Haşere-i Mübeşşere

Satırlarımın başında muhterem babam Mustafa Çalmuk'un vefatı nedeniyle cenazeye, taziyeye gelerek, arayarak, mesaj yayınlayarak; acımı paylaşan, dua edenlere teşekkür ederim. Öksüz büyümenin nihayetinde yetim de kaldık. Allah rahmet eylesin. Mekanı cennet olsun. Uzun bir aradan sonra tam da bu satırları yazıyordum ki on ilimizi kapsayan deprem on binlerce insanımızı aramızdan aldı. Rabbim rahmet eylesin. Yaralılara acil şifa dillerim. Türkiye'nin başı sağ olsun. Sabır dilerim, metanet ve idrak kabiliyetiyle birlikte…

Şimdi öyle bir yerdeyiz ki, manda ve himayecilerin, aynı safta kıbleye yöneldiği Müslümanlara ihaneti zaruriyet, hatta hatta bile mecburiyet görmeleri sıradan bir olay değildir. Zira bu olay giderek müslümanları düçar edecek, boyunlarını bükecek yeni bir siyasi yetimliği gündeme getirir ki buna öksüz ve yetim bir kalem erbabı olarak itirazımın ötesinde isyanım vardır. 'Durdurun dünyayı' diye haykırıp; başı dönen, döndürülen, 'cambaza bak' oyununa kurban edilen sahibi vicdana elbette diyeceklerim vardır.

Başlayayım o zaman…

'Geliyor, gelmekte olan' diyor ya Kemal Kılıçdaroğlu… Altılı masanın gelişini müjdeliyor. Masada yer alan liderler de birbiri ardına geleceği müjdeliyor. 'Yıkacağız, iptal edeceğiz, kaldıracağız, değiştireceğiz, oturacağız'…Hatta 'yargılayacağız' diyerek 'geliyor gelmekte olan'ı müjdeliyorlar. Hatta ve hatta enkaz altında kalan on binlerce cana inat enkaz altında Erdoğan'ın, hükümetinin hatta ve hatta devletin kaldığını söylüyorlar. 'Gidiyor gitmekte olan… Yaşasın !' diyerek bir çadır, konteyner konduruveriyorlar.

Mahalle yanıyor, ağıtlar figanlar yükseliyor; inadına inadına saçını tararcasına 'kaos çıkar seçimi erteleyelim' deniyor.

Altılı masayı oluşturanlar safını seçmiş, kendilerini deprem vasıtasıyla zaferle öylesine müjdelemişler ki… Bir de onlara kaosun çocukları ekleniyor ya… Bunları duyar duymaz; İmam Hatip'te okurken merhum Şevki Özkan hocamın yaramazlık eden öğrenciler için söylediği bir söz aklıma geliverdi.

-Haşereyi Mübeşşere

Elbette 'Teşbihte hata olmaz' kabilinden (haşa yoluna kurban olduğum Hz. Muhammed Efendimizin yol arkadaşlarını zerre- i miskal toz kondurmak amacını taşımamaktadır. Bundan Rabbim'e sığınırım) ''Hşr'' kökünden türetilen 'haşır' hem toplanma ve bir araya gelme hem de zarar veren anlamına gelir.

Şimdi yaramaz öğrenciler gibi kurdukları bir çok sehem de birbirinden arkasını kollayan, gece yarıları gizlice evleri dolaşan liderlerin, Arap Bacı gibi ekran ekran dolaşıp 'kaos çıkar' diyenlerin tavrına, eylemlerine baktığımda Şevki Hocamın sözü de ne kadar yerine 'Cuk' diye oturuyor.

Partiler Kaynıyor, Kaynatılıyor

Her ne kadar İyi Parti Genel Başkanı Meral Akşener'i aday çıkarak Abdullah Gül'ün cumhurbaşkanı adaylığını önleyen isim olarak bilsek de üstelendiği 'Can kurtaran' görevinin son zamanda iyiden iyiye yeniden güçlendirdiğini görmekteyiz. Maslak'daki köşke birinci sınıf yol arkadaşını gönderip 'yol, yordam, yöntem' öğrenen kadroların Kemal Kılıçdaroğlu'nu saf dışı yapmak için gece yarısı Ahmet Davutoğlu'nun evine yemeğe gitmesi neyin nesidir? Yine soluğu Maslak'da alan Türkiye'nin en büyük özel okul sahibinin 'geliyor gelmekte olan' dönemin Milli Eğitim Bakanı olmak için Ekrem İmamoğlu'nun il il, köşe bucak dolaştırması boşuna değildir. Deprem var. Ölüm var. Acı var. Göz gözü görmüyor… Koskoca adamlar hem de devleti yönetmeye talip adamlar 'gözoşluk' peşindeler.

Rahmetli Serdengeçti TBMM'ye gelişinde döner kapıdan girmeden bekler. Kadın girer erkek çıkar, erkek girip kadın çıkar. Hemen sözü gediğine koyar:

-Döneklik, Meclis'in kapısında başlamış…

Altılı masa aynı bu hale döndü. İlmek ilmek altılı masayı oluşturan Kemal Kılıçdaroğlu'na karşı genel başkan yardımcıları üzerinden 'mezhepsel' itiraz yapan İyi Parti; bir yandan da diğer partilerin içini karıştırmaya niyetli. Diyeceğim o ki yalnızca CHP kaynamıyor.

Saadet Partisi yönetimi görünürde 'Şartsız ve şüphesiz Kemal Kılıçdaroğlu' diyor. Ancak dört kez açıklama yayınlayan Haymana Mutabakatı'nın ilan ettiği itiraza ek olarak bu hareketin dışındaki isimler parti içinde teşkilata gönderilecek reddiye mektupları hazırda bekletiliyor. Kemal Kılıçdaroğlu'na oy vermeyeceklerini ilan etmeye hazırlanırken Erdoğan'a karşı da 'mütedeyyin aday' çıkarılmasını istiyorlar.

Erdoğan'a Yargısal Darbe mi?

Keşke iş bununla sınırlı kalsa…

Ak Parti içinde de uzantıları olduğu anlaşılan bürokrasinin Erdoğan'a karşı bir darbe hazırlığı olduğunu duyuyorum.. Hem de başını koca koca hukukçuların çektiği darbe. Kimler yok ki içinde ? Her fırsatta Erdoğan'a, Ak Parti'ye neredeyse 'katil suçlaması' yapan baro başkanlarını ziyaret eden kadrolardan tutunda 'Erdoğan kantarın topuzunu kaçırdı' diyen vekillere kadar…

Depremin ilk günü bir hamle yapılacağı anlaşılıyor ki olayın büyüklüğü kadar büyük Türk Milletinin tek yürek ve tek bilek olması bir çok kişinin iştahını boğazında düğümledi. 'Deprem oldu, artık kalamaz' sözlerini 'darbe olacak, her şey güzel olacak, gidecekler' sözlerini bir yerden hatırlar mısınız ?

Dedim ya olmadı buradan yakın dercesine Erdoğan'a ilişkin son bir koz olarak darbe yargı boyutu ile hız kazanacağı konuşuluyor.

Anladığım kadarıyla kaderi 'beyaz kağıda sütle yazılmış yazı' olarak kabul eden ve 'beyazdan beyazı ayırma gayretini', ak sütün içindeki ak kılı görecek kadar mana iklimiyle bütünleştiren bir iradenin Cumhuriyet'in 100. Yılında ne pahasına olursa olsun seçimleri yaptırma kararı devam edecek.

Hesaplama şu şekilde. Buna görev dağılımı da diyebiliriz. Altılı masa haricinde Cumhurbaşkanı adayı olacak bir isim 'bireysel hak ihlali' yapıldığını belirterek Yüksek Seçim Kurulu'na Recep Tayyip Erdoğan'ın Cumhurbaşkanı adayı olamayacağına ilişkin müracaatını yapacak. YSK kararının olumsuz çıkması durumunda (Yani aday olabilir kararından) Anayasa Mahkemesi'ne müracaat edecek.

Anayasa Mahkemesi'nin bireysel başvuru karşısında Erdoğan'ın adaylığının 'hak ihlali' olduğuna karar vermesi halinde işin psikolojik boyutunu bir düşünün... ?

'Avrupa bize aferin der' sözünü 'Avrupa bize kızar, bizi kınar' şeklinde yorumlanmasını…

Erdoğan'ın adaylığının şaibeli olduğunu, kamu vicdanına uymadığına ilişkin psikolojik harbi bir düşünün…

Biz 'Cumhurbaşkanlığı seçimi centilmen bir mücadele olsun' derken şimdiden bel altından vurmalar başladı.

Deprem felaketinin bu öç almaya yeminli insanları sakinleştireceğini hele hele hiç düşünmüyorum.

Uyutulmuş hücrelerin nasıl da ayarlanmış hücreler olacağını yakında görüyoruz ve daha da göreceğiz.

Adanmış ve dadanmış kadroları…

Göreceğiz, bileceğiz Bülentleri de Şerbülentleri de…

Erdoğan'ın Deprem Öncesi Cuma Selamlaması Neyin Nesiydi ?

Dananın kuyruğu da burada kopacak.

'Torunların intikamı' yazımı hatırlar mısınız ? Ya da 'Projesini Projelendirdiğimin Projesi' yazımı… Temel Karamollaoğlu'nun son Külliye ziyaretinde Erdoğan'a 'Cemaatler sizin adaylığınızı istemiyor' mesajı ete kemiğe bürünerek yargısal boyut kazanacak.

(Yine tekrarlayayım: Cemaatler, tarikatlar, tasavvufi hareketler devlete müdahil değil dahil olmalı… 'Paralel devlet 15 Temmuz'da gitti' diye konuşanlar bilsinler ki; paralel devlet kuranların uyuyan hücreleri, işbirlikçileri çoktur. Halen de görevlerinin başındadırlar.)

Yoksa bu kadar olan bitene karşı Abdullah Tivinikli'nin cenazesinden bu yana bir türlü gerçekleşemeyen buluşma gerçekleşmezdi. Görünen bir araya gelmediler belki de getirilmediler. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 'Bir Cuma ansızın gelebilirim' demeden gitti. Apar topar Erenköy Cemaatinin lideri Osman Nuri Toptaş'ın Cuma namazını eda ettiği camiye gitti. Takkesini taktı. Mihraba yakın yerde yüksekte oturan Osman Nuri Toptaş'ın yanına vardı ve Tokalaştı. Namaz bitimi birlikte değil camiden ayrı ayrı çıktılar.

Rahmetli Erbakan Hocamın 'Fehmi gözlerimize bakar manşeti atar' dediği gibi bu ziyaret çok su götürür cinsten yazı yazdırır insana…

Deprem öncesi bu gelişmenin deprem mağdurlarının yaralarının tedavisinde beklenilen ve özlenilen tabloya çevrilmesi ister istemez geleceğimiz adına ümit verici

Gece Uykuyu Terk eden Yalnızca Dervişler Sanıyorduk !

Deniz Baykal da vefat etti. Allah rahmet eylesin. 2022 seçimlerine giderken Edebali açılımıyla CHP'nin geleneksel kodlarını yerle bir ettiğinde bir kitap çalışması için uzun süre bir araya gelmiştik. İmam Hatip'li gençle diskodaki genci bir araya getirebilecek siyasi projeyi düşlerken 'Sabah namazından çıkan cemaat ile meyhaneden çıkanların merhabalaştığı Türkiye'yi hayal ettiğini' söylediğinde merhuma Hacı Bayram-ı Veli'nin kerametini anlattım. Hayatında da kolunun kanadının altında barınan, saklanan, iaşesini kazanan bugünün değimi ile 'alemci' ahaliyi anlattım. 'Biz bunları yaşadık, İlmikten geçirdik. Onun için bu zatların sözlerinin de, öldükten sonra da tasarrufu vardır' dedik.

Deprem oldu olmasına 'görmeliyiz görmekte olanı' diyerek size Kahramanmaraş'tan deprem bölgelerinden birkaç hisseyi kelamı anlatmalıyız belki.

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, depremin acısını yandan, camdan değil candan yaşayarak deprem bölgesini terk etmedi gene… Uykuyu kendisine de haram etti. Kurmayları, bürokratları, yardım ekipleri onlarda uyumadı. Sandalye üzerinden gözlerini kandırıp uykunu aldın aldın gerisi vicdani angaryadır. Enkaz altında bir nefese kesilen kulakların duyamadığı seslerden biridir onun gelişi. Yürüyerek, şatafata gerek olmadan, koruma ordusuna gerek duymadan başında beresi, yeşil parkasıyla selam verip elini gürül gül yanan varile uzattı.

İlk göz göze geldiği yaygın bir dini cemaatin dervişleriydi. Yardım çadırları, aşhanesi ve acil kurtarma ekiplerinin yanında moral ekipleri deprem bölgesiydi. Grubun lideri pozisyonundaki adam uzun sakallarını sıvazlayıp, kuru ayazın yalayıp geçtiği buzhaneye dönen ellerini uzattı ki, Soylu tereddüt etmeden kavradı ellerini…

Ortada üzülecek iki nokta vardı. Biri; on binlerce insanın enkazlarda kalmasına, yaralı kurtulanların tedavi edilmesine, gönülden yaralı insanların barınma, ısınma, doyurulma ve giyinme ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik derin ötesi bir üzüntü. Bunu herkes gibi bakan da, o da paylaşıyordu ki daha cemre bile düşmeden kuru ayazın ortasında soğukta bekliyorlardı.

Ancak bir dervişte kıymık gibi içine batan, yutkunamadığı bir üzüntü vardı. Kahramanmaraş'ta deprem olur olmaz kadroları, jandarmayı, polisleri enkazlara süren Süleyman Soylu bürokratlarını ise farklı bir yere göndermişti. Depremde yıkılan tarihi Selçuklu Şekerli Cami'nin enkazından çıkan Peygamber efendimizin (sav) sakalı şerifi aldırıp güvenilir bir yere koydurmuştu. Hakkındaki binlerce tezvirata inanıp, 'bakanlıktan alınsın' kampanyasına diliyle, fikriyle katkı sağladıkları Süleyman Soylu'nun iki eli arasında kalan ellerine baka kalan, utanma üzüntüsü…

'Biz ne yaptık ?' diyerek pişmanlık gösterecek dik yanan varilin yanı başına karların üzerine serilen hasırlar da safa duran bakan Soylu'nun eliyle sağa davet işaretini gördü.

Namaz sonrası vedalaşırken, minnettar olduğu kadar mahcubiyet içinde şunları söyleyiverdi:

-Gece Uykuyu Terk eden Yalnızca Dervişler Sanıyorduk !

Mana ikliminden kısa bir cevap verdi:

-Biz de Rabbimin hizmet kapısının eşiğinde bekliyoruz.

Halbuki bilinmeliydi ki Devlet uyumaz. Feraseti uykudan ağırdır devletin. Bu kadar şerbülentlerin saf saf kümelendiği bir coğrafyada sessizliğin yegane hedefi zamanında, mekanında kimi gün yakasına, kimi gün boğazına kimi günde sırtını dayadığı kodamanlara çökmektir.

Bu başlığı bitirmeden 'derviş' kapı eşiğinde bekleyen demektir.

İmama Darılıp Namazı mı Bırakıyorsunuz ?

Dedim ya bizim taziyemiz, milletin taziyesine karıştı. Taziye dolayısıyla gelen gidenler var. bilenler bilir… Bergamotlu, karanfilli çayımız her zaman var. Nasibi olan varsa günü ise tarhana çorbamız da var. Sol partinin yönetim kadrosu çıkacaktı ki Milli Görüş geleneğinden çok sevdiğim şimdi ise Erdoğan'ı destekleyen bir dostum çıkageldi. Onları görünce 'Abi hayırdır?' dedi.

Tane tane cevap verdim:

-Bizim dergaha gelenlere 'niye geldin, ne istiyorsun?' denilmez. Çaylarını yudumlayıp, çorbalarını içtiler. Elbette ki sayın Kılıçdaroğlu'nun adaylığını sordular. Dilim döndüğünce anlattım.

-Abi yoksa sende mi Erdoğan'ı terk ettin dedi? Bu kadar çileden sonra terk etsen haksız değilsin!

-Öyle değil !

Bir hatıramı paylaştım.

Yıllar önce sohbet esnafından biri; cennetmekan Erbakan Hocam'a 'Hocam size çok darılmıştım. Ben de gittim onları destekledim' dedi.

Hocam tebessüm etti. Şu yorumu yaptı:

-Be aziz kardeşim… İmama darıldın diye camiye gitmeyip namazı, niyazı mı terk ediyorsun? Cemaat varken kenarda namaz mı kılıyorsun? Lidere darıldın diye cihadı mı terk ettin, ediyorsun? Bilmez misin; lidere sadakat imanımızdandır.

Hatırayı naklettim.

'Anlamadım abi ?' dedi.

Ben de 'Kelamın kısa olanı makbuldür. Anlayan anladı. Sultanım bizi anladı' dedim.

Vesselam…