[email protected]
Çok gelişmiş teknolojilerin, değerlerin, düşüncelerin egemen olduğu bir zaman diliminde yaşasak da hala ülkemizde gücün, çevrenin, makamın etkisi etkin şekilde devam etmektedir. Bu anlamda çağın değerlerinden biraz farklı koşullarda yaşadığımız, gerçek olsa gerek. Henüz birçok şeyi aşamadığımız, niteliği kavrayamadığımız, niceliğe de çok değer verdiğimiz açıktır. Bunları aşmak ve belli noktalara gelmek için daha çok aşama kaydetmemiz, gerekecektir. Toplumsal yapı bu noktada henüz beklenilen seviyede değildir. Bir zamanlar güçlünün değil haklının yanında olunması gerektiğini söyleyenlerin, gücü ele geçirince ve güçlü olunca, diğerlerinden farklı olmadığı veya farklı davranmadığı da görülünce, durumun pek de parlak olmadığı barizdir.
İnsanların dünya görüşü aynı olmasa da makam, mevki ve nüfus sahibi olunca; zenginlik ve diğer güçlere de erişince davranışlarının hemen hemen benzediği, zamanla ve yaşayarak anlaşılmıştır. İnsanoğlunun (insan bu) meçhul olduğu ne zaman ne yapacağı da pek bilinmemektedir. Makamda değilken başka, makam sahibi olunca başka; fakirken başka, zenginken başka olabilmektedir. Bu da doğal (ilke) kabul edilebilir; bir ölçüye kadar anlaşılabilir. Ancak sıkıntı; iddialı söylemlerle, belli noktaları ele geçirinceye dek insanları yanıltmaya dayalı davranışlardır. Yoksa herkes kendinden sorumludur, yasalar ve değerler ölçüsünde istediğini yapabilir. Diyecek bir şey yok. Fakat kamunun imkanları kullanılarak insanlara tahakküm kurulmaya çalışılırsa sorun burada başlar; itiraz da bunadır.
Gelişmiş ülkelerle gelişmemişler arasında, birçok farklılıkların olduğu muhakkaktır. En önemli farklardan biri gelişmemişlerde, devlet ve kamu otoritesinin kişiselleştirilmesidir. Buradan güç alarak çoğunluk üzerinde egemenlik kurmaktır. Eskiden köylerdeki ağaların ve servet sahiplerinin davranışları da farklı değildi. Ancak modern anlayış, bir anlamda yaşamı düzenlemiş, güç dağılımını belirlemiş, kişi haklarını güvence altına almış, yetki ve sorumluluğu dengelemiştir. Kısacası, toplumsal yaşama uyum ve ahenk getirmiştir. Tanımlanmamış alan bırakmamıştır. Modern anlayışı benimseyen yerlerde, sorun yok mudur? Elbette vardır. Ancak temel sıkıntıları aştıkları, ortadadır. Gelişmemiş olanlarda ise temel sıkıntılar, devam etmektedir.
Bir toplumun veya ülkenin gelişmiş olup olmadığının, en önemli ölçütlerinden biri de gücün nasıl dağıtıldığıdır. Gücün ve güçsüzlüğün kaynağının belli olmasıdır. Temsil edenin, temsil edilenden daha güçlü olmamasıdır. Son husus aslında dikkat çekicidir. Gelişmemiş toplumların belki de en önemli problemi budur. Toplum bazen bunun farkında değildir. Tıpkı eski zamanlardaki kişilerin, teşbihte hata olmasın, kendi putunu yapıp onu yüceltip, tapması gibi. Model farklı olsa da mana benzemektedir.
Toplumların gelişiminin en temel göstergeleri: adalet, eğitim ve liyakattir. Ayrıca emanetlerin de ehil ellerde olmasıdır. Bunların egemen olmadığı toplumların akıbeti, hayırlı değildir. Belki hayatta kalır ancak varlık gösteremez. Ben de varım diyemez, evrenselliğe katkıda bulunamaz.
Organize olamayan, birbirine değer vermeyen, hep güçlünün yanında yer alan, çözümü
başka mecralarda arayan, kendi değerlerini tanımayan toplumların; başarılı olması, sıkıntılardan kurtulması pek mümkün değildir. Bu tür toplumlarda, bilim de önemsenmemektedir. 'Eğitim, salt meslek için' anlayışı etkindir. Toplum bilimsel de değildir, kişiler sadece kendini kurtarmaya çalışmaktadır. Güçlüler daha güçlü olmaya veya en azından pozisyonlarını korumaya çalışmanın ötesinde, fazla bir şey yapmamaktadır. Bilim, teknoloji, düşünce başkalarının sorunu olmaktadır. Bilinmektedir ki bilim, teknoloji ve değer üretenler yaşama hakim olmaktadır. Hakim olanlar suçlansa da bunun kimseye faydası olmamaktadır.
İnsan belli bir yaşa gelince bazı şeyleri tecrübe ederek daha iyi anlamaktadır. Tıpkı Pascal'ın: 'Süleyman ve Eyüp, keyfin de kederin de geçici olduğunu yaşayarak anlayan, iki (güzel) insan' demesine benzer şekilde…
Hoşça kalın…