Harem’üş-Şerîf Sessizliği

İşgal devletinin Gazze’de aylardır sürdürdüğü soykırıma ve Filistin davasına hayatını adayan İsmail Heniyye’nin şehadetine İslâm dünyasının bir kısmının insanı rahatsız edici sessizliği, umursamazlığı acıyı derinleştirmekte, konuyu dert edinenleri hüzünlendirmektedir. İnsanlıktan nasipsiz benzer duruşları, Suriye, Bosna, Irak, Afganistan ve Sudan’daki katliamlarda da görmüştük.
 

Mukaddes Kudüs’te birkaç yıl evvel Olba Kazıları Başkanı çok sevgili Doç. Dr. Yavuz Yeğin’le birlikte on gün kadar kaldık. Bendenizin ikinci ziyaretiydi. Filistin’e ilkinde Yunus Emre Türk Kültür Merkezi ve Kudüs Üniversitesi’nin davetiyle konferans vermek üzere sanatçılar ve hocalardan müteşekkil bir grupla gitmiştik.
Kubbet'us Sahre
 

Bilindiği gibi Kudüs, sıradan bir şehir değil, abartısız her sokağında bir hikâyenin olduğu adeta bir masal şehri. Filistin’in başşehri mukaddes Kudüs’e gitmeden evvel Doç. Dr. Yavuz Yeğin’le elimizden geldiğince kitap, makale, okuyarak Filistin’e ve hassaten Kudüs’e dair bilgilerimizi arttırdık. Okudukça daha okunacak çok şeyler olduğunu anladık. Kuds-i Şerîf, hakikaten her sokağında insanı şaşırtacak bilgi hazinelerinin olduğu muazzam etkileyici bir şehir…
 

Kudüs üzerine okuma yapmak isteyenler için kitap tavsiyelerimizi başka bir yazımıza ayıralım.
Cuma namazı öncesi Harem'üş Şerif
 

Filistinli kardeşlerimizin misafirperverliğiyle günler geçirdiğimiz şehirde olağanüstü bir gezi programıyla hareket ettik. Şehirde evvelce karar verdiğimiz şekilde gidebildiğimiz kadar yeri yeni zamanların iki seyyahı olarak hayranlık ve hüzün karışımı hislerle dolaştık. Hemen şunu belirtelim ki kendi vatanlarında Müslümanlara, Filistinlilere işgal devletince yapılan bilinçli ayrımcılığı, merhametsizliği ifadeye, maalesef kelimeler kifayetsiz kalır.
 

Elbette gezimizin en heyecan verici kısmını Cuma tüm günümüzü ayırdığımız Mescid-i Aksa Alanı oluşturdu. Otelimizden erken saatte ayrılarak Harem’üş-Şerîf’e vardık. Cuma olduğundan tabi hareketlilik göze çarpıyordu. Bugün işgal devleti karakol merkezi olan fevkalâde mimarî işçiliğe sahip Tenkiziyye Medresesi’nin (1329) yanındaki Silsile Kapısı’na geldik. Girişte işgal devletinin askerlerinin pasaport kontrolü sırasında Türk olmamızdan kaynaklanan tahkir edici yaklaşımlarını umursamadan içeri girdik. Dört yüz yıl adaletle hüküm sürdüğümüz mukaddes beldede yetmiş yıldır adaletsizlikle iş çevirenlerin aşağılık kompleksi asla bitmeyecek…
Bab'ur-Rahme'nin iç kısmının görünüşü
 

Harem’üş-Şerîf veya Mescid-i Aksa Alanı’nı belli bir düzen içinde gezmeye karar vermiştik. Aralarında merhum Prof. Dr. Ömer Faruk Harman hocamızla Sayın Pelin Çift’in “Kudüs’ün Gizemli Tarihi”, Sayın Talha Uğurluel’in “Arz’ın Kapısı Kudüs Mescid-i Aksa” kitaplarının da bulunduğu eserleri yanımıza almıştık. Sakin sakin yapıları sırayla gezmeye başladık, bir eseri incelerken kitap, makale ne varsa çıkarıyor, fotoğraf çekiyor, eski fotoğraflarla karşılaştırıyor, varsa planını inceliyor, üzerine tartışarak değerlendiriyorduk. Bir süre sonra yanımıza, sadece Harem’üş-Şerîf içinde görevli Filistin güvenlik görevlileri geldi. Selamlaştıktan sonra pasaportlarımızı istediler, Müslüman Türk olduğumuzu anlayınca samimi bir şekilde selamlayıp gittiler.
Kubbet'us Sahre girişlerinden biri
 

Harem’üş-Şerîf, 144 dönümlük bir saha. Hz Muhammed’in (sav) İsrâ ve Mi’raç mucizesindeki önemli durağı ve Hz Peygamber’in üzerine basıp göğe yükseltildiği, bugün Kubbet’us Sahre altında muhafaza edilen Muallak Kayası nedeniyle olağanüstü mukaddes bir alan. Müslümanların ilk kıblesi olma özelliğinin de temeli bu mucizevî hadise. Bilindiği gibi İslâmiyet’in en mukaddes üç mescidinden biri Harem’üş-Şerîf. Alanın tamamı biz Müslümanlar için mukaddes, “Mescid-i Aksa” hem alanı tanımlayan hem de Kıble Mescidi için kullanılan isim, bu nedenle karıştırılabiliyor. Emevîlerin inşa ettiği her iki yapı da bizler için olağanüstü önemli ve nitekim yüz yıllarca Kudüs’e sayısız hizmetler eden Abbasîler, Fatımîler, Eyyubîler, Memlûkler ve Osmanlıların da birçok kıymetli eseri mevcudiyetini koruyor.
 

Doç. Dr. Yavuz Yeğin’le Mescid-i Aksa Alanı’nı gezmeye Cuma namazı arası verdikten sonra yine kitaplarımızla olabildiğince ayrıntılı incelemeler yapmaya devam ettik. Dolaşırken Filistinli güvenlik tekrar yanımıza geldiler, bu defa başka görevlilerdi. Yine pasaport istediler ve Türk olduğumuzu görünce memnuniyetlerini ifade edip gittiler. Doğrusu günlerdir Kudüs’ü geziyorduk ve işgal devleti askerlerinin pasaport sorgularından sıkılmış, İslâm toprağı olan Harem’üş-Şerîf’i huzur içinde gezme umuduyla gelmiştik.
 

Filistinli polislerin pasaport sorgusunun sonuncusu, Bab’ür Rahme / Altın Kapı ve çevresini incelediğimizde oldu. Bu defa, gelenlere sadece gezdiğimizi, üçüncü defa polisin bize pasaport sorduğunu neden böyle yaptıklarını anlamadığımızı söyledik. Türk olduğumuzu öğrenince gayet dostane davranan Filistinli görevliler, acı acı gülerek elimizdeki kitapları işaret ettiler ve hiç unutamadığımız şu cümleyi söylediler: “Kudüs’te sadece Batılılar ellerinde kitaplarla gezerler, Harem’üş-Şerîf’e ise gayrimüslimlerin girmesi yasak. Sizin elinizde kitaplar var, Müslümanlar burada kitapla gezmez, size kim olduğunuzu bu yüzden soruyoruz.”
 

Filistinli kardeşlerimiz, İslâm dünyasının üç yüz yılını bir cümlede özetledikten sonra bizi muhabbetle selamlayıp gittiklerinde sevgili Yavuz Yeğin’le elimizde kitaplarımız, bir süre Harem’üş-Şerîf’te hüzünlü bir şekilde sessizce durduk ve düşündük…
 

Üzerimize serpilmiş ölü toprağından kurtulmak temennisiyle…