Geçtiğimiz yılın ortalarında başlayan ekonomik kuşatmanın ilk aşaması püskürtüldü. Alınan önlemler daha uygulanamadan kamuoyunda söylenti dolaşmaya başladı: Ekonomi IMF'ye teslim edilecek. Bu konuda beklemeksizin hızlı bir şekilde Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak açıklama yaptı.

Bakan Albayrak'ın açıklamasına göre, her şey iyi gidiyor. Hedeflere ulaşılıyor. IMF'nin devreye girmesi söz konusu değil. Hazine kesiminden ve iktidar partisi sözcüleri ise IMF söylentisinin algı yönetmek amaçlı olduğunu açıkladılar.

İşin aslı şu: Ekonomik kuşatmanın püskürtülmesinden memnun olmayanlar ile alınan önlemlerin etkisini göstermemiş olmasından kaynaklanan tedirginlik, iki farklı kesimin, olumsuz gidişe ilişkin haberlere daha fazla inanmalarından kaynaklanıyor. Başka bir değişle, ekonomik kuşatmanın neden olduğu geçici kriz sürecinde yeteri kadar kar edemeyenler ile yavaş yavaş iş hayatı sekteye uğrayanlar ve krizin etkisinden kurtulamayanlar şu anda aynı potada erimiş durumda. Yani çok kazanmak isteyenler ile kaybetmek istemeyenler, yaratılmak istenen algıdan aynı yönde ve aynı anlamda etkileniyorlar.

Alınan tedbirlerin bu aylarda piyasayı tetiklemeye başlaması sonucunda, meydana gelen daralmayla birlikte doğan olumsuz değerler, piyasada ekonomik krizin etkin bir şekilde hissedilmesine neden oluyor. Konkordato talebinde başvuranların taleplerinin kabul edilmemesi, iflasa sürüklenme olgularını hep birlikte yaşıyoruz.

Bu süreçte IMF neden gelemez? Bilindiği gibi IMF, 2010 yılından itibaren tedrici olarak artık ülkelerin ekonomik yardımlarına, ekonomide reform hedefiyle yaklaşma politikasını değiştirmiş durumda. Bu konudaki değişim kararı, IMF ile Dünya Bankasının 2009 yılında Türkiye'de yapılan Bahar Toplantısında alınmış, on yıldır bu politika yürütülüyor. Ayrıca IMF'nin, Türkiye'nin uluslararası ekonomik sistemine uyumu için yasal düzenlemeler yapma ihtiyacı yok gibi. Bugün Türk ekonomisi düzenleyici yasalar ve kurumlar bağlamında dünya ekonomisine entegre olmuş durumda.

Yazının başlığında IMF gelemez demiştim. Gelemez, çünkü Türkiye'nin şu anda, cari açıklarını finanse etmek için dış çevrelere ek fon talep etmek için gitmesine gerek yoktur. IMF'nin de Türkiye'den herhangi bir talebi söz konusu değil. Bu nedenle IMF'nin kurucularından biri olan Türkiye'nin dış piyasaya olan ödemeleri için bir ihtiyaç söz konusu değil. Bu gerçekle hareket edildiğinde, Türkiye'nin dışarıdan fon temin etmek için IMF'den yardım talebinde bulunup ekonomik görüntüsünü değiştirecek davranışlara girmesi beklenmemektedir. Türkiye'deki sermaye yapısı, böylesi bir ihtiyacı gereksiz kılacak düzeydeki bir dağılıma ulaşmıştır. Bu yönüyle değerlendirildiğinde, IMF'nin Türkiye'ye gelmesini gerektirecek bir durumun ortaya çıkmadığı görülmektedir.

Yazımın başlığının ikinci ifadesinde 'Ama gelebilir!' şeklinde belirtmiştim. Evet, IMF gelebilir. Hatta gelmek için can atıyor. Ama bu hevesi yok etmek gerekir. Bu hevesin yok olması, Türkiye'de ekonomik krizin yönetilmesi sürecinde, olumsuzluk yayma anlayışından ve güven vermeyen tartışmalardan uzak durmak gerekir. Eldeki verileri yorumlarken; ekonomik gerçeklere ve bu gerçeklerin tarihi gelişimine göre, kamuoyunda yapılan bütün açıklamalar çözüm odaklı olmak yerine, sorun odaklı bir kimlikle çözüme ulaşma yanlışına düşülüyor. Bu duruş ve söylemler Türkiye'nin dış ülkelerdeki görünümünün zayıflık şeklinde olmasına neden olabilir. Bu nedenle enflasyonu önleyeceğiz gibi zamansız açıklamalar yerine, daha akılcı açıklamalara yönelmek gerekir. Örneğin gıda enflasyonunun önlenmesinde ithalat yoluna sarılmak yerine, yerli üretimin arttırılması gündeme getirilmelidir. Üretimin girdisi içindeki enerji maliyetlerini düşürecek yöntem ve yol arayışlarına girilmesi ön planda olmalıdır.

Bu yazıda IMF'nin davet edilmesini gerektirecek bir durumun olmadığı saatlerce anlatılabilir. Ama biz böyle bir yazıyla ekonominin politik tarafına kayan çözümler yerine, insani yardımlara ağırlık veren politikalardan bahsetmeliyiz.