Dil, insanların duygularını, düşüncelerini anlatmak için kullandıkları her türlü im ve özellikle ses imleri dizisidir. Dil, insanlar arasında anlaşmayı sağlar.
'Devletin ve ulusun ölmezliği, varlığı, bağımsızlığı, ülküsüne ve kültürüne bağlıdır. Kültür ve ülkü dil ile gerçekleşir. Ulusun dili, herkes tarafından kolayca anlaşılır olmalı; kolayca konuşulmalıdır. Nasıl, yaban otların bastığı tarlada ekinler cılız ve verimsiz oluyorsa, yabancı dillerin baskısına uğrayan, onların boyunduruğuna giren diller de öyledir; gelişemez, cılız ve kısır kalır. Böyle çepellenmiş diller, kültürüne, ülküsüne, kendi sanat ve bilimine hizmet edemez( Kazım Saymalı, Dil Üzerine Birkaç Söz, Kırşehir, Filiz gazetesi; 15 Temmuz 1975).'
Atatürk, tam bağımsız bir devlet ve tam bağımsız, çağdaş, laik, uygar bir ulus oluşturmak istemekteydi.
'Atatürk, tam bağımsızlık anlayışının gereği olarak, siyasal bağımsızlığın, kültür ve ekonomi alanında da sağlanmasını zorunlu görüyordu. Bunun için de ulusal dil ve ulusal tarihe kavuşmak gerekiyordu( Prof. Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi III-2, s. 90-91).'
Cumhuriyet'in ilanından 1930 yılına kadar gerçekleştirilen Atatürk devrimleriyle çağdaşlaşma ve laikleşme açısından çok önemli ilerlemeler kaydedilmiştir. Söz gelimi, öğretim birleştirilmiş, halifelik kaldırılmış, hukuk eski kalıntılardan arındırılmış, Medeni Kanun benimsenmiş, çağdaş ailenin temelleri atılmış; giyim kuşam çağdaş duruma getirilmiş, Arap yazısı bırakılmış ve yeni Türk abecesi benimsenmiştir.
Türk abecesinin, Türkçenin sadeleşmesi ve gelişmesinde etkili olacağını belirten Atatürk şöyle der: ' Bizim, ahenkli ve zengin dilimiz, yeni Türk harfleri ile kendini gösterecektir. Yüzyıllardan beri kafalarımızı demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan ve anlayamadığımız işaretlerden kendimizi kurtarmak zorundayız( ASD II, s. 272).'
Atatürk'ün 'demir çerçeve içinde bulundurarak anlaşılmayan, anlayamadığımız işaretler' dediği Arap yazısı, Arapça ve Farsça sözcükler ile dilbilgisi yazım kurallarıydı. Tarihsel süreç içinde Türkçeye bakıldığında görülen manzara şudur:
'İslam öncesinde Türkçe özellikle aile, tarım, devlet ve yönetim alanlarında çok zengindi. 7. Yüzyıl'ın ortalarından itibaren Türkçe, Arapça ve Farsçanın etkisi altına girmiş, bu etki giderek baskıya ve boyunduruğa dönüşmüştür. Bu baskı ve boyunduruğun etkisiyle Türkçenin dilbilgisi ve yazım kuralları da bozulmuştur. Öyle bir duruma gelinmiştir ki: Türk, ailesine Türkçe, Tanrı'sına Arapça, sevgilisine Farsça seslenir, nitelemesi yapılmıştır.'
'Türkçenin göz ardı edilmesine, Anadolu dışındaki ilk tepki Kaşgarlı Mahmut'un Divanül Lügat-it Türk adlı yapıtıdır. Bu yapıt, Arapçaya karşı Türkçeyi savunur. Ali Şir Nevai de Farsçaya karşı Türkçeyi savunur.'
'Anadolu'da da durum pek farklı değildi. Arapça ve Farsçanın üstünlüğü sürmüş, Farsça devlet dili durumuna gelmiştir. Şu atasözü, bu durumu çok güzel açıklamaktadır:Türk iti, şehregelince Farsça ürür. Bu tehlikeli duruma son vermek için Karamanoğlu Mehmet Bey, şu buyruğu duyurur:
'Bugünden sonra divanda, dergahta, bargahta, mecliste, meydanda Türkçeden başka dil kullanılmayacak' Buyruk etkisini göstermişse de bir süre sonra yine Arapça ve Farsçaya dönülmüştür. Kırşehirli tasavvuf şairi Âşık Paşa (Beşe), bu durumdan şöyle yakınır:
Türk diline kimse bakmaz idi/ Türklere asla gönül akmaz idi.
Türk dahi bilmez idi o dilleri/ İnce yolu, o uzun menzilleri.'
'Karamanoğlu Mehmet Bey'in buyruğuyla başlayan Türkçeye yönelme eğilimi Osmanlı Beyliğinin kuruluşundan 16. Yüzyıla kadar etkili olur ve Türkçe ön plana çıkar. II. Orhan, Fatih, II. Bayezıt, Türkçeye önem verir ve Türkçe eserler yazılmasını teşvik ederler. Yavuz Sultan Selim'den itibaren Arapça ve Farsça yeniden öne çıkar, Yavuz, Farsça şiirler yazar. Bu durum dönemin yazarlarını, şairlerini etkiler. Söz gelimi Keşfî, Türkçeyi yontulmamış, iç tırmalayıcı bulur. Hoca Saadettin Türkçe için şöyle der: 'Din bilginlerinin yüce eteği, idraksiz, kötü soylu Türklerin dilleriyle kirletilemez. Türkler ve Türkçe horlanır, çarıklı, kaba Türklerin dili diye aşağılanır.'
'Türkçenin horlanması, aşağılanması, Türkçenin ihmal edilmesine, bilim ve teknolojinin ilerlemesi karşısında yetersiz kalmasına yol açmıştır.'
'Türkçeye Batı dillerinden de özellikle Fransızca ve İtalyancadan pek çok sözcük girmiştir. II. Mahmut Döneminde Türkçe anımsanmış, Türkçe eserlere gerek duyulmuştur. Bundan sonra dilin sadeleşmesi gündeme gelmiştir; fakat ortaya garip bir durum çıkmıştır: Bir yandan dilde sadeleşme tartışılırken diğer yandan Serveti Fünun Edebiyatı ile ağdalı bir Osmanlıca yaşatılmak istenir. Öte yandan da aydın geçinenler Avrupa dillerini konuşmaya özenirler.'
'Bu garip, karmaşık duruma tepki, Lastik lakaplı gazeteci, şair Said'den gelir:
Arapça isteyen Urban'a gitsin/ Acemce isteyen İran'a gitsin.
Frengiler, Frengistan'a gitsin/ Ki biz, Türk'üz, bize Türki gerekir( Prof. Dr. Ş. Turan, Türk Kültür Tarihi, s. 48-63).'
Türkçenin yabancı dillerin baskısından ve boyunduruğundan kurtarılması, Türkçenin öz benliğine kavuşup gelişmesi için ilk doğru ve bilimsel adım Atatürk tarafından atılmıştır. Atatürk'ün, Yeni Türk abecesinin benimsenmesinden sonraki girişimi ' yabancı sözcüklerle dolu Osmanlı dili üzerinde köklü değişiklikler yapmaktı. İslamlık, Arabistan'da ortaya çıkmıştı. Bu nedenle de kullandığıdil Arapça idi ve gelenekçi, tutucu durumu, Cumhuriyet'in çağdaş ve ulusalcı amaçlarıylaçatışıyordu.Araplar, Osmanlı dilini de etkileri altına almışlardı. Bu durum ulusal bir kültür oluşturmalarına en büyük engel olmuştu. Mademki yeni yönetimde her şey laikleştirilmişti. Dilneden bunun dışında kalmalıydı? O da laikleştirilmeli ve yüzyıllardır halk topluluklarını, seçkin aydınlarsınıfından ayıran politik ve kültürel engeller yıkılmalıydı. Ayrıca ulusalcılığın da ülkenin özgürlüğünün her alanda yani politik, toplumsal ve kültürel alanlarda tam olmasını gerektiriyordu. Türkiye'nin kültürel bağımsızlığı ve tam çağdaşlaşması, ancak laik kültürel değerlerin benimsenmesiyletamamlanmış sayılabilirdi( Dr. R. K. Sinha, M. Kemal ve M. Gandi, s. 211).'
Atatürk'ün gerçekleştirdiği tüm devrimlerinde, laik nitelik taşıyan 'Egemenlik, kayıtsız koşulsuzulusundur,' yani ulusal egemenlik ilkesi ve 'ulusu çağdaş uygarlık düzeyinin üzerineçıkarmak'amacı bulunmaktadır.
'Atatürk, dilde de bu ilkeyi ve amacı paralel olarak yürütmek kararındaydı. Bunu Sadri Maksudi'nin Türk Dili İçin adlı eserine yazdığı şu yazıda belirtir (2 Eylül 1930): 'Ulusal duygu ile dil arasındaki bağ, çok kuvvetlidir. Dilin ulusal ve zengin olması, ulusal duygunun gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir, yeter ki bu dil bilinçle işlensin. Ülkesini, yüksek bağımsızlığını korumasını bilen Türk ulusu, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.Görülüyor ki Atatürk, bağımsızlığı bir bütün olarak düşünmekte, dil bağımsızlığını, siyasal bağımsızlığın bir parçası saymaktadır (Ömer Asım Aksoy, Atatürk ve Dil Devrimi, s. 22).'
Türk tarihi, insanlık kadar eskidir. Bu nedenle Türk dili de insanlık kadar eskidir. Türk ulusu, dilsiz bir ulus değildir. Atatürk, bunu şu öykü ile dile getirmektedir:
'Bir zamanlar, zengin bir köyün, zengin bir ağası, kentte hamama girmiş. Bir de bakmış ki silahlığından başka her şeyi çalınmış. Başlamış hamamcılardan hesap sormaya. Hamamcılar, ağanın şantaj yaptığını, yoksa çalınan çarpılan bir şeyi olmadığını ileri sürmüşler. Bunun üzerine ağa, silahlığını çıplak beline geçirip ortaya çıkmış ve şöyle bağırmış:
-Görenler! Allah aşkına söyleyin. Ben buraya bu kılıkta gelebilir miyim?
Atatürk, öykünün sonunda şöyle der: Ağanın hamama çıplak gelmediğine herkesin aklı yatar; ama Türk'ün yurdundan dilsiz çıkmadığına hala akıl erdiremeyen gafiller vardır ( Ö. Asım Aksoy, age. s.26).'
Atatürk, Türkçenin, öğretilen Osmanlıcadan çok başka bir dil, insanlık kadar eski ve zengin olduğuna, Türkçenin bilim ve yazın dili olabileceğine inanıyordu. Bu inancı, 'Atatürk'e büyük şevk verdi. Türkler, onarılmaz aşağılık duygusundan yani bir uygarlık tarihleri, bilim ve edebiyat dilleri olmadığı tevekkülünden kurtarılmalı, hatta bu aşağılık duygusunu, uygarlığa ve bilime hizmet eden başlıca uluslardan olmak üstünlüğü duygusu ile değiştirmeliydiler. Böyle bir duygu değiştirmede Arapça kadar zengin ve sağlam temelli bir dilleri olduğuna da inanmaları şarttı ( F. R. Atay, Çankaya, s. 468).'
Atatürk, 1931 yılında Türkçe için şu tespiti yapıyor ve Türk insanının ve Türk devletinin sorumluluğunu anımsatıyor: ' Türk ulusun dili Türkçedir. Türk dili, dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yükseltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk ulusu için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk ulusu geçirdiği sayısız felaketler içinde ahlakını, geleneklerini, anılarını, çıkarlarını, kısacası kendi ulusallığını yapan her şeyin dili sayesinde korunduğunu görüyor. Türk dili, Türk ulusunun kalbidir, zihnidir( Prof. Dr. U. Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve düşünceleri, s. 260).'
Atatürk'ün dil anlayışı üç ilke ile özetlenebilir: 1) Dilimiz, yabancı dillerin boyunduruğu altında soluk alamaz durumdadır. Onu her şeyden önce bağımsızlığına kavuşturmak gerekir. Dilimizin bağımsızlığı, yurdumuzun bağımsızlığı demektir.2) Dilimiz, eskiliği, zenginliği ve güzelliğiyleövünülecek bir dildir. Onun bu değerlerini araştırıp ortaya koymalı, yurttaşlara ve bütün dünyaya tanıtmalıyız. 3) Zenginliği gölgelenmiş, olanakları baltalanmış dilimizi işlemeli, geliştirmeli, ileri biruygarlık dili düzeyine getirmeliyiz( Ö. Asım Aksoy, Atatürk'ün Dil Anlayışı; Atatürkçülük Nedir? s. 214).'
Yukarıda sözü edilen üç ilkeyi gerçekleştirmek amacıyla;
'Atatürk, dilimizin geçmişini araştırmak, bugününü geliştirmek, geleceğini hazırlamak için 1932'de Türk Dil Kurumunu kurdu; 1936'da Ankara'da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesini açmıştı. Ayrıca Türk Dil Kurumunun yaşaması için varlıklarından bir pay ayırmıştır. Atatürk'ün yurtta uyandırdığı dil bilinci ve öz Türkçe sevgisi, iş olarak gerçekleştirdiklerinden daha önemliydi. ( Ö. Asım Aksoy, age. s. 216-217).'
'Türk Dil Kurumunun amacı, dilimizin özleşmesini ve bütün bilim, teknik, sanat kavramlarını karşılayacak yolda gelişmesini, devrimci bir anlayışla ve bilim yöntemlerine uygun olarak sağlamaya çalışmaktır ( Ö. Asım Aksoy, Atatürk ve Dil Devrimi, s. 36).'
Atatürk, dil çalışmalarının temel amacını ve çalışmalara özen gösterilmesi gerektiğini şu sözlerle açıklar:
'Amaç, bugünkü ve yarınki Türk'ün uygarlığını kucaklayacak en güzel ve en ahenkli Türkçedir (ABE 16, s.55). Türk dilinin kendi öz benliğine, aslındaki güzellik ve zenginliğine kavuşması için bütün devlet örgütlerimizin dikkatli, ilgili olmasını isteriz( ASD I, s. 390).'
Atatürk, Türk kültürü konusunda çok titizdir: 'Kültür işlerimiz üzerine ulusça gönüllerimizin titrediğini bilirsiniz. Bu işlerin başında da Türk tarihini doğru temelleri üstüne kurmak; öz Türk dilinedeğeri olan genişliği vermek için candan çalışılmaktadır( ASD I, s 395).'
Atatürk, Türkçenin sadeleşmesi, zenginleşmesi, bilim ve sanat dili durumuna yükselmesi için sürekli uğraşmış ve bunun için herkesin çabalaması gerektiğini belirtmiştir:
'Türk dili, zengin, geniş bir dildir. Her kavramı anlatma yeteneği vardır. Yalnız onun tüm varlıklarını aramak, bulmak, toplamak, onlar üzerinde işlemek gerekir. Türk ulusunu ve Türk dilini uygarlık tarihinin ve kültür dillerinin dışında görmenin ne yaman bir yanlış olduğunu bütün dünyaya göstereceğiz( Prof. Dr. U. Kocatürk, age. s. 260). Türk dilinin sadeleştirilmesi, zenginleştirilmesi ve kamuoyuna, bunların benimsetilmesi için her yayın aracından yararlanmalıyız. Her aydın, hangi konuda olursa olsun, yaşarken buna dikkat edebilmeli ve konuşma dilimizi iseahenkli, güzel bir duruma getirmeliyiz(ABE 30, s. 280).'
Atatürk'ün yazıp Başbakan Celal Bayar'ın 1 Kasım 1938'de Mecliste okuduğu söylevde Türk Dil Kurumunun çalışmaları şu sözlerle övülmektedir: 'Dil Kurumu, en güzel ve en verimli bir iş olarak türlü bilimlere ait Türkçe terimleri saptamış, bu suretle dilimiz yabancı dillerin etkisinden kurtulma yolunda asıl adım atılmıştır ( ASD I, s. 429).'
' Atatürk, bilim dilinin Türkçe, tüm derslerin her düzey okulda Türkçe olmasına büyüm özen gösteriyordu. O kadar ki 1934'te oturup bir geometri kitabı yazmıştır. Atatürk'ün giriştiği dil Devrimi, iki kollu bir iştir: a) Türkçenin her dalda işlenmesi, kural ve sözcük zenginliğinden yararlanıp her meslek ve her konu için Türkçe terimlerin tespiti. b) Türkçenin bütünü ile her dalda, okullarda, öğrenim aracı olarak yerleşmesi; bilim, edebiyat, teknik, sanat, iktisat, bütün meslek sahiplerincebenimsenip kullanılması( Prof. Dr. O. Sinanoğlu, Bye Bye Türkçe, s. 33-34, 57).'
Atatürk, Türkçenin zenginleşmesi için yeni sözcükler önerilmesinde ısrarlı çalışılması gerektiğini söyler: 'Yeni Türkçe sözcükler önerebiliriz. Bu yönde ısrarlı çalışmalıyız. Yeni sözcükler ortaya atmak gerekir. Ulusal zevkimiz, hangisinden hoşlanır ve kullanırsa o zaman, o sözcüğü sözlüğümüze koyalım( Prof. Dr. U. Kocatürk, age. s. 262).'
Ortaya atılan yeni sözcüklere uyduruk deyip ön yargı ile bakmamak gerekir. Türkçe derleme, tarama, kuralına uygun birleştirme ve türetme yolları ile zenginleşir. Yeni Türkçe sözcükler yazılı ve görsel medyada, kitaplarda yer alabiliyorsa tutulmuş, sevilmiş demektir. Bunun için tüm bireyler ve devletin kurum ve kuruluşları buna özen göstermelidir.
Falih Rıfkı Atay'ın dediği gibi, 'Atatürk, dilde Türkçeciliği devlete mal etmiştir, üniversitelere, okullara mal etmiştir. Atatürk'ün amacı, zengin, güzel ve ulusal Türkçe idi. Bu gayeden ayrılmak içininsan, Türklüğünden uzaklaşmalıdır( Çankaya, s. 479).'
'Dil, bir ulusun anılarının, yani tarihlerinin, kültürlerinin ve ortak hissiyatlarının depolandığı unsurdur. Dil, gönül yüzdüren gemidir. Toplumun, ulusun gönlüne ise kültür diyoruz. Demek ki toplumun kültürünü yüzdüren gemi yine dildir.'
'Türk devletinin birinci görevi, Türk adının, kimliğinin, varlığının, onun için de dilinin, tarihinin ve kültürünün yaşamasını sağlamaktır. Ayrıca Türkiye Cumhuriyeti Vatanının toprak bütünlüğü bile buna bağlıdır. Türk dilinin bitmesi durumunda Türklük de bitecektir(O. Sinanoğlu, age. s. 203,210,407).'
Atatürk'ün açtığı akıl ve bilim yolundan giderek, Türkiye Cumhuriyeti'nin ve Türk ulusunun bölünmez bütünlüğünün, birlik ve beraberliğinin, bağımsızlığının sonsuza kadar sürmesi, dilimize, yani öz, güzel ve zengin Türkçemize sahip çıkmaya; onun bilim, sanat, edebiyat, teknik, spor dili olması için el birliğiyle çalışmaya bağlıdır. Çünkü Türkçeye sahip çıkmak demek, kendimize sahip çıkmak demektir. Dilimizi güzelleştirelim, kirlenmesine izin vermeyelim. Dilimizin kurallarını doğru öğrenip doğru kullanalım. Çünkü rahmetli eğitimci yazar Türkçe sevdalısı Gürşen Kafkas'ın da belirttiği gibi 'Türkçenin gücü, Cumhuriyet kültürünün temelidir.'
Arı, duru, temiz ve güzel konuşulan Türkçe dileğiyle 26 Eylül Dil Bayramımız kutlu olsun!