İstanbul Hasreti

Mutluluğun bir ölçüsü olur muydu?

Neydi mutlu olmak?

Sevgi miydi mutluluk?

Aşk mıydı?

Huzur muydu yoksa mutluluk?

Yatağından sabahları sevinçle kalkıp, perdeleri heyecanla açmak mıydı?

Yaşamaya hevesli olmak mıydı mutluluk?

Gelen de pişman oluyordu.

Gelmeyen de pişman oluyordu.

Yüreklerinde hasret vardı.

Özlem vardı gözlerinde.

Ekmek kavgaları vardı.

Yaşamak kaygıları vardı.

Köylerindeki yoksulluğa inat, kat kat gece kondular diktiler. Kendi gurur anıtı gibi görenler vardı bu yapılarını. Kazandıklarını hep köylerine gönderdiler önceleri. Uzaktan uzağa baktılar babalarına, analarına, kardeşlerine. Kimisi düğün parasını biriktirmek için gelmişti çalışmaya, kimisi hayatını kurmak için. Sonra ne düğünleri, ne tatlı rüyaları, ne de hülyaları kaldı geriye. Hepsi dağıldı tek tek, yok oluşlarda buldular birçoğu kendilerini. Analarını, babalarını kaybettiler köylerinde. Şimdi ise buraları kendi memleketleri yaptılar. Buraları, yaşadıkları yerleri benimsediler.

Bitmedi ama hasretleri. Hiç bitmedi bir şeylere özlemleri. Yaşamanın güzelliğine erip, doya doya içemediler güneşin sıcaklığını. Her zaman eksik kaldı sevgiden yana bir şeyler. Eksik ve yarım kaldı yaşama zevkleri. Ayrılırken gözlerinden okunan özlem dolu bakışları hep var oldu. Nice taze ümitler yok oldu bu ayrılıklarda. Nice nişanlı gelinler ayrılmak zorunda kaldı bu gurbet yüzünden. Hasretle beklenen birliktelik, sonsuz acılara bıraktı yerini. İnsanlara nice acılar yaşattı bu koca şehir. İnsanları yapayalnız bıraktı içinde. Karanlık oldu gün ışığı.

Alın işte size büyük şehir.

Özlemini çektiğiniz, hayalini kurduğunuz şehir burası.

İşte burada taşı toprağı altın olan şehir.

İşte burada.

Tepe tepe kullanın.