Dijital platformlarda izlediğimiz diziler yalnızca kurgu değil, aynı zamanda gerçek hayatın yansımaları olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle çocukların iç dünyasını, görünmeyen duygularını ve karşılaştıkları zorlukları gözler önüne seren bu yapımlar, bizlere önemli bir şeyler anlatıyor. Ergenlik dönemi, sancıları ve sessiz çığlıklarıyla çoğu zaman göz ardı edilen bir süreç. Ancak diziler aracılığıyla bu döneme dair farkındalık yaratmak, gençlerin yaşadığı psikolojik baskıları anlamamıza ve onlara destek olmamıza da olanak tanıyor. Maya Vakfı Kıdemli Klinik Koordinasyon Sorumlusu ve Klinik Psikolog Melisa Varol, Netflix’in yeni dizisi olan Adolescense hakkında uzman görüşlerini sunuyor.
Netflix’in yeni dizisi Adolescence, ergenlik dönemine dair çok katmanlı, sarsıcı bir anlatı sunuyor. Dizide işlenen olaylar, yalnızca bir kurgu olmaktan çıkıyor ve aslında birçok gencin sessizce yaşadığı, çoğu zaman görünmeyen, duyulmayan gerçekliklerin bir yansıması haline geliyor. Zorbalığın, duygusal ihmalin ve dijital dünyanın denetimsizliğinin gençlerin psikolojik sağlığında nasıl izler bıraktığını çarpıcı bir şekilde gözler önüne seriyor. Dizide çocuklar arasındaki zorbalık düzeyi oldukça yüksek bir boyutta seyrediyor. Bu durum, izleyiciye yalnızca çatışma içeren sahneler olarak değil, aynı zamanda psikolojik bir çöküşün küçük adımları olarak sunuluyor. Zorbalığa maruz kalan çocukların kendilik algılarının ne kadar kolay sarsıldığını görmek hem üzücü hem de düşündürücü bir etki yaratıyor. Özellikle ergenlik döneminde bireyin kendi kimliğini oluşturma süreci, dış dünyadan gelen yansımalarla şekillenirken, olumsuz geri bildirimler ciddi hasarlara dönüşüyor. Dizide ise bu durumun sonuçlarını, çocukların giderek içine kapanması, ya da öfkeyi yönsüz ve orantısız biçimde dışa vurması şeklinde görüyoruz. Kimi çocuklar sessizce yavaş yavaş içine kapanırken, kimileri çevresine karşı öfkeli davranışlarda bulunuyor.
Çocukların Dijital Dünyada Kendilerini İfade Etme Çabası Çoğu Kez Örselenme ile Sonlanıyor
Çocukların kendi aralarında kullandığı dijital dil ise dikkat çeken bir diğer konu başlığı arasında yer alıyor. Bu dijital dil, emojilerle, kısaltmalarla ve şifreli ifadelerle örülü. Ebeveynlerin jenerasyon farklılığından ve hızlı değişen teknolojik gelişmelerden kaynaklı bu dili anlamaması, çocukların yaşadığı zorbalığın ve yalnızlığın görünmez hale gelmesine neden olabiliyor. Emojilerle gönderilen bir mesaj, dışarıdan bakıldığında sıradan bir ileti gibi görünüyor olsa da aslında alttan alta tehdit, aşağılama ya da dışlama içeriyor. Üstelik bu iletişimin içeriği, çoğu zaman ne öğretmenler ne de aileler tarafından fark ediliyor. İçinde kayboldukları bu dijital evrende çoğu zaman yalnız olan çocuklar aynı zamanda bir o kadar da fiziksel dünyada karşılaşabilecekleri kişi sayısından çok daha fazlasının içinde bulunuyorlar. Çocukların bu kalabalık dijital dünyada kendilerini ifade etme, anlaşılma ve korunma yolları arama çabası çoğu kez daha da fazla örselenme ile son buluyor.
Ev içindeki görünmez yalnızlığın da yine dizide ustalıkla işlenmesi, ebeveynlere birçok mesaj iletiyor. Çünkü çocukların çoğu zaman odasına çekilip kapısını kapatması, dışarıdan bakıldığında bir mahremiyet alanı gibi gözükse de çoğu zaman psikolojik olarak denetimsiz kaldıkları, yardım ihtiyaç ve taleplerinin dışarı ulaşmadığı alanlara dönüşebiliyor. Odasının kapısının ardında bir çocuğun neler izlediği, kimlerle konuştuğu ve neler yaşadığı bilinmiyor. Ailelerin “o kendi odasında, güvende” yanılgısı, aslında duygusal olarak yalnız kalmış, yönünü kaybetmiş bir çocuğun sessizliğini bastırmasına sebep olabiliyor.
‘’İletişim Yalnızca Konuşmakla Değil, Gerçekten Duymakla Mümkün’’
Maya Vakfı Kıdemli Klinik Koordinasyon Sorumlusu ve Klinik Psikolog Melisa Varol, “Sahada çalışırken karşılaştığımız yararlanıcılarımızın anlattıklarıyla bu dizideki kurgu arasındaki benzerlik, aslında hepimizin yüzleşmesi gereken bir tabloya işaret ediyor. Çocuklar ve ergenler, özellikle dijital dünyada hem birbirlerine hem de kendilerine zarar verebilecek denli yalnız hissedebiliyorlar. Bu yalnızlık sadece sosyal çevrede değil; evin içinde, aileyle aynı çatı altındayken bile yaşanabiliyor. İletişimin yalnızca konuşmakla değil, gerçekten duymakla mümkün olduğunu hatırlamamız gerekiyor. Dizinin bize sunduğu bu aynaya dikkatle bakmak önemli. Çocuklarımıza yalnızca “ne yapıyorsun” değil, “gerçekten nasılsın” diye sormalı ve onları yalnızca davranışlarıyla değil, duygularıyla da görmek, anlamaya çalışmak bir lüks değil, bir gereklilik olmalı. Çocukları, dijital dünyanın karmaşasında, akran ilişkilerinin çıkmazında ve ev içindeki sessizliklerinde yalnız bırakmamak için, daha yakından, daha dikkatle ve daha yargısız bakmamız gerekiyor.” açıklamalarında bulundu.