Günümüz dünyasında bir şeyler oluyor tıpkı yüz yıl önceki gibi. Salgından bahsetmiyorum. Sanki savaş kokuları geliyor. Özellikle ülkemizde gelişen ve değişen olaylar çok daha önemli ve çok daha ilginç. Bir günümüz bir günümüze uymuyor. Gündem her gün değişiyor ya da değiştiriliyor.
Gündemimiz çok yüklü: savaş hazırlıkları, eğitim, öğrencilerin geleceği, ekonomi, bir anda aşırı zengin olanlar, sıcak bir kap yemeğe muhtaç aileler, işsizlik, işsiz gençler, bir tarafta devletin ve belediyelerin akıl almaz israfı, ihaleler, halkın cebinden çıkan vergiler, döviz- altın- borsanın tutarsızlığı, buna karşılık yöneticilerin rahatlığı; korona salgını, salgına iman gücüyle karşı koymak isteyen cahil ve garip insanlar, hastaneler, sağlık çalışanları; üreticiler, köylüler, bir hiç uğruna üretim kaynağımız olan fabrikalarımızın satılması ve fabrikalarımızın ürettiği ürünlerin yüksek ücretle ithal edilmesi; çevre kirliliği, siyasi kirlilik; devletin her odasına sızmış cemaat militanları, diyanetin fetvaları, cemaatlerin akıl almaz ibadet- zikir- kıyafet- dini yorumlama gariplikleri; dış ilişkilerimiz, dost görünen arkamızdan kuyumuzu kazan harici dostlar ve garip bir şekilde ve çok anlamsızca Mondros- Sevr- Lozan tartışmaları; ayrıca bu tartışmaların basında ve televizyon ekranlarında sürekli aynı kişilerin aynı bilgileri halka anlatması…
Halk, her gün bu ağızları dinlemekten bıktı artık!
Böyle işte… Bu gibi ülke sorunlarını daha da uzatabiliriz; ama şimdilik yeter.
Bu sorunlar karşısında ise 'Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi' akıl almaz bir rahatlık içerisinde: Biz halk olarak bu rahatlığı görüyoruz, hissediyoruz.
Gündemi takip ediyoruz:
Her an savaş çıkacakmış gibi… Savaş adeta köpürtülüyor… Sanki I. Dünya Savaşındaymışız gibi cepheler açılıyor; oysa bu günkü şartların dünya savaşıyla hiç bir ilgisi yok. Yani öyle bağımsızlık, varlık- yokluk mücadelesi değil bu. Komşuluk ilişkilerimiz bozuldu. Oysa bizim sınır ülkeleriyle iyi geçinmeye mecburiyetimiz var; onların da bizimle! Amerika'nın, İngiliz'in bizim sınırlarımızda, topraklarımızda ne işleri var? Batı ülkelerinde komşuluk ilişkileri bozulan hiçbir ülke yok. Olsa bile uygar ilişkiler içerisinde oturup, konuşup çözüyorlar. Seçimlerine, iç siyasetlerine yansıtmıyorlar. Biz bunu başaramıyoruz! Bazı ülkelerin sözlerinden çıkamıyoruz: Amerika, rahip Brunson'u istedi: olur, demiştik; Merkel'in bir isteği vardı: cezaevindeki vatandaşı, tutuklu olmasına rağmen serbest bıraktık. Kafamız karıştı. Emperyalist emirleri uyguluyoruz; kamuoyunda muhaliflerin haddini bildiriyoruz… Kafamız tam karışık.
Gördünüz işte, komşuluk ilişkilerimiz bozulunca Güneydoğu'da çatışmalar durmuyor, sonra Kafkas cephesi açıldı, Doğu Akdeniz cephesi, Kıbrıs cephesi, Ege cephesi açıldı…
E peki tüm bu işin içinden nasıl çıkacaksınız? Tüm bürokratik hamleler yapıldı da cevap alınamadığı için mi savaş söylentisi var? Biliyorsunuz savaş yıkımdır. Bunu en iyi bilen millet biziz. Şunu da unutmayın ki bu savaşlardan hiçbir zaman muzaffer bir komutan çıkmaz; çünkü bu savaşlar siyasi aşılarla köpürtülmüş savaşlardır. Tam aksine, tıpkı I. Dünya Savaşında ZAFER KAZANACAĞIM edasıyla ortaya çıkan Yunan komutan Trikopis ve İngiliz devlet adamı Çhorçil gibi hüsrana uğrarsınız. Ve Mustafa Kemal Atatürk'ün şu sözünü unutmayın: 'Vatan savunması olmadığı müddetçe savaş bir cinayettir!' Nafile destanlarla uğraşmayın! Uğraşacaksanız Anadolu insanının dertleriyle hemhal olun. Çalışkan, dürüst Türk Milletini keşfedin, ayağa kaldırın.
Bırakınız artık savaşları, çatışmaları; ülkenin binbir derdi var zaten:
Tarafsız ekonomistleri iyi okuyun. Sizler de şunu iyi biliyorsunuz ki zaten ülkenin ekonomik yapısı, üretimi durma noktasında. Zemin kaygan, çatlak kırılmak üzere. Buğdayı, mercimeği bile dışarıdan alıyoruz, bunu da biliyorsunuz.
Salgın var… Dünyada bir milyona yakın insan öldü; ülkemiz de salgın her gün artıyor; bilim insanı tedirgin, halk tedirgin. İşçi, işveren, esnaf, memur, köylü, üretici yarının ne olacağını göremiyor. Ülkenin en önemli insan kaynağı öğrenciler okula gidemiyor salgından dolayı.
Unutmayalım ki bu olayların benzerleri birinci dünya savaşında da yaşanmıştı. Bu yüzden birinci dünya savaşının her sayfası çok iyi incelenmelidir. Her şeyden önce, o yılların adeta fotoğrafını çeken aşağıdaki romanları mutlaka okuyun derim. Eğer bu günün sorunlarını çözmeyi düşünüyorsanız mutlaka okuyunuz.
Vurun Kahpeye, Ateşten Gömlek (Halide Edip Adıvar)
Yaban(Yakup Kadri Karaosmanoğlu), Dikmen Yıldızı (Aka Gündüz)
Üç İstanbul(Mithat Cemal Kuntay), Kalpaklılar (Samim Kocagöz)
Yorgun Savaşçı (Kemal Tahir), Küçük Ağa (Tarık Buğra)
Sodom ve Gomore (Yakup Kadri Karaosmanoğlu)
Ve benim kaleme aldığım
Ben Kara Fatma, Yanık Dere (Mehmet Dağıstanlı)... ve daha bir çokları...
BU GÜNKÜ SIKINTILARI AŞABİLMEMİZ İÇİN:
Sevr, Mondros ve Lozan'ı tarafsız tarihçilerin gözüyle okuyun:
Sevr: Osmanlı'nın parçalanmasıdır...
Mondros: Türklerin yok edilmesidir...
Lozan: Yeniden ayağa kalkıştır...
BU GÜNKÜ SIKINTILARI AŞABİLMEMİZ İÇİN:
Kuvayı Milliyeyi ve Kuvayı Milliye direnişçilerini,
Sivas ve Erzurum Kongrelerini,
İnebolu-Ankara arasında mermi taşıyarak, Kağnılarla İstiklal Yolu yapan kadınları,
Dragaşlı Zeynep Mido Çavuş'u, Nezahat Onbaşı'yı, Şerife Bacı'yı, Erzurumlu Kara Fatma'yı, Halime Çavuş'u, Hafız Selman İzbeli'yi, Gördesli Makbule'yi, Çete Emir Ayşe'yi, Tayyar Rahmiye'yi, Kılavuz Hatice'yi, Saime hanım'ı, Yirik Fatma'yı, Naciye Hanım'ı, Faika Hakkı'yı, Sultan Hanım'ı, Süreyya Sülün hanım'ı, Nazife Kadın'ı, Domaniçli Habibe'yi, Satı Çırpan'ı, Bitlis Defterdarının hanımı'nı, Tokatlı Fadime Ana'yı, Meryem Atmaca'yı,
Mülazım (Teğmen) Ahmet Hamdi Efendi'yi, Hasan Tahsin'i, Maraşlı Sütçü İmam'ı, Antepli Şahin Bey'i, Kuşçubaşı Eşref Bey'i, Zenci Musa'yı, Yüzbaşı Yusuf Kenan'ı, Mazhar Müfit'i, Seyit Onbaşı'yı,Müftü Börekçizade'yi… Ve daha birçoklarını…
Bu destanlar ve destan kahramanları iyi araştırılmalıdır. Onların hayat hikayelerinden hepimiz çok önemli dersler çıkarabiliriz. Onların tümü karşılıksız sevdiler bu memleketi. Hani biz şimdi devlete ait bir ihale açıyoruz, karşılığında da ihaleyi alandan, kurduğumuz vakıflar için hediyeler alıyoruz ya… Oysa o asil insanlar, devletin verdiği maaşı bile reddettiler.
Böyle işte SAYIN devlet yöneticileri.
Bir de şunu hatırlatmak istiyorum:
BU GÜNKÜ SIKINTILARI AŞABİLMEMİZ İÇİN:
Padişah: Vahdettin'i,
Sadrazam: Damat Ferit Paşa'yı, Sadrazam Tevfik Paşa'yı,Sadrazam Salih Paşa'yı
Nemrut Mustafa Paşa'yı, Şeyh Sait'i, Yazar ve Nazır Ali Kemal'i,Yazar Refii Cevat Ulunay'ı, Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi'yi, Divitli Eşref Hoca'yı, İngiliz casusu Arap Lawrence'i… Ve daha birçoklarını… Çok çok iyi araştırmalısınız.
Tıpkı bu gün, çevrenizdeki el etek öpen yazarlar, bilim adamları, siyasetçiler, işadamları gibi…