Sanat (zanaat değil), düş gücü, yaratıcılık ve yetenek gerektiren insan etkinliğidir. Başka bir anlatımla sanat, bir duygunun, tasarının, güzelliğin anlatımında kullanılan yaratıcılıktır. Atatürk, sanatı şöyle tanımlar: 'Sanat, güzelliğin anlatımıdır. Bu anlatım, sözle olursa şiir, ezgi ile olursa musiki, resim ile olursa ressamlık, oyma ile olursa heykeltıraşlık, bina ile olursa mimarlık olur (Prof. Dr. U. Kocatürk, Atatürk'ün Fikir ve Düşünceleri, s.263).'
Bir ürünün sanat yapıtı olabilmesi için onun özgün ve tek olması gerekir. Bu da sanatı yaratanın kendine özgü bir anlatım biçimi olmasını gerektirir, önemli olan yaratıcılıktır. Sanatın özünde yenilik ve yaratıcılık vardır.
Sanatçı, sanat sözcüğünden türemiştir ve güzel sanatların herhangi bir dalında yaratıcılığı olan ve eser veren kimseyi anlatır. Sanat ile uğraşanlara sanatkar ya da sanat eri de denir. Atatürk'e göre sanatçı ya da 'sanat eri, toplumda uzun çalışma ve çabalardan sonra alnında ilk ışığı hisseden insandır (U. Kocatürk, age. 265).'
'Sanatta iki temel öge vardır: biri doğa, öbürü insan. Doğa, yalnız gök, su, toprak, deniz, ağaç değildir; çevrede görülen ve çevrede yer alan her şeydir. Sanatçı işte bu geniş doğaya eklenip bu engin doğaya bakan, onu yepyeni bir kılığa sokan yaratıktır. Heykelci Rodin diyor ki: 'Sanat, insanoğlunun en ulu görevidir. Çünkü sanat, evreni anlamaya, anlatmaya çalışan düşünce çabasıdır (İhsan Akay, Atatürkçülüğün İlkeleri, s. 187).'
Sanat eri yani sanatçı, doğaya başka bir gözle bakar, doğayı ya da nesneyi değişik biçimde yansıtmaya çalışır. Çünkü sanatçı, yaratıcıdır, hep yeni, değişik düşünceler üretir. 'Sanatçı olmazı ortadan kaldıran insandır (Adnan Binyazar).' Sanatçı özgür düşüncelidir, bu nedenle de devrimcidir. Atatürk sanat ile devrim ilişkisini şu sözlerle açıklar:
'Fikir ve devrimler, sanatla yayılır. Güzel sanatlarda başarı, bütün devrimlerin başarıldığının en kesin kanıtıdır. Bunda başarılı olamayan uluslara ne yazık! Onlar, tüm başarılarına rağmen uygarlık yolunda yüksek insanlık sıfatıyla tanınmaktan sürekli yoksun kalacaklardır. Bir ulus, çok şeyde devrim yapabilir ve bunların hepsinde başarılı olabilir; fakat musiki devrimidir ki ulusun yüksek gelişiminin işaretidir. Musikisiz devrim olmaz (U.Kocatürk, age. s. 263-264, 267). Resim yapmayan, heykel yapmayan, güzel sanatları anlamayan bir ulusun noksanı var demektir. Böyle bir ulusun ilerleme yolunda yeri yoktur (ABE 14/ 360-361).
Atatürk, heykel yapmanın, heykel bulundurmanın dinimize aykırı olduğunu savunanlar için şöyle demektedir:
'Dünyada uygar, ileri ve olgun olmak isteyen herhangi bir ulus, kesinlikle heykel yapacak, heykeltıraş yetiştirecektir. Anıtların şuraya buraya tarihî anılar olarak dikilmesinin dine aykırı olduğunu savunanlar, din hükümlerini gereği gibi araştırıp incelememiş olanlardır. Aydın ve dindar olan ulusumuz, ilerleme yollarından biri olan heykeltıraşlığı, en son derecede ilerletecek ve memleketimizin her köşesini, atalarımızın ve bundan sonra yetişecek çocuklarımızın anılarını güzel heykellerle dünyaya duyuracaktır (ASD II, s. 70).' Bunun için gerek devletin gerekse zengin bireylerin sanat erlerini desteklemesi gerekir ki ülkede sanatçılar çoğalsın, sanat yapıtları dünyaya yayılsın. Bir kişi gerekli sanat eğitimi almamış, gördüğü yapıtlardan bir şey anlamamış olabilir. Bu durum sanat yapıtlarını ucube, sanatçıyı müsvedde olarak görmesini gerektirmez. Sanatçıları hor görmek, küçümsemek yerine desteklemek gerekir. Unutmayalım ki bugünkü Avrupa'nın temelleri, sanatın, sanat erlerinin desteklendiği, korunduğu Rönesans hareketleriyle atılmıştır.
'Sanat, hayatın, doğanın birebir karşılığı değildir; izleyicide yeni sorular, yorumlar ve yeni bir hayal dünyası oluşturmak üzere sanatçının yorumuyla metaforik ögeler, semboller kullanılabilir. Sanattan korkanlar, en çok bundan korkarlar. Sanat, hayatı sorgular ve düşündürür (Heykeltıraş Nilüfer Ergin, Gazete Kadıköy, s. 14, 23-29 Mart 2012).'
İzleyici, bir sanat yapıtından tat almıyorsa hata nerededir, izleyicide mi yoksa sanat yapıtında mı? Söz gelimi, 'Bir tablonun güzelliği, onun konusunun güzelliğinden gelmez. Bir sanat yapıtı karşısında haz almıyorsak, sanat yapıtından tat almayı önleyen yanlış nedenler vardır. Bu nedenleri, kendi kafamızda aramamız gerekir. Sanatçılar, basmakalıp düşüncelerden kurtulmuş insanlardır. Çoğunlukla en ilginç yapıtları onlar verirler. Bize doğadaki varlıkları hiç düşlemediğimiz, yepyeni güzellikle görmeyi öğretenler de onlardır. Eğer onları izleyip onlardan bir şeyler öğrenirsek, pencereden dışarı bakmak bile heyecan verir. Büyük sanat yapıtlarının tadılmasında alışkanlıklarımızı ve önyargılarımızı aşmadaki isteksizlikten daha kötü bir engel yoktur (E. H. Gombrich; çev. Bedrettin Cömert, Sanatın Öyküsü, s.5, 11).'
Bir kimse her şey olabilir, ancak sanatçı olamaz. 'Hepiniz milletvekili olabilirsiniz, bakan olabilirsiniz; hatta cumhurbaşkanı olabilirsiniz; fakat sanatçı olamazsınız. Sanatçı el öpmez, sanatçının eli öpülür.' diyor ulu önder Atatürk (Prof. Dr. U. Kocatürk, age. s. 264). Bir ulus ki resim yapmaz, bir ulus ki heykel yapmaz, bir ulus ki tekniğin gerektirdiği şeyleri yapmaz; itiraf etmeli ki o ulusun ilerleme ve gelişme yolunda yeri yoktur ( ASD II, 71).' Çünkü uygarlık ancak sanat yoluyla ölümsüzleşir.
Çünkü sanatçı ya da sanat eri yenilikçidir, devrimcidir, yaratıcıdır. Bu nedenle de her ülke ve ulus, kendi sanatçılarına değer verir, onları korur, sanatçılar da kişisel çıkar peşinde koşmazlar. Yenilik, yaratıcılık, devrimden yana tavır alırlar.