Politikadan Sinemaya Minör-Oluş

Akademisyen, editör ve yazar Azime Cantaş’ın Politikadan Sinemaya Minör-Oluş: Türkiye’de Bir Direniş Figürü Olarak Sinema adlı çalışması Ayrıntı Yayınları’nın Sinema dizisi kapsamında yayımlandı. Fransız filozoflar Gilles Deleuze ve Felix Guattari’nin post-yapısalcı düşüncelerini merkeze alarak sinemanın felsefesini incelemeye odaklanan Politikadan Sinemaya Minör-Oluş, Deleuze’ün arzu, duyumsama, anlam ve yaşam gibi kavramlarını sinema üzerinden anlamayı amaçlıyor. Klasik felsefenin katı düşünce sistemlerine karşı çıkan Deleuze’ün “minör” kavramı üzerinden sinemanın politik bir sanat olarak nasıl işlev gördüğünü açıklayan kitap, minör sinemanın, klasik sinemanın aksine bağımsız, politik, tahammül edilmesi zor ve rahatsız edici bir dil geliştirdiğini gözler önüne seriyor.
 

1968 olaylarının etkisi altında düşüncelerini ortaya koyan ve temsil düşüncesine en fazla karşı çıkan Gilles Deleuze ve Felix Guattari post-yapısalcı yaklaşımda ayrı bir konumdadırlar. Bu filozoflar, toplumsal, siyasal ve ekonomik yaşamın değişimlerine paralel biçimde yeni bir düşünce pratiği geliştirmişler ve felsefeye ilk ilkelerden başlamak yerine ortadan bir yerden başlamışlardır. Deleuze felsefesinde arzu, duyumsama, anlam ve yaşam gibi pek çok kavram, estetik, etik ve siyasete yönelik bir sarmal biçimin de iç içe geçer. Kavramlar değişim ve dönüşüm içinde klasik felsefenin ağaç biçimli düşünce sistematiğinin dışına çıkarak, özgür bir düşünceye ulaşılabileceğini gösterir. Bu kitap fark ve oluş filozofu Deleuze’ün rehberliğinde sinemanın felsefesini anlama çabası içinde ortaya çıkmıştır. Daima değişimi olumlayan, yaratıcı bir arzuyu öne çıkaran Deleuze keşfedilirken, çoklu bağlantılarla sınırdaki devrimcinin yani minörün gücü anlaşılmaya çalışılmıştır. Minör, molar yapılardan kaçış hattı çizerek, farklılığı, oluşu ve yaşamı olumlar. Minör sinema ise klasik sinemanın aksine evrim ya da devrim gibi fikirlerden bağımsız bir biçimde politiktir, tahammül edilemeyendir ve imkânsızlıklarla yapılandır. Birkitle sanatı olan sinema “halkın eksikliği”ni en etkili bir biçimde gösterecek tek sanattır. Politik sinemanın üzerine kurulduğu temel budur. Bu yüzden sinema sanatı, henüz orada olmayan bir halkın özne olmasına katkıda bulunma işlevini üstlenmelidir. Sınıfsal farkın, toplumsal cinsiyetin ayrımlarında izleri görülen minör; ideolojik söylemin, bilinçlendirmenin yerini terk ederek, şizo/özneye kucak açan, parçalanarak çoğalan, izleyiciyi rahatsız eden bir sinema dilini oluşturmalıdır.