Yeşildi… Yemyeşil. Gözlerim hiç bu kadar yeşili bir arada görmemişti. Her yer parlıyordu. Havada müthiş, yoğun bir koku vardı. Güneş ışınları ağaçların aralarından süzülüp yerdeki güzel kokulu çiçekleri aydınlatıyordu. Ne bir filmde görmüştüm böyle bir orman, ne de okuduğum masal kitaplarında. Aşık olmuştum, doğaya, ormana, yeşile. Çimenler adeta bir yıldız gibi parlayıp gözlerimi kamaştırıyordu. O kadar farklı bir diyardı ki burası. İnanılmazdı. Ağaçların gövdelerinden çıkan mantarlar, yavru ağzı rengindeki çiçekler… Gerçekliğinden şüphe duymaya bile başlamıştım. Sık ağaçların altında kendimi bir an için film sahnesinde hissettim. Ama böylesine güzel bir orman hiç bir yerde olamazdı. Hiçbir yazarın, hiç bir senaristin aklına gelmeyecek ayrıntılar gizliydi. Tek başıma bir süre etrafta dolaştım. Bir an neden burada olduğumu düşündüm. Az önce ailemle piknik yaparken aniden bir şey beni buraya getirmişti. Görünürde ne ailem, ne de başka insanlar vardı. Ürpermemek elde değildi. Aklıma bu büyüleyici yerin fotoğrafını çekmek geldi ama, yanıma ne fotoğraf makinesi almıştım ne de bir cep telefonu.
Güneş tam tepedeyken bir tümseğin üzerine çıktım. Gökyüzü ağaç dallarından zor zoraki gözüküyordu. Hep burada kalmak, burada yaşamak ve buradan ayrılmamayı diledim. Bu ışıltı, bu ahenk daha önce dünya üzerinde görebildiğim başka bir şeye benzemiyordu. İçim burada mutluluk, ferahlık ve huzur doluyordu. Ciğerlerim sanki ilk kez oksijene maruz kalıyordu… Yemyeşil çimenlerin üzerine uzandım. Işık hüzmeleri o kadar orantılı bir şekildeydi ki, onları izlemeye başladım… Nefes aldıkça huzur buluyordum. Sanki havada dünyaya ait olmayan bir şeyler vardı ve uçuşuyorlardı. Yapraklar dans ederek hışırdıyordu.
Anın tadını çıkarırken birden gözüm saatime ilişti… Saat epey geç olmuştu. Sanki burada sadece 10 dakika geçirmiş gibiydim, ama üzerinden 1 saat geçmişti. Ailemin beni merak edeceğini düşünüp oradan ayrılmak zorunda kaldım. Ama bu yeri aklıma, en önemlisi ruhuma kazımıştım. Bir daha gelebileceğimi umut edip ailemi aramaya başladım. Değişik ve ürkütücü yerlerden geçtim. Bir türlü bulamıyordum onları. En sonunda bir araba gördüm ve oraya doğru hızlıca koştum. İşte oradaydılar! Sanki onları günlerdir arıyordum. Yorgun düşmüştüm. Ailem uzun süredir ortalıkta yok olmamdan endişe duymuştu. Oldukları yerde birazcık oturdum. Kalkma vaktimiz gelmişti. Sus pus oturmuştum gün boyu. Aklımın bir türlü almadığı bu olayı onları anlatmak istedim. Cesaretimi toplayıp anlatmaya başladım. Şaşkınlıkla dinlemişlerdi beni. Babam; 'Bizi oraya götür öyleyse' dedi. Bir an için yola koyulduk. Güneş batmadan oraya ulaşmamız gerekti. Çok ürkütücü yerlerden geçiyorduk. Benim için yabancı değildi. O büyülü yeri bulmam gerekti. Bulamazsam hem aileme mahcup olacaktım hem de o yeri bir daha görme imkanım olmayacaktı. Ama bir türlü yolu bulamamıştım. Saatlerce gittiğimizi hatırlıyorum. Ormanın hiçbir yeri o yer kadar büyüleyici değildi. Sonunda bulamayacağımızı anladık. Sanki orman bir labirentti ve hep aynı yerde dönüp duruyorduk. İçime bir hüzün çöktü. Artık eve dönmeliydik. Geç olmuş, güneş batmıştı. Geri dönüp arabamıza binip yola koyulduk. Gözlerimde o büyüleyici yerin hayali vardı. Gökyüzüne baktım. Yıldızlar sadece bir bölgeye toplanmıştı. İçimden 'Acaba burası mı?' diye geçirdim. O sırada gökyüzünde bir yıldız kaydı. Gülümsedim. Oraya tekrar gitmeyi ne kadar da istiyordum! Umutsuzca gözümde canlandırmaya başladım.
Bir daha ne zaman böylesine büyüleyici bir yer görecektim kimbilir. Yıldızlar kadar parlak çimenler, ormanın sihrine kapılmış çicekler, yüce ağaçlar… Oraya nasıl ne şekilde geldiğimi hiç bilmiyordum. Oraya beni getiren her neyse ona şükrettim. Defalarca…Umarım bir daha oraya gidebilir ve o büyüleyici havayı ciğerlerime tekrar doldurabilirim.