‘‘Şimdi düşünüyorum, yokluktan geliyorum’’

utkubayrak39@gmail.com

Anadolu Ajansı'ndan Abdullah Söylemez'in haberine göre, Ağrı'nın Tutak ilçesindeki 2 bin rakımlı Dağlıca köyünde görev yapan öğretmen Eren ve Altun Oruç çifti, kendi imkanlarıyla oluşturdukları meyve ve sebze bahçesinde yetiştirdikleri ürünü satarak okulun ihtiyaçlarını gideriyor.

Öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılamak için okulun arka bahçesine domates, biber, kavun, karpuz ve biber gibi sebze ve meyve eken çift, yaptıkları örnek hareketle köy halkına da öncü birer ışık olmuş durumdalar.

İl Milli Eğitim Müdürü Mehmet Faruk Tekin, İlçe Milli Eğitim Müdürü Necmi Karaoğlan, yaptıkları örnek davranıştan sonra öğretmenleri ziyaret etti. Milli eğitim Müdürü Tekin, çifti tebrik ettikten sonra şunları söyledi:

''Öğretmenlerimiz burada meyve sebze ekip ürün elde ettikten sonra bütün köylüler de kendilerine ait bahçe yapmışlar. İşin güzel tarafı hakikaten öğretmenimiz buraya hayat vermiş. Kurduğu bu bahçe ile çok güzel tarım yapılabileceğini, her şeyin burada yetişebildiğini bize göstermiş.''

Öğretmen Eren Oruç, 7 yıl önce köye ilk kez geldiğinde ulaşım, su, elektrik dahi birçok imkanın kısıtlı olduğunu gördükten sonra kendi başlarına neler yapabileceğini düşünüp harekete geçmeye karar vermiş. Eren Oruç:

''Yaklaşık 16 çeşit meyve ve sebzemiz var. Karpuz, kavun, havuç ve sivri biber gibi ürünler var. Bu ürünlerimizi yazın yetiştiriyoruz. Konserve ve turşu yapıp bunları satarak okulun ihtiyaçlarını gideriyoruz. Köylülerle artık bir aile gibi olduk. Ekmeğimiz, peynirimiz, tereyağımız ve yoğurdumuz köyden geliyor. Kendi ailemiz gibi, burada yabancılık çekmiyoruz.''

Köy sakinlerinden Mehmet Sena Aydemir ise öğretmenlerin emek ve çabalarının köydeki herkese yayıldığını vurguladı.

***

Sizi bilmem ancak ben bu haberi okuduğumda aklıma gelen yegane şey, köy enstitülerinin makus talihi oldu. Kurtuluş Savaşı'ndan sonra Trakya ve Anadolu'nun birçok noktası, yukarıda bahsedilen Ağrı'nın Tutak ilçesine bağlı Dağlıca köyü gibiydi.

Elektrik, su, ulaşım yoktu. Yüzlerce yıldır yalnızca vergi toplamak için kapısı çalınan kadim Trakya ve Anadolu halklarının maruz bırakıldığı yoksulluğa, cehalete ve eğitimsizliğe karşı yakılan ilk fenerdi. Sadece birkaç büyük şehirde yaşayan şanslı azınlık için verilen eğitimin, halkın geneline yayılması için tasarlanmış akıllıca bir sistemdi. Ünlü Alman düşünürü Kant'ın 'Aydınlanma Nedir?' başlıklı yazısında söylediği 'Öğrenme hakkı, bütün insanlara verilmiştir' sözü bu durum için kıymetli bir örnektir.

'Ordularımızın kazandığı zafer sadece eğitim ordusunun zaferi için zemin hazırlamıştır. Gerçek zaferi bilgisizliği yenerek siz kazanacaksınız.' diyen Atatürk'ten sonra başlayan eğitim seferberliğinin mimarları Hasan Âli Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç, her ne kadar emek ve gayretlerini seferber etmiş olsalar da,27 Ocak 1954'te köy enstitüleri kapatıldı.

Bugün bir, 12 yıllık İngilizce eğitiminden sonra tek kelime İngilizce bilmeyen binlerce öğrenciye bakıyorum, bir de marangozluk, Fransızca, Vals eğitimi alan köy enstitüleri öğrencilerine.

Bugün bir, üniversite sınavında tek bir matematik sorusu çözemeyen yüz binlerce öğrenciye bakıyorum, bir de kayak; mandolin, cebir eğitimi alan köy enstitüleri öğrencilerine.

Bugün bir, eline telefon ve tabletten başka hiçbir şey almamış öğrencilere bakıyorum, bir de okul bahçesine meyve sebze diken, duvar ören, toprak süren köy enstitüleri öğrencilerine.

Bugün bir, okulda dizi kanadıktan sonra nefesi kesilinceye kadar kendini yerlere atan çocuklara bakıyorum, bir de okulunu sıfırdan kendileri inşaa eden köy enstitüleri çocuklarına...

Melih Cevdet Anday'ın ''Akan Zaman Duran Zaman''kitabındaki şu anı okunmaya değer:

Şimdi size, beni çok üzen hikayeyi anlatacağım. Reşat Şemsetin Sirer, ne diyor biliyor musunuz? 'Hakkı Bey, bu köylü çocuklarını neden okutmak istiyorsun?' diyor.

Köylü çocuklarının okumasından korkuyor! Hakkı Bey demiş ki:

''Ne demek? Nasıl okutmayabiliriz? Elbette okutacağız! Reşat Şemsettin'in yanıtı şu olmuş:

''Okusunlar da gelip bizi öldürsünler mi istiyorsun! ( Bu sırada dinleyiciler soluklarını kesmişler, öyle dinliyorlardı. Anday, konuşmasını sürdürdü.)

İsmail Hakkı Bey anlatıyor: 'İsmet İnönü trene binmiş. Haber aldık, biz de bindik. Sonra sofrasına çağırdı bizi. Oturduk, ben hiç konuşmuyordum. İsmet İnönü şöyle dedi:

''Hakkı Bey, nedir bu durgunluğunuz? Bir şey düşünüyorsunuz galiba?''

Paşam, 'Köylü çocukları okursa acaba bizi öldürürler mi?' diye düşünenler var!

İsmet Paşa, bunun üzerine şunları söyledi:

''Keşke okusalar da gelip beni kesseler evvela!'

***

'Dikenlerin arasından gelmiş bir yazarım ben. Yüzyıllarca karanlıkta bırakılmış köylerin birinden, Akçaköy'denim. Ailem yoksuldu. Kırkbayır kırk iki dönüm toprağımız vardı. Birkaç yerde anlattım, anam babam okuma yazma bilmiyordu. Köyümüze geçten geç açılan ilkokul yalnızca üç sınıflıydı. Evimizde bir tek kitap yoktu.Cumhuriyet beni götürdü, açtığı Köy Enstitüsündeeğitti, öğretmen yaptı; elime kalem verdi yurdun yazarları arasına kattı. Şimdi düşünüyorum, yokluktan geliyorum.'-Fakir Baykurt