Milli Görüş’ün ensesinde boza pişiren FETÖ''cüler (2)


15 Temmuz darbesinin hemen ardından Hürses Gazetesi'nde 'Milli Görüş'ün Ensesinde Boza Pişiren FETÖ'cüler' başlıklı 4 günlük yazı dizisi kaleme almıştım. Kamuoyu tarafından büyük ilgiyle okunan yazı dizisi yakın tarihimizde önemli olaylar hakkında kısa bilgiler içeriyordu.

Okuyucularımızdan gelen talepleri dikkate alarak tarihe ışık tutacak yazı dizisini tekrar yayınlıyoruz.

İyi okumalar

Fehmi Çalmuk

AK PARTİ KURULURKEN ERDOĞAN'I ALMAK İSTEMEDİLER

Eğer Amerika bu darbeyi destekliyorsa ve yaptırdıysa, emrinde NATO gibi konvansiyonel ve operasyonel bir gücü varken neden 'tahta kurusu' kullandı ? Bu cevap belki de yöneltilen soruların en güzel karşılığı olacaktır. Ancak bugün yaşadıklarımızın daha netice olmadığı kesindir. Bugün yazacaklarım Ak Parti iktidarının özeti. Bir çok olayı es geçmek satır başlarıyla bazı olayları yazmak durumundayım. Bu dönemde gelişen her türlü terör olayının, siyasi krizin altında cemaatin izlerini görmek mümkün. İŞİD'in terör saldırılarının, Hrand Dink cinayetinin, kozmik oda baskınının, Büyükanıt ile Dolmabahçe mutabakatının, Türkiye'nin Suriye krizinin, Mısır'da devrik Mursi'nin neden ısrarla Cumhurbaşkanı adayı yapılmasının, Abdullah Gül'ün yeniden siyaset için gün sayarken parti içindeki kargaşalıkların, Erdoğan'a karşı hareket edenlerin/hareket ettiğini söyleyenlerin gözlerimize sokarcasına ısrarla Erdoğan için 'Mursi gibi bir son' beklediklerini yazmayacağım. Yıllar itibariyle kısaca notlarımıza başlayalım:

Yıl 2001… Recep Tayyip Erdoğan cezaevine girip çıkmış siyaseten yasaklı duruma düşmüştü. RP'nin yerine kurulan Fazilet Partisi'ni ele geçirmek için operasyonlar düzenlendi. Baştan beri yenilikçi harekete sıcak bakan partinin ılımlı ismi Recai Kutan'ın şefkatinden yararlanan cemaatin etkisinde kalan parti yöneticileri ilk önce partinin Erbakan ile ilişkisini kesmeyi denediler. Belki de Erbakan'ın İslami siyaset kaygısı taşımayan en renksiz partisi Fazilet olmuştu. Bindiği dalı kesercesine Cumhurbaşkanlığı'nda Ahmet Necdet Sezer'i desteklediler. Diğer aday 'hocaların hocası' Nevzat Yalçıntaş'a arkadaşlarından oy çıkmadı. Artık son aşama FP'nin genel başkanlığı için aday olmaktı. Abdullah Gül aday oldu. Ancak İstanbul il başkanı Numan Kurtulmuş Erbakan'dan yana tavır alınca kongreyi Kutan kazandı. Artık yeni parti için gün sayılıyordu. Açılan kapatma davasında yapılan savunma bile teatral özellikler taşıyordu. Bile bile lades denilerek FP kapatıldı ki F. Gülen'in siyasi manevrası işlerlik kazanacaktı. Kadrolar F. Gülen cemaatinin eşliğinde yüzbinlerce dolarlar vererek Amerika'da lobilere soyundu. Bütün ısrarlara rağmen Erdoğan Pensilvanya'ya gitmedi. Direndi. Ancak gidenler, icazet alanlar vardı.

Yıl 2002… Erbakan'dan sonra sıra Erdoğan'a gelmişti… Erdoğan kayıt dışı bırakılabilir miydi? AK Parti kurulurken 312 mağduru Recep Tayyip Erdoğan'ın parti kuruculuğuna sıra gelmişti ki, Ertuğrul Yalçınbayır oturduğu yerden söze karıştı: 'Kurucu üye olmanız doğru değil. En iyisi parti kurulsun sade bir üye olarak partiye girin öyle genel başkan seçilin. Anayasa Mahkemesi'nin bu konuda yeni bir kararına mahal bırakmayın' Tayyip Erdoğan oldukça net bir ifade kullandı:

- Kurucusu olmadığım bir partinin genel başkanı olmam. Ben hukuki duruş değil siyasi duruş sergiliyorum !

Erdoğan itirazlara rağmen hem kurucu oldu hem de genel başkan seçildi. Sıra ikinci adıma geldi. PAM'ın yöneticilerinden biri Hürriyet Gazetesi muhabirine 'Erdoğan Başbakan olamıyor. Bunu manşetten yaz. Adli sicil belgesi alamıyor' diye inceden inceye yazdırdı. Gerçekten Erdoğan seçime giremedi. Başbakan da olamadı. Yeni kurulan hükümete, bürokrasiye; İngilizce bilen, Avrupa, Amerika görmüş, yakışıklı ancak aklı ve imanı F. Gülen'e teslim gençler yerleştirildi. Artık Bakanlar, Müsteşarlar partiden değil Cemaatten atanıyor, Başbakanlığın akredite gazetecileri, Başbakanlık uçağına binecekler Zaman Gazetesi'nden belirleniyordu. Erdoğan ile hareket eden Milli Görüş kökenli milletvekilleri kendilerini yabancı hissetmeye başladı.Ancak partideki vicdan 2003'de Irak tezkeresinde özellikle eski Milli Görüş geleneğiyle ortaya çıktı. Dönemin Başbakanı'na Nobel barış ödülü aldırma çabası vardı. Erdoğan beş ay sonra Başbakan olmuştu. Kaldığı yerden değil kandığı/ kanmış gibi göründüğü yerden devam etti. Bu arada İlk belediye seçimi öncesi Bülent Arınç, Hüseyin Gülerce başkanlığındaki cemaat üyelerine 'Melih Gökçek hakkında kampanya yapın. Tekrar aday olmasın' bile diyebiliyordu. Cemaat parti içinde zirve yapmıştı.

Yıl 2003… Mayıs ayında Başbakan Erdoğan'ın grup toplantısı konuşma metni Genelkurmay başta olmak üzere askeri kurumlara fakslanmıştı. Kimse bu olaya bir anlam veremedi. Milli Güvenlik Kurulu toplantısından bir gün önce partinin genel sekreteri İdris Naim Şahin'in makam faksından gönderiliyordu. Yazı İstanbul Milletvekili Hüseyin Besni, Başbakanlık müşavirleri, Prof. Dr. Ömer Dinçer ve Prof. Dr. Nabi Avcı tarafından kaleme alınmış ve oldukça sert ifadeler içeriyordu. '365 ile halka gideriz', 'Türkiye'nin her karışını tek tek dolaşırız' gibi ifadeler varken bir de yolsuzlukla ilgili uyarı vardı: 'Bu güne kadar bir çok kurumda bir çok yolsuzluklar oluyor ama duyulmuyor. Biz bunları kamuoyuyla paylaşırız.' Ancak fakslanan metin Erdoğan tarafından son anda grup toplantısında okunmadı. Erdoğan'a karşı parti içinde anlam verilemeyen bir kıpırdanmaya vardı.

O yıl 7. Uyum paketiyle Erdoğan'ın önüne YAŞ kararlarının Danıştay denetimine açılması isteniyordu. Erdoğan'a bu konuda çok ısrar ve baskı geldi. Bakanlar Kurulu toplantısında Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül devreye girdi: 'YAŞ kararlarının en önemlisi terfilerdir. Terfilerin yargı denetimine açılmasını yanlış görürüm. Bu benim şahsi kanaatimdir. Vaktiyle Danıştay Paşaları vardı, ona benzer bir durum olur. Bir generalin terfi edip etmeyeceğine kendisinden daha küçük rütbeli askeri yargı mensupları karar verecekler. Bunu sağlıklı ve doğru bulmuyorum' dedi. Erdoğan daha o yıllardaTürk Silahlı Kuvvetleri'nde terfileri düzenlemek isteyen F. Gülen ekibini bloke etmişti. Çok geçmeden terfi olmayınca tasfiye dönemi başlatılacaktı.

Yıl 2007… Hrand Dink, Türkiye için önemini ancak ve ancak Osmanlı'nın 'Milleti Sadıka' deyimi anlatabilirdi. Suikast baştan aşağı istihbarat oyunlarına benziyordu. Azmettirici polis muhbiri E.Tuncer'in ünlü bir sağ liderin adaylığında sandık müşahidi olarak görev yaptığı da biliniyordu. Muhsin Yazıcıoğlu cinayetin olduğu gün karmakarışık bir ilişki yumağından rahatsızlığını dile getirmiş, cemaatin istihbaratı ele geçirmesinin tehlikesini anlatmıştı. Cinayetin en büyük mesajı Erdoğan'aydı. 'Her ünlüye suikast girişimi ve büyük terör olayı gelecek bir darbenin habercisidir' derler ya, öyle de oldu.

Kutlu Doğum haftası etkinliklerine karşı Genelkurmay başkanlığından 27 Nisan akşamı e-bildiri yayınlandı. Bildiri karşısında hükümet sert tavır aldı. Mezara kadar açıklanmayacak olan görüşme Erdoğan ve Büyükanıt arasında Dolmabahçe'de yapıldı. Ancak bu olayın perde arkası Cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgiliydi. Cemaat, Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı olmasını istemiyordu. Onun elini kolunun bağlanması gerekiyordu. 367 oylamasının yaşandığı gün bir siyasi partinin bütün ısrarlara rağmen TBMM genel kuruluna girmemesi cemaatin tezgahıydı. Onlar, toplumun Erdoğan'a hazır olmadığı görüşünü savundu. Bülent Arınç, Abdüllatif Şener'i de ikna ederek Abdullah Gül'ü aday olması için zorladı. 'Ya ben, ya sen' diyerek… Ki Gül, Erdoğan varken öne bile çıkmıyordu. Ancak STK'lar başta olmak üzere büyük bir lobi yapıldı. Erdoğan, 'kardeşim' dediği Abdullah Gül'ü aday gösterdi. Sırasını ona vermişti. Ünlü 367 krizi çıktığında Gül, TBMM'den desteğini alamamıştı. Gül'ü desteklemeye girmeyen ANAP lideri Cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi karşılığında Anayasa'ya destek vereceğini söyledi. Anayasa değişti. Erken seçime gidildi. Erdoğan kendisinin hakkı olan adaylığını açıklayamadan Gül, Cumhurbaşkanı adayı olarak kulislere başlamıştı bile… Ankara MÜSİAD ziyaretinde adaylığı için 'Mecbur kaldım' diyecekti. Cemaat, Erdoğan ile Gül arasında makası giderek açmak için önemli bir adım atmıştı.

Yıl 2008… Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, AK Parti'nin 'laikliğe aykırı fiillerin odağı haline geldiği' gerekçesiyle kapatılması için açtığı davadan 17 gün sonra 31 Mart'ta iddianame Anayasa Mahkemesi tarafından kabul edildi. Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere, dönemin Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dahil 71 kişinin 5 yıl süreyle siyasetten tasfiyesini içeren dava dönemin Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay'a göre 'derin devlet' ve 'Ergenekon' işiydi. Ancak TBMM Başkanvekili Sadık Yakut, Tayyip Erdoğan'ın sorusu üzerine 'Bu işin altında Fethullah Hoca var. Bu dava sizi tasfiyeyi öngörüyor' şeklindeki sözleri büyük bir şaşkınlıkla karşılanmıştı. Parti kapatılmamış ancak hazine yardımı 11 üyeden 10'nun oyuyla yarı yarıya kesilmişti. Erdoğan terbiye edilmek istenmiş ardından Türk Silahlı Kuvvetlerine yönelik tutuklamalar, Ergenekon, Balyoz, Casusluk davaları tsunami gibi gelmişti. Kapatma davası sistem karşısında Ak Parti'nin gardını düşürmüştü.

AK Parti'ye yönelik darbe girişimi hazırlanıyor diye başlayan Ergenekon kapsamındaki ilk dava 86 sanığın katılımıyla 20 Ekim 2008'de Silivri Cezaevinde başladı. Askeri göreve çağıran, bu çağrılara kulak kabartan, örgütlenen, darbeye niyetlenen elbette bir kesim vardı. 'Vatan elden gidiyor' algı yönetimi başarılı olmuş cemaat inanılmaz manevra alanı kazanmıştı. Görüntüde hazırladığı iddianameyle darbeyi engelleyen F. Gülen'in cemaatiydi. Hakimler, savcılar ali kıran baş kesen gibi devletten güçlü hale geldiler. Öyle bir algı yönetimi düzenlenmişti ki, toprakta gömülü olarak bulunan cephanelerinin bir gün önceki gazetelere sarılı olmasını bile kimse önemsemedi. Görmezlikten geldi. Erdoğan bile oluşturulan sinerjiden dolayı bu 'davaların savcıyım' demeye başlamıştı. Yer gök cemaatin kahramanlıklarına sahne oluyordu. AK Parti'yi ipten alma, Erdoğan'ı koruma gibi üstlendikleri görevin kendileri için bütün yolların açılmasını sağlaması gerekiyordu. Öyle de oldu. CIA tarafından finanse edilen ve cemaat tarafından yönetilen Taraf Gazetesi 12 Haziran 2009 günü 'AK Parti ve Gülen'i bitirme planı açıkladı. Artık ölümü gösterip sıtmaya razı etme operasyonu başlamalıydı. Ak Parti Hükümetti. Peki cemaat ne idi? Cemaat kendisini devlet olarak gördü ve devletin yerine koydu. Cemaati bitirme niyeti hükümeti bitirme görevinden önemliydi.

3 Ekim 2008'de 600 PKK'lının ağır silahlarla Şemdinli Aktütün karakoluna Kuzey Irak'tan ateş açmaları sonucu 15 Türk askeri hayatını kaybetmiş, 2'si ağır olmak üzere 20 asker de yaralanmıştı. Türkiye bu acıya yana dursun Taraf Gazetesi olaydan beş gün sonra İç Güvenlik Harekat Durum raporları ve İnsansız Hava Araçları'nın ilettiği anlık istihbarat bilgilerinin Aktütün baskınından bir ay önce Genelkurmay'a haberdar edildiğini yazdı. Gerekli önlemi almamakla suçlanan Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ 'Herkesi doğru yerde bulunmaya' davet etti. Başbakan Erdoğan, Başbuğa sahip çıkınca, gazete 'Paşasının Başbakanı' manşetiyle çıkıyordu. Dağlıca baskının da genelkurmay tarafından bilindiği iddiasına ilişkin haber 8 erin yargılandığı mahkeme sürerken ortaya çıktı. Hedef İlker Başbuğ'u itibarsızlaştırmak ve içeri almaktı. Öyle de oldu. İlker Başbuğ terörist başı olarak cezaevine girdi.

Yıl 2009… Erdoğan, Gülen cemaatinin yurt içi ve yurt dışı faaliyetlerinden rahatsızlığını yakın çevresine dile getirmeye başlamıştı. Cemaatin her ilde valisi, her ilçede kaymakamı, her kurumda imamı vardı. Artık paralel bir devlet yönetiminin emareleri görülmeye başladı. Özellikle Türk Cumhuriyetleri ve Balkanlardaki devletlerde cemaatin Türkiye Cumhuriyeti'nin önüne geçen faaliyetlerine karşı Yunus Emre Enstitüsünün yurt dışında faaliyete başlamasını, Türkçe merkezleri açmasını istedi. Ancak Erdoğan'ın bu isteği cemaatin operasyonu ile sekteye uğradı. Enstitü, Dışişleri Bakanlığı bürokratlarının desteğiyle cemaat örgütlenmesine dönüştü. Halen bu yapı ayıklanmış değil. Erdoğan'ın hamlesinin bir de yurt içi ayağı vardı. Gülen'e karşı, Mustafa İslamoğlu gibi hocalardan istifade edilecekti. Hilal TV'nin yayınlarına ağırlık verildi.