Bir an sessizce, tüm duyularıyla kapatmak her şeyi zamana! Sonra, satmak bu dünyanın anasını bir yeniden ve yenilmeden her şeye..!


Bazen hayatı kapkara bir kutuya benzetirim, üzerinde minik bir düğmesi olan...


O kara kutunun içine hapsolmuş uçsuz bucaksız öyküleriyle, nice bilip-bilinmedik yaşamlarıyla..!


İstediğin an çevir düğmesini, diyar diyar dolaş, konuk ol oradaki öykülere olabildiğince. O hayatlar ki, kendin de dahil olmak üzere, gönlünce çekidüzen verip, bir güzel ayar çek çekebilirsin istediğin zaman ve yaşamlara. Kendin, yakınlarının ve daha birçoklarının..!


Ne kadar kolay olurdu değil mi? Başınız sıkıştı, ya da bir şeye mi üzüldünüz, veya bir yakınınızı mı kaybettiniz, basarsınız ayar düğmesine. Ya aç kapa yapar, filmi başa çeker, ya da istemediğiniz kareleri teker teker silersiniz. Yazarsınız işte, çeşit çeşit hikayeleri kendi karakter ve kahramanlarınızla, zaman ve o ana uyarlayarak...!

Tıpkı Televizyon gibi; kapalı bir kutu, kumandasıyla birlikte, fakat startı siz veriyorsunuz..!


Gecenin bir yarısıdır bulunduğunuz an, kafanız da bi dünya belki, içinde kim bilir neler neler..! Kara kutu dediğimiz hayatın düğmesine hükmedemezsiniz fakat, beyaz camın kumandası elinizin altındadır ve ona hükmedebilirsiniz... O anda, rastgele ve özgürce basarsınız herhangi bir düğmeye. Fakat kim bilir, şansınıza nice tutsak hikayelerdir kısmetinizdekiler. Dedim ya; gecenin bir yarısı, antenlerde öylesi açık, gününüz yorgun, biraz da bıkkın geçmiş. Vidalar gevşek, hikaye deseniz tam sizlik..!

Kocaman bir yetişkinsiniz, erkek veya kadın, hikayenin kahramanı ise cılız bir kız çocuğu... Üstelikte sizden esintilerle, başlarsınız izlemeye, sonra, sonrası salya sümük... Yürek bu ya, doldukça dolar, dolar... Hani çocukluktan kalma masallar vardır ya, 'kibritçi kız', ya da Kemalettin Tuğcu'dan. Fakat bu defaki bir film, yazar ya da senaristi kimdir bilmem. Başladım izlemeye, ortalardan bi yerden. Filmdeki öykü deseniz, bildiğimiz klasikten, Külkedisi - Sindirella misali..!


Masalımsı öykü, öylesi hüzünlü ve bildik... Hıçkırıklar ise, yıllarca içinizde tutsak olduğunuz çocuğa ait..!

Başlarsınız yeniden yazmaya (!)... İçinizdeki çocuk coşup siz ağlıyorsunuz, siz coşuyor, içinizdeki çocuk koşarken hayata... Ve siz, yazıyor - yazıyorsunuz sadece..!

Kara kutu diye hapsolduğumuz yaşamın şifresidir; işte tam da şu öykünün şurasında deşifre olduğunuz, yerle yeksan... Sizin elinizde olmayan o hayatın düğmesi, öyle bi ayar çekmiş ki zamana, gerisini Allah kayıra..!

Hey çocuk, niye ağlıyorsun..? Oyunlarını, oyuncak bebeklerini çalıp senin sırçadan saraylarında oturanlar utansın..! Özgür bırak içindeki o tutsağı, bak işte şimdi tam zamanı... Ağlama sakın, ne olur ağlama..!

Bir gün yeniden çocuk olmak koşmak hayata, güle oynaya ve bir yeniden, coşmak... İnatla, sımsıkı sarılıp bazen de ağlarken yaşama... Bu dünyanın satmak anasını bir yeniden ve yenilmeden her şeye..!