Selamünaleyküm, selam, merhaba, naber, nasılsın... hellooo...
İnsanoğlu; eş dost ve yakınlarıyla, binlerce yıldır sürekli olarak iletişim halinde. Doğası gereği bu iletişime mecbur olan insanoğlu, bu yüzden, bir takım şeyleri araç olarak seçmiş. Konuşma dilini bulmadan önce; El, ayak, kol ve mimik dediğimiz beden dilini iletişim aracı olarak kullanmış insanoğlu. Daha sonra, değişik seslerle, av hayvanlarının boynuzlarından yaptıkları boruları üfleyerek, kapsama alanı dışındaki hemcinsleriyle, ateş ve duman gibi çeşitli araç vasıtasıyla iletişim yolunu bulmuşlar..!
Yerleşik düzene geçen insanoğlu; yine zamanla, tarım sanayi derken, zamanın da gereğince iletişim araçlarını sürekli olarak ve üzerine koyarak geliştirmiş. Tıpkı tekerleği bulmak gibi... Önce minik bir kavis, sonra halkalar giderek genişliyor, başka başka alanlara doğru genişleyerek sizi içine alıyor sanki hapsedercesine... Araba – otomobil vs. dedikleri dört tekerlekle başka dünyalara ulaşırken iletişiminiz de haliyle, başka alanlara doğru çoğalarak artıyor. Dolayısıyla araba, kamyon, otobüs tren, uçak ve telefon derken, daha uygar alanlara ihtiyaç duyup onlarla haşır neşir olmaya başlıyoruz. Fakat ne olursa olsun, sahip olduğumuz iletişim araçlarının sayıları arttıkça duygularımız onların tam aksine körelip bir yerlere doğru hapsolmaya ve mekanikleşmeye başlıyor. Bu yüzdendir ki, iletişimin, amacı farklı kulvarlara doğru kayarken, farklı bir kimliğe, bürünüp, adeta mecburiyete dönüşüyor.!
'Selamünaleyküm.. Günaydın, hey selam, merhaba, naber – nabersin. derken.. Hello, by vs. gibi yabancı ve yoz sözcükler iletişimin amaçları arasındaki kadim yerlerini alıveriyorlar. Alıyorlar almasına da, o çeşitlilik ve karmaşa içerisinde, giderek silikleşip anlamını da yitirmeye başlıyorlar.. Böylece, insancıllığımız ve yükselen birçok değerlerimizle birlikte teknoljinin gri metal yığınları arasına gömülmeye mahkum oluyoruz. O griler ki, önce yüreğimizdeki sıcaklıkları çalıp götürüyor ve daha sonra, yüzümüzdeki doğal gülücükleri..!
Düşününüz ki, telefon ahizesinin ucunda alelacele ve bir ses... Alo; merhaba, selam, naber-sin ve mekanik alet - telin ucundaki sıcaklıktan ne kadar çok şeyler alıp götürdüğünü..!
Oysa sadece bu kadar mı? Lap top - bilgisayarlar, dünyanın bir ucundan diğerine, tanıyıp bilmediğiniz insanlarla bile iletişim kurup onlarla denli – densiz arkadaşlık kurmanıza olanak sağlıyor..! Fakat en mekaniğinden ve nereye kadar..? Burnumuzun ucundaki iletişimlerden bi haber! Ancak, et ve kemikten, duyguları olan biz insanoğlu; birkaç posta adresi ve elektronik mektuptan sonra, başka başka ufuklara ne kadar yelken açıp gidebiliriz ki, kaybolmaktan başka..!
Halbuki bi zamanlar ne güzel iletişimlerimiz vardı, ete dişe dokunur cinsinden..! Güzel güzel insanlara selamlar verir, selam alırdık yüzümüzde gülücükler açarak..! Tebrik kartlarımız, mektuplarımız vardı bir zamanlar... Onların vasıtasıyla, sevdiklerimize en güzel selamlarla başlayan en anlamlı dileklerimizi, merakımızı beklentimizi, hasretimizi, kısaca en güzel duygularımızı yüklerdik... Zarflarını bir güzel allayıp – pullayıp gelinler gibi hazırlar ve gerekli yerlere uğurlayıverirdik..! Karşılığında ise gözümüz yollarda, yüreğimiz kıpır kıpır, yüzümüz şekilden şekile, bir de postacının yolunu gözlemeye başlar, iade-i selamımı beklerdik. Kısacası ne güzel dostluk- arkadaşlık ve insanlıklar yaşardık mutlu – mutsuz değil mi..? Tabii ki de En güzel 'selamlar' eşliğinde..!
Birilerinin de dediği gibi, çağ atlıyoruz... Çağlar atlıyoruz atlamasına da, asıl atladığımız kendi benliğimiz, insanlığımız ve duygularımızla birlikte yükselen değerlerimiz oluyor galiba..!
Özleniyor... İnsanlık adına özleniyor işte; kıyıda köşede kalmış, ayağı yere basan ilişkiler, komşuluk ve dostluk, gerçek arkadaşlıklar, en güzel selamlar eşliğinde özleniyor. Hepsinden de önemlisi, metal bir makinenin ucunda erezyona uğramayan selamlaşmalar, özleniyor işte..!
Eskiden, 'Postacı kapıyı iki kere çalsa'da, postacı artık kapıyı, birileriyle kurulan mekanik iletişimlerin faturası için bir değil, birçok kez ve arsızca çalıyor ki..! üstelik de orada, verilen 'selamlar'ın faturasını bize öylesine de selamsız sabahsız ve ve en ağırından yüklerken..! 'Selam vermeden borçlu çıkarak..!'
'Selam vermek için değil, vermemek için mazeretimiz var, ve bizler selamsız'da oturuyoruz' diyorsanız ki eğer, siz haklısınız..! Fakat yine de birileriyle selamı sabahı kesmeden önce bir iyice düşünün, teknoloji bu, bazen vaktinden önce ve gereğinden fazla arıza yapıyor..!
Hey selam... Merhaba, günaydın, naber-nasılsın, hello vs., demeden önce, ben yine de 'selam alıp vermek sünnettir; selamünaleyküm ve aleykümessselam, Allahın selamı üzerinize olsun diyorum..!'
Hoşçakalın... En güzel selamlarla..!