Bilinçaltımda tonlarca acı şarkı biriktiriyorum. Dişlerim acıyor. Canımın acısı dişlerime vuruyor. Dinlediğim her sözcük kalbime hançer gibi saplanıyor. Duyduğum tüm melodiler etkisi güçlü bir zehir gibi boğazımdan aşağıya sürükleniyor. Kayıp diyarlardan ilginç sesler duyuyorum. Bu yoksa celladımın sesi mi? Ses beni derin ve akıl almaz bir çukura sürüklüyor.
Melodiler beni alıp en yukarı çekiyor. Üzerlerinde dolaşıyorum. Beni anne kucağındaki bir çocuk gibi koruyup kolluyorlar. Bir anda acıyan dişlerim tekrar sızlamaya başlıyor. Bilinçaltıma esen bir rüzgar benliğimi parçalarcasına canımı çıkarıyor. Kollarımı rüzgara karşı açıyorum. Acı bir yakarış yüzüme çarpıyor. Bulutlar ağıtta.
Bilinçaltım kaderine boyun eğmemekte ısrarcı. Gökyüzünden düşen kadersiz yıldız parçacıklarına bakıyorum. Yere düşüşlerindeki o can yakıcı sahne gözlerimden gitmiyor. Sırf bunu görmemek için gözlerimi dağlayabilirim. Kendimi bazen yıldız parçacıkları gibi hissediyorum. Ana maddelerinden sürgüne gönderilmiş bir kayıp onlar. Gökyüzünden kovulmuş ve büyük bir öfkeye kurban olmuş. Hissiz olmaları belki de onları bir adım öne taşıyordur kim bilir. İçimde korkunç derece de iç gıdıklayıcı hisler ardı ardına sıralanıyor. Kulaklarımdan giren melodiler içimde karışıp tüm hislerimi ele geçirmeye çalışıyor.
Yoğun bir hüzün hakim oluyor. Ve tüm hisler birbirlerine karışıyor. Şuan tam olarak hissiz olmayı dilerdim. Şuan tam da içimdeki acı ve tatsız hissi yok etmek isterdim. Tüm kainata acımı haykırıp tıpkı bir yıldız parçacığı gibi ana maddemden kopup hislerimi sürgüne göndermek isterdim.