Zihnimde bazı sözcükler dönüp duruyor. Dönüyor dönüyor ve kocaman uçurumlar oluşturuyor. O uçurumdan kendimi bırakmamak için zor tutuyorum kendimi. Zihnimdekileri dışarıya kusmazsam rahat edememekle birlikte ruhumda bir acı ama gururlu bir sitem hissediyorum. Peki bu sözcükler neden dolanıp duruyor? Benim zihnimde ne işleri var? Teslim oluyorum...
Dilimden sözcükler bir anda dökülüveriyor. Sözcükler ve zihnimi zorlayan o korkunç, şakaklarıma kadar inen bir sızı. Göz çukurlarıma gömdüğüm biri var. Sonsuza kadar kalacak mı peki? Hayır! Hiç bir şey sonsuza kadar olamazdı ama yaşarken sonsuzluğu yaşatabilirdi belki. Belkiler karnıma ağrı gibi saplanıyor. Kafamı kaldırdığımda seni görmek ilginç bir fikir elbette. Belki çok şanslı belki çok şanssızım. Belki de sonsuza kadar göz altlarımdaki morluklarla hayatını sürdüreceksin. Belki oradan çıkıp gökyüzüm olursun? Hayır! Bir kez daha hayır! Belkiler ellerimi bağlıyor. Hareketsizce gökyüzüne bakıyorum. Ama gözlerim hala görüyor. Hala bir şeyleri net bir şekilde görebiliyorum. Seni, gökyüzünü, ağaçları... Rüzgarı bile gördüğümü söylesem bana inanır mısın?
İşte böyle bir hissin bende. Her ne kadar gözaltlarımdaki çukurda sürdürsen de hayatını senin gökyüzünün ne denli mavi olduğunu görebiliyorum... Senin benim gökyüzümü gördüğün gibi bende senin gökyüzünü görüyorum.