirilmesini, Fransızca kitapların Türkçeye çevrilmesini ve tıp biliminin kendi lisanımızla öğretilebilmesi için gerekli kitapların yazılmasını istemiş ve Osmanlıcanın herkesin anlayabileceği şekilde sadeleşmesini emretmiştir. II. Abdülhamit döneminde de ciddi biçimde ele alınmıştır Türkçe. 1876 yılında I. Meşrutiyet'in ilanından sonra kabul edilen ilk anayasamız olan Kanun-ı Esasi'nin 18. Maddesinde; 'devlet kadrolarında görev alacak kişilerin devletin lisan-ı resmisi olan Türkçeyi bilmeleri şarttır' hükmü getirilmiştir. Bu madde ile devletin resmi dilinin Türkçe olduğu da açıkça belirtilmiştir. Kanun-ı Esasi'nin 68. Maddesinde ise; üç kıtaya yayılmış Osmanlı coğrafyasından 'seçilecek mebusların Türkçe bilmesinin şart' olduğu belirtilmiştir.

Atatürk, daha gençliğinden itibaren Osmanlı'da ve Türk dünyasında alfabe konusundaki gelişmeleri yakından takip ediyordu. Bu gaye ile 1926 yılında Bakü'de toplanan Türk ve yabancı Türkologların katıldığı Birinci Türkoloji Kurultayı'na, Türkiye'yi temsilen Köprülüzade Mehmet Fuat ile Hüseyinzade Ali Beyleri gönderdi. Bu kurultayın 17. oturumunda, Türk soylu halkların çoğunlukta olduğu cumhuriyetlerde Latin alfabesinden alınan harflerden oluşan 'Birleştirilmiş Yeni Türk Elifbası'na geçilmesine karar verildi.

(soldan sağa) Dr. Göksel Öztürk, Prof. Dr. Gülden Sağol Yüksekkaya, Şefika Keskin, Dr. Sakin Öner ve Mehmet Dağıstanlı.

- Hocam bir de şiirden bahsettiniz…

MD: Evet, kendisiyle tanışmaktan, evinde edebiyat çalışmalarına katılmaktan onur duyduğum, Türk Edebiyatının usta yazar ve şairi Necati Cumalı'nın şiirlerinden bir demet hazırladık; ve bu şiirleri Türk tiyatrosunun ve sinema dünyasının en yetenekli sanatçılarından aktör Sedat Erdiş Hanoğlu bizlere yorumladı. Kendisine sizin aracılığınızla bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.

Aktör Sedat Erdiş Hanoğlu

- Dil bayramı etkinliğiyle ilgili konuklardan nasıl bir eleştiri aldınız?

MD: Beklediğimden de güzel duygu ve düşünceler aldım. Çok daha geniş imkanlarla yapabilirdik. Bunu başaramadık. Kısıtlı imkanlarımız vardı. Katılımcılara bir onurluk (plaket) verebilirdik, daha ustalık isteyen video çekimleri yapabilirdik; ama olmadı. Zaten konuklarımız da bunları dikkate almadılar. Onlar daha ziyade konuşmacılarımızın konuya hakimiyetleri, sundukları düşünceler üzerinde durdular. Sözgelimi konuklarımız arasında Kadıköy Milli Eğitim Şube Müdürlüğünden emekli olan, şu anda Eğitim Yöneticiliği yapan Fahri Cürebal hocamız geceyi şöyle anlattı: 'Yazarlık Akademisi Derneğiniz tarafından düzenlenen 'Dilimiz Kimliğimizdir' gündemli, 90.Türk Dili Bayramı Kutlama programını ilgi ve dikkatle izledim. Organizasyon oldukça başarılıydı. Program sunumunu gerçekleştiren Şefika Keskin'in hocamın çok başarılı takdimi, Sedat Erdiş Hanoğlu beyin şahane şiir sunumu, birbirinden değerli hocalarımızın Türk dilinin tarihsel gelişim ve dünya dilleri arasında yeri, millet ve kimlik geliştirmedeki önemini içeren bilimsel sunuşları, bizleri aydınlattı. Türkçenin dünyada en çok konuşulan 5. dil olması, 1.300 yıllık kullanım geçmişi ve 220 milyon kişinin konuşuyor olması bizim için övünç kaynağıdır. Türk diline Atamızın verdiği önemi ve geliştirilmesine verdiği desteği bizlerin de devam ettirmesi; tüm yurttaşlarımızın, kurumlar ve sivil toplum kuruluşlarının en öncelikli görev ve sorumluluğu olmalıdır. Bu bakımdan dilimizin ihmale ve özensizliğe gelmemesi gerektiğini bir kez daha kavramaktan memnun oldum. Bu vesileyle YAZAK derneğimize de teşekkür eder, başarılar dilerim.'

Diğer bir konuğumuz olan Anadolu Aydınlar Ocağı başkan yardımcısı Erol Güler Bey ise: Cumhuriyet'imizin 99. kuruluş yılında hazırlamış olduğunuz, 27 Ekim Türk Dil Bayramı etkinliğinde 'Dilimiz Kimliğimizdir' konulu panelde, günümüzün de ihtiyacı olan bilgileri aktardığınız ve bizleri aydınlattığınız için sayın hocalarıma, Yazarlık Akademisi derneğine teşekkür ve şükranlarımızı arz ederim.' diyerek memnuniyetin belirtti.

- Sizin kişisel ve dernek olarak düşünceleriniz nelerdir?

MD: Benim kişisel düşüncem, bana göre Türkçe olağanüstü bir dildir. Sanatınızı, romanınızı, bilminizi, felsefenizi her şeyinizi rahatlıkla anlatabilirsiniz Türkçeyle. Türkçenin matematiksel bir yapısı olduğundan bu dediklerimin hepsi yapılabilir. Türkçe Türklerin sesidir, Anadolu'nun, Azerbaycan'ın, Kerkük'ün sesidir. Karacaoğlan arı- duru Türkçesiyle:

'Ala gözlüm benim ile gidersen,

Bahar ayları gelsin de gidelim.

Dağlar almış ılgımını, karını,

Yollar çamur, kurusun da gidelim.' dörtlüğü Anadolu'nun sesidir. Saf, temiz, pırıl pırıl bir Türkçe'dir. Bu sesi ve sözü Ali de anlar Veli de.

Türkçe derken benim aklıma Bilge Kağan geliyor, Tonyukuk geliyor binlerce yıllık geçmişi olan Türkçeyi taşlara kazıtıp şiirsel anıt diktikleri için;

Türkçe derken benim aklıma Karamanoğlu Mehmet Bey geliyor ta 13. Yüzyılda:

'Bundan böyle dergahta, bargahta, mecliste ve meydanda Türkçeden başka dil kullanılmaya' dediği için;

Türkçe derken benim aklıma Fatih Sultan Mehmet Han geliyor, İstanbul'u fethettiğinde, bu muştuyu, fetihnameyi Uygur ve Göktürk harfleri ile yazdırarak duyurduğu için;

ve yine Türkçe derken aklıma Mustafa Kemal Atatürk geliyor,

'Yurdunu emperyalist saldırılardan korumasını bilen Türk ulusu; dilini de bu sömürgeciliğin elinden kurtaracaktır!' sözü ile… Türkçeyi sömürgecilerin elinden kurtarmak için de, bildiğiniz gibi, 26 Eylül 1932 tarihinde İstanbul Dolmabahçe Sarayı'nda Birinci Türk Dil Kurultayını topluyor gazi ve arkadaşları.

Ve biz, daha da önemlisi, Türkçeyi Oğuznameler'de, Dede Korkut'ta, destanlarda dinledik; Bilge Kağan'ın, Orhun Anıtları'ndaki 'Türk ulusu, dilini yitirirse yabancı uluslara tutsak olur!' sözüne kulak verdik; ayrıca yüzyıllardır ozanların hiç dinmeyen seslerini dinledik Manas Destanı'ndan Aşık Veysel'e kadar.

Elbette ki ülkemizde her dil kullanılmalıdır, konuşulmalıdır; ama ana dil Türkçedir, eğitim dili Türkçedir. Bu tartışılmaz bir konudur. Asıl hedef nedir biliyor musunuz? Türk dünyasının kullandığı ortak bir abece sistemi! İşin bu noktasında Mustafa Kemal Atatürk'ün dehasını tekrar görüyoruz. Atatürk 1932 yılında gerçek Türk abecesine geçişinin en önemli nedeni de budur: Türkleri aynı harfler etrafında toplamak. Asıl hedef bu idi. İşte bizler de dernek olarak, hem Karamanoğlu Mehmet Bey'in hem de Mustafa Kemal Atatürk'ün yıllar önce başlattığı Türkçeye sahip çıkma mücadelesini; ve ortaya koyduğu bu ülküyü sonsuza dek devam ettirmek azmindeyiz, amacındayız.