Karanlık ve Aydınlık

Şehir ayaklarımın altındaydı. Nedenini bilmediğim bir huzura sahiptim. Ay ışığı ağaçların arasından vuruyordu. Rüzgar ahenkle yüzüme vururken bulunduğum yerdeki sayısız çam ağaçlarının mayhoş kokusu beni kendimden geçiriyordu.

Bu evrende ne kadar yalnızdım. Tek başıma bir tepe de oturmuş şehrin ışıklarını izliyordum. Bu şehir beni yoruyordu. Her sabah farklı bir trajediye uyanıyordum. Ne kadar uyanmak istemesem de, göz kapaklarımın şiddetli ağrısı artık gün ışığını görmek istiyordu. Bir ses duydum. Çok derin ve bir o kadar da iç acıtıcıydı. Gecenin sessizliğini bozuyordu.

Ay ışığı bir an yüzüme vurdu. Sesin kaynağını bulmam için. Evet bu rüzgarın tiz çığlıklarıydı. Kayan yıldızları saymaya başladım. Sayarken ölümün git gide daha çok yaklaştığını fark ettim. Yıldızlar bile ölüyordu. Saatler ilerliyordu. Ay yerini güneşe bırakacaktı. İçimde tarifi imkansız bir ürperti oluşmuştu. Ben neden buradaydım? Sanki ay bu geceden sonra yok olup gidecekmiş gibi hissediyordum. Belki de tüm bu olup bitenler benim kafamda kurguladığım bir senaryoydu.

Ölümün iç gıdıklayıcı şarkısını en derinlerimde hissedebiliyordum. Peki şimdi ne yapmalıydım? Bir seçim yapmam gerektiğini hatırladım. Ya karanlığı ya aydınlığı seçecektim. Ama ben karanlıkta daha huzurluydum. Ay batmak, gün ağarmak üzereydi. Karanlığa gömülüp ay'ı sonsuza dek kaybetmeli miydim yoksa ölümümü göze alıp güneşimi beklemeli miydim?