Uyuşmuş ve unutulmuş hisler

Parmaklarım uyuşuyor... Öylesine hissizler ki, uzun süredir böyle olmamışlardı. Ne zaman bir şeyden korksam, ne zaman üzülsem parmak uçlarıma kadar titrediğimi hissediyorum. O kadar hassaslar ki, gelecek herhangi bir tehlikeyi bir metre öteden hissedip beni uyarırcasına uyuşmaya başlıyorlar. Ben bu hissi uzun yıllar rafa kaldırmıştım, görüyorum ki beni hiç terk etmemiş. Beni ben bile terk ederken, narin parmaklarım benden vazgeçmemiş...

Ayaklarım... Sanki uzun yola gidecekmişçesine kaşınıyor. Evet belki gideceğim, belki de çoktan yola çıkmış durumdayım. Bazı şeyleri arkamda bırakarak, umursamayarak yola çıkıp önüme gelen tüm incileri parçalıyorum. Hayır hiçbir şeyin beni yolumdan etmesine izin vermeyeceğim. Asla, bunu yapamam. O incilere ödün veremem. Onları sağa sola savurmam gerek, yoluma çıkıp ayaklarımın parçalanmasına müsaade edemem. Gideceğim epeyce uzun bir yol var çünkü, uzun yıllar. Belki kısa ama bana göre upuzun, yorucu bir o kadar da sıradan belki...

Gözlerim... Yas ve yaş dolular... Uzun zamandır yaş akıtmadıklarını fark eder etmez aynaya koşuyorum. İnanamıyorum! Bu aynadaki, bu aynadaki yaş dolu ve kan çanağı olmuş gözler bana mı ait? Kendime dair ufak bir ulaşılabilirlik bile yok ortada. Ne bir ipucu ne bir siluet. Bir damla yaş bile yok, gözlerim alabildiğince kırmızı yaşlar akıtıyor. Yıllar sonra kalbimden sonra belki ilk kez kanayan gözlerim beni oldukça şaşırtıyor. Gözlerimden buğulu ve kanlı yaşlar aktıkça, aynadaki görüntümden bir kez daha ürperip ışığı söndürüyorum...

Hislerim... Evet onlarla baş başayım. Karanlıkta ayna karşısında belki kendime bile itiraf edemediğim hislerimle. Hislerimin yoğunlaştığı an, tıpkı bir şarkının en melankolik yerini baştan başlatır gibi, hislerimin üzerine gidiyorum. Neden diyorum, sahi neden? Bu saçmalık dolu şeyler neden sürekli canımı yakıyor? Sanki hislerim dönme dolaba binmiş ve indikten sonra başı dönmüş küçük bir çocuk gibi. Başı dönüyor ama başa dönemiyor...

Ruhum... kayıp. Tıpkı uzun süredir büyük bir merak ve heyecanla beklediğim mektubum gibi. Okumak yerine kaybediyorum ruhumu, saniye saniye. Bu benim iç meselem, bunun böyle olmasının en büyük payı benim, kayboluşumun ve bir daha o mektubu bulamayacak ve içinde ne yazdığını asla bilemeyecek olmamın tek suçlusuyum. Ruhumun suçlusuyum. Kendimin, suçlarımın suçlusuyum, cezalarımın. Gözlerimin, parmaklarımın, ayaklarımın, hislerimin. Kendimin suçlusuyum.

Kalbim... O ise hala bir kişiye ait, sonsuza kadar öyle olacak.