Milli Görüş’ün ensesinde boza pişiren FETÖ''cüler (4)

7 HAZİRAN SEÇİMLERİ SİYASİ DARBE Mİ?

Yıl 2013… Ocak ayının sonlarına doğru Cemaatin CHP ile flörtü başladı. Görev muhafazakar geçmişi ile bilinen Boydak ailesine verilmişti. Kılıçdaroğlu Boydak Holding'e bağlı dünyanın en büyük yatak kumaşı üreticisi konumunda olan Boyteks tesislerini gezdi. İkramlar, özel ilgi… Bir de okyanus ötesine yapılan önemli bir telefon görüşmesi. İttifakın temeli atılmıştı. Artık 11 ay sonra iktidar partisini düşürecek bir bürokratik darbe yapılabilecek, Parlamentoda partner olarak CHP, verilecek pası gole çevirecekti.

Aralık ayıydı. 17'nci günün sabahı Zekeriya Öz'ün yönettiği soruşturmada O dönemdeki İçişleri Bakanı Muammer Güler'in, Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan'ın ve Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar'ın oğulları, Halkbank Genel Müdürü Süleyman Aslan, işadamı Rıza Sarraf'ın bulunduğu 89 kişi gözaltına alındı. Hedef BM kararlarıyla İran'dan petrol alımına karşı ödenen altınların Halk Bankası üzerinden transfer edilmesinden hareket ile Cumhurbaşkanına ulaşmaktı. İşin ilginç yanı geçmişte TOKİ Başkanlığı da yapan Bakan Erdoğan Bayraktar son anda bakanların içine katılmıştı. Aralarında İstanbul'daki belediye başkanları, milletvekillerinin bulunduğu kentsel dönüşüm merkezli lobi, cemaat ile işbirliği yaparak Bayraktar'ı devre dışı bırakmak istiyordu. Son gece onu da kafileye dahil ettiler. Böylelikle milyarlarca dolarlık bütçe lobi eliyle cemaatte kalacaktı. Zaten tutuklanmalar ve hukuki süreçte herkes Bayraktar'ı ayrı bir yere koymuştu. Ancak Bayraktar İstanbul lobisi yüzünden ayağına sıkan ve Başbakan'ı zor durumda bırakan açıklamaları yapmıştı.

Operasyonlarda Cemaat açıktan suçlanınca F. Gülen Amerika'dan yaylım ateşine başladı. Dinler arası diyalog, hoşgörü diyen Gülen o gece çılgınlar gibi beddua ediyordu: 'Olumsuz şeylerin üzerine giden kişileri tanımıyorum. Bu kişilerin bu işin üzerine giderken dine, modern hukuka, günün demokratik telakkilerine aykırı davranmış olmaları halinde Allah bizi de onları da yerlerin dibine batırsın, evlerine ateş salsın, yuvalarını başlarına yıksın.' Beddua aslında cemaat mensubu yargı ve güvenlik mensupları için takdir ve motivasyon sözleriydi. 'Dine, modern hukuka, günün demokratik telakkilerine aykırı davranmış olmaları halinde' diye devam eden bir şart cümlesi vardı ve bunu 'Müla'ane' diyerek Kur'an'a dayandırıyordu. Gülen geri adım atmıyordu.

Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi Başdanışmanı Yalçın Akdoğan ise 17 Aralık'tan 7 gün sonra Başbakan'ın isteğiyle köşesinden cevap veriyordu. Hedefte cemaatin yargı kalesi vardı: 'Kendi ülkesinin milli ordusuna, milli istihbaratına, milli bankasına, milletin gönlünde yer edinen sivil iktidarına kumpas kuranların bu ülkenin hayrına bir iş yapmış olmayacağını çok iyi bilir. Amaca ulaşmak için her yolu mübah görenlerin nasıl hastalıklı anlayışlar ürettiğini çok iyi bilir.'' Bu rest cemaatin bütün Ergenekon, Balyoz, Poyrazköy, Casusluk davalarının ters yüz edecek kadar güçlü bir anafor oluşturdu. İktidar hemen karşı atakla kendisine siyasi muarız duran Ulusalcıları cemaate karşı blok oluşturmalarını sağladı.

Cemaat gözaltına alınanların ifadelerinden bir şey çıkmayınca, kumpas sözlerinin rövanşını 25 Aralık sabahı Savcı Muammer Akkaş tarafından yürütülen soruşturmayı devreye sokarak aldı. 96 kişiye yöneltilen suçlamalar arasında 'suç işlemek amacıyla örgüt kurmak ve yönetmek, ihaleye fesat karıştırmak ve rüşvet' bulunuyordu. Kişilerin başında Başbakan'ın oğlu Bilal Erdoğan vardı. Ancak Başsavcı olaya izin vermeyince operasyon deşifre oldu. MİT'in bile böyle bir operasyondan haberi yoktu. İşin ilginç yanı bu operasyonlar yapılırken bir türlü İstanbul Emniyet Müdürü'ne ulaşılamadı. Emniyet Müdürünün kızıyla ilgili tehdit edildiği için ortadan kaybolduğu anlaşıldı. Ancak polis Bilal Erdoğan'a operasyon için eve gittiğinde özel harekat polislerinin 'ölümüne direnişiyle' karşılaştı.

Ancak cemaat Başbakan Erdoğan dahil olmak üzere siyasilerin, bürokratların bütün görüşmelerini dinlediği, yazışmalarını izlediği ortaya çıktı. Örümcek ağı gibi Türkiye'nin dört bir yanı sarılmıştı. Hakim ve Savcılar, Emniyet Müdürleri, Polisler, Bakanlık bürokratları cemaatin kontrolüne geçmişti. Erdoğan hükümetten indirilecekti. Ancak ortada cevaplanması gereken bir soru vardı. Yargı, Emniyet başta olmak üzere bütün kurumların imamı olmasına rağmen 'hükümetin imamı' kimdi? 17 ve 25 Aralık'ın Başbakanı kim olacaktı? Başbakan Yardımcısı Arınç'ın 'Türkiye'de siyasetin yozlaştığı bir noktadaydık.' sözleri dikkat çekti.

Artık sırada yolsuzluk iddialarıyla indiremedikleri Başbakan'ı savaş suçlusu götürmek cemaatin ilk hedefiydi.

Yıl 2014… 19 Ocak günü Suriye'ye giden üç tır Hatay Kırıkhan'da, TMK 10. madde ile yetkili Adana savcısı emriyle jandarma-polis operasyonuyla durduruldu. Kırıkhan Başsavcısı ve Kırıkhan savcısının baskısına rağmen tır ve araçlardaki MİT mensupları tır içindeki malzemenin 'devlet sırrı' niteliğinde olduğunu ifade etmişti. Hatay Valisi emriyle tırlar yola devam ettiler. Ancak Adana TMK savcısı Özcan Şişman Adana'dan Kırıkhan'a ulaşınca bu kez tırların önü polis tarafından kesildi. Acil kodla bölgeye çağrılan MİT personeli tırın arka kapısına etten bir duvar ördü. Polisler geri çekilince Savcı koruma polisleriyle ortada kaldı. Hükümet şaşkındı.Önce tırların İHH'ya ait olduğu ifade edildi, sonra MİT tırları olduğu kabul edildi. Cemaatin amiral gemisinin yönetimindeki zat, gol sonrası futbolcu gibi el-kol hareketi yapıyor, bakan arkadaşına 'Bu iş mahkemede biter' diyordu. Erdoğan savaş suçlusu olarak yargılanacaktı.

Bu tehlike halen geçmiş değildir. Ancak yargılama Birleşmiş Milletler Adalet Divanında, değil Uluslararası Ceza Mahkemesi'nde yapılacaktır. Olay sonrası iki Suriyeli'nin ceza mahkemesi savcısına giderek, MİT tırları içindeki silahların dökümünü vermesi Cumhurbaşkanı başta olmak üzere içişleri bakanı ve MİT müsteşarını suçlamasıyla başlayan soruşturma devam ediyor. ABD'de tutuklu bulunan Rıza Sarraf olayı da cemaatin diğer tetikçiliğinden biri. Savcının iddianamesinin odağında yine Cumhurbaşkanı Erdoğan var. Kara para aklama, BM kararlarına muhalefet gibi sıralanan suçlar ile 17,25 Aralık soruşturması devam ettirilmek isteniyor.

Cumhuriyet Gazetesi, cemaatçi bir milletvekilinin kendilerine ulaştırdığı fotoğrafları 29 Mayıs 2015 günü 'İşte Erdoğan'ın yok dediği silahlar' manşetiyle verdi. Erdoğan ise olayın casusluk olduğunu belirterek 'Bu casusluk faaliyetinin içine o gazete de girmiştir. Haberi yapan bedelini ağır ödeyecek' dedi. Dava açıldı.

Erdoğan'ın ablukayı yenmek için önündeki en önemli fırsat 30 Mart'ta yapılan yerel seçimlerdi. Erdoğan dini bir cemaatin bütün yolsuzluk iddialarına karşı kuşatılmışlığı 30 Mart'ta yapılan yerel seçimler ile yenmeyi denedi. Bunda da başarılı oldu. Cemaat artık CHP ile ittifak kurmuş, seçimlerde CHP'yi destekliyordu. Her cemaat üyesi konumu ne olursa olsun tebliğe başladı. 'Allah Rızası için CHP'ye oy verilmesi gerektiğini söylüyorlar, yolsuzluk ve uluslararası yargılamayı' gündeme getiriyorlardı Ancak CHP Ankara başta olmak üzere İstanbul'u Ak Parti'nin elinden alamadı.

Aynı yıl hedefte Cumhurbaşkanlığı seçimi vardı. Cemaat bu kez Cumhurbaşkanı adayını belirlemenin telaşına girdi. CHP tarafından servis edilen aday Ekmeleddin İhsanoğlu çatı Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterildi. Gül ve Davutoğlu'nun ısrarla İKÖ Genel sekreterliği için Erdoğan'a önerdikleri İhsanoğlu, cemaat mensuplarıyla ile yakın ilişkileri olan bir isimdi. ABD'de 1994 yılında avukat Larry Klayman tarafından kurulan Judicial Watch ismindeki izleme örgütü cemaatin, Obama'nın 2009 yılındaki Türkiye ziyaretinde İhsanoğlu ile görüşme yapabilmesi için lobi faaliyetlerinin belgelerini kamuoyuyla paylaştı. Bu arada İhsanoğlu'na göre yurt dışındaki Gülen okullarının, Türkiye'nin medar-ı iftiharı olduğunu söyledi. Polis, savcı ve hakimlerin görev yerinin değiştirilmesini ise, 'büyük bir zulüm' olarak tanımladı. İhsanoğlu İKÖ'nün başındayken Kıbrıs ve Filistin sorunları başta olmak üzere Erdoğan'dan ayrı düşünüyordu. İslam Konferansı Örgütü eski genel sekreteri Ekmeleddin İhsanoğlu'nun ismi bir dönem Cidde ve Mekke arasında kurulacak Vatikan benzeri bir İslam devletinin başkanlığına geçiyordu.

Derin İngiliz aklı böylece İslam Dünyası'nı bir halifenin etrafında toplayabilecekti. Büyük Ortadoğu Projesinin nihai hedefi buydu. Ancak Türkiye'deki Erdoğan yönetimi ve onun desteğiyle Mısır'da İhvan Hareketi'nin büyük yol kat etmesi Vatikan benzeri girişimi sekteye uğrattı.

Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığı'nı bırakırken Ak Parti içinde kongrenin öne alınması ve aktif siyasete soktuğu Ahmet Davutoğlu'nun O'nu ekarte ederek genel başkanlığa gelmesi hesapları yapılıyordu. Parti, gün hesabı yaparak kongreyi görev bitiminden önceye alınca Abdullah Gül yeni bir siyasi çalışma için düğmeye bastı. Ancak yeni parti kuruluşu; kurucular, parti genel merkezi, il teşkilatları hazır olmasına rağmen sürpriz bir şekilde askıya alındı. Hayrünnisa Gül, eşinin diyemediğini 'intifadayı başlatıyoruz' sözünü gazetecilere söyleyiverdi. Kimse intifada kelimesinin ne anlama geldiğinin farkında değildi.

Davutoğlu, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini savunacak, çözüm sürecini bir noktaya taşıyacaktı. Ama aradan geçen zaman Davutoğlu ve Erdoğan arasında makasın giderek açılmasına neden oldu.

Yıl 2015: Cemaat için hesaplanan da olmadı. Ceza Mahkemesi davayı açmayınca Erdoğan'a yönelik yıpratma yapılamadı. Erdoğan ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı olarak Paralel Yapı ile mücadele için seferberlik emri verdi. Dershane kapatılmasıyla sokağa çıkan, eylem yapan, Polisle çatışan cemaat artık Fethullah Terör Ögrütü olarak fitnenin başıydı. Hatta bazı parti ve hükümet yöneticilerine sufle bile veriyordu. Arınç'ın 'Benim bir özgül ağırlığım var, benim yıpranmamam lazım. Ben çok şeyi temsil ediyorum.' sözleri kamuoyuna yönelik paralel devlet yapısının ilanıydı. Çünkü felsefede ruhun bir özgül ağırlığı olmadığı için 'Özgül ağırlık' diye bir şey yoktur. Buradaki kasıt ruhtan ziyade 'bir nesne ya da madde gibi' sunulan paralel yapının, örgütün varlığını Cumhurbaşkanı Erdoğan'a hatırlatmaktır.

Ancak parti yönetimi ve hükümetin defansı vardı. Özellikle toplumsal kutuplaşmanın nedeninin Cumhurbaşkanı olarak gösterilmesi, hatta hatta bunun ötesinde Erdoğan'ın 'kriz unsuru' olarak gösterilmesinin kaynağı parti genel merkeziydi. Bu algı yönetimin nedeni Erdoğan ile parti arasındaki diyaloğun koparılması, parti yönetimin bağımsızlığını ilan edebilmesi ve önemlisi Başkanlık sisteminin askıya alınmasıydı. Artık açıkça belli ki Erdoğan İran'a resmi ziyaret yaparken değiştirilmiş milletvekili aday listesi YSK'ya teslim edildi. 7 Haziran seçimleri Erdoğan'ın yakın yol arkadaşlarının paralel yapıyla mücadele etmek yerine Erdoğan'a iki yıl zaman kaybettirmeleriyle siyasi darbe gerçekleştirdi. Erdoğan 'Ben yakın çalışma arkadaşlarıma inandıramadım' sözü bu nedenle söylenmiştir.

Dört gündür 50 yıllık mücadeleyi bazı satır başlarıyla özetledik. Yazılmayan o kadar çok şey var ki…!