Her gün bir simit parçası için kanat çırpıyorlardı. Her gün insanların asık suratlarını görmek zorunda kalıyorlardı. Kimi zaman aynı yüzleri kimi zaman farklı yüzleri zihinlerine kazıyorlardı. Bir semboldüler belki ama akılda kalıcı değillerdi. Onların yaptıkları bir deniz gösterisiydi kimine göre. Şuradan iki üç martı geçse de fotoğrafını çeksek derdindelerdi.
Bilmezlerdi o martıların yüreklerini. Duyamazlardı çığlıklarını. Her gün karınlarını doyurabilmek için girdikleri yarışı. Kaybettiklerinde denizin üzerine oturup ağlayışlarını. İnsanların kimisi sağır kimisi dilsiz olmuşlardı. Ne atılan çığlıkları duyabiliyorlardı ne uzaklara seslenebiliyorlardı. Güneşli havalarda hüzünlü olduklarını kimse bilmiyordu martıların. Rüzgara aşık denize aşinaydılar. Ne rüzgarsız ne denizsiz yapabiliyorlardı. Kimse onlar için ağlamamış, kimse onlar için ağıt yakmamış kimse onları okşamamıştı. Her şey vahşileşmiş, insanlar asık suratlı, pis düşünceli ve dönek olmuşlardı. Böyle bir dünya da tek masum kalan onlardı.
Martılar ve deniz aşkı... Onların çığlıklarını duymak gerekti. Duyup yazıya dökmek ve onları anlamak gerekti. Ne kadar saçma geliyor şu yazdıklarım size öyle değil mi? Belki de aklımı bile kaçırdığımı düşünebilirsiniz. Bu iğrençleşmiş ve kötü kalıpları olan dünyada yaşamayı bilseydik her şeye daha iç açıcı ve merhamet dolu yaklaşabilirdik. Eğer siz onların çırpınışlarını ve insanların alaycı gülüşlerini duyup onlar için gözyaşı dökseydiniz beni çok iyi anlayabilirdiniz. Belki de martıları kaybettiklerinde asla pes etmedikleri ve kendi içlerindeki o özgür dayanışma ruhunu gördüğüm için seviyorumdur ne dersiniz?