0
Bugün dünya üzerinde yaşayan her dört kişiden birisinin sosyal medya hesabı var. İnternet teknolojisinin ve sosyal medyanın sunduğu imkanlar sayesinde birbirimizle yazışıyoruz, görüşüyoruz, paylaşıyoruz ve kaynaşıyoruz. Son on yılda hayatımıza giren ve yaşam tarzımızda köklü değişiklikler yaratan sosyal ağlara yönelik bu büyük ilginin altında yatan sebep ne?
Neden insanlar her beş-on dakikada bir akıllı telefonlarından, tabletlerinden veya bilgisayarlarından sosyal medyadaki hesaplarını kontrol ediyor, kim ne göndermiş bakıyor? Neden sürekli olarak bulunduğu yerde çektiği fotoğrafları veya yazdığı içerikleri paylaşıyor. Neden selfie çekeceğim diye yemeğini soğutuyor? Neden aynı ortamda bulunan herkes elindeki telefona gömülüyor? Eskiden uzaktaki insanları buluşturan telefonlar, neden artık aynı masadaki insanları birbirinden uzaklaştırıyor?
1960 yılında bir trafik kazasında hayatını kaybeden 20. Yüzyılın en önemli filozof ve yazarlarından biri olan Albert Camus, günümüzdeki sosyal ağların neden bu kadar popüler olduğunun cevabını on yıllar öncesinden vermişti: Yaşamdaki en önemli sorun, insanların arasına nasıl sızılacağını bilmektir.
İşte insanlar sosyal medyanın, Camusun yaşamdaki en önemli sorun olarak gösterdiği insanların arasına sızmak konusunda bir çözüm ve kanal oluşturduğunu düşünüyor. Utangaçlık, çekingenlik, dışlanmışlık, kendine güvensizlik gibi nedenlerle insanların arasına kolayca sızamayanlar, sosyal medya kanalları sayesinde sosyalleştiklerini, kendilerini gösterdiklerini ve hatta ispatladıklarını sanıyorlar.
Sosyal ağlar insanları sosyalleştiriyor mu, yoksa yalnızlaştırıyor mu?
Bir iletişim bozukluğu olan asosyal davranışlar gösteren insanlar sanal ortamda kendilerini sergilerken oldukça rahat davranabiliyorlar. Camusun işaret ettiği gibi insanların arasına sızmak düşüncesiyle kullanılan sosyal medyada kendilerini çok rahat ifade edebiliyorlar. Bu yüzden vakitlerinin büyük bölümünü, kendilerini sanal ortamda başkalarıyla buluşturan bilgisayar, cep telefonu, tablet veya online oyunların başında geçiriyorlar.
Ancak zamanla aileyle ve arkadaşlarla geçirilen sürenin yerini bu dijital araçların başında geçirilen süre alıyor. İnsanlar evlerinden çıkmamaya, kafalarını cep telefonlarından kaldırıp karşısındakiyle iletişime geçmemeye başlıyor. İnsanların gözlerinin içine bakmadan, onlara dokunmadan kurulan bu sanal iletişim, kişiyi her geçen gün toplumun dışına, terk edilmiş bir hayata itiyor.
Dayanılmaz olan aslında yaşam değilmiş, insanlarmış! diyen modern dünya edebiyatının en ikonik ve özgün yazarlarından biri olan Franz Kafka, insanların arasına nasıl sızılacağını en güzel şekilde şöyle anlatıyor: Kim terk edilmiş bir hayat yaşar, yine de bazen insanlar arasına karışmak özlemini duyarsa, kim günün değişik zamanlarını, havadaki, iş durumundaki vb. değişiklikleri dikkate alarak tutunabileceği rastgele bir insan kolu görmek isterse; sokağa bakan bir pencere olmadan uzun süre yapamaz.
Ne kadar terk edilmiş bir hayat olsa da, bir insan kolu ile simgeleştirdiği yaşama tutunmak için sokağa bakan bir pencerenin, yani insanların arasına karışmanın yaşamsal önemini vurgulayan Kafka, bugün yaşasaydı, acaba sosyal ağları nasıl kullanırdı?