Gri şehrin, gri insanları


Yağmur'un grisi ruhunu okşuyordu. En sevdiği şarkı kulağında, tüm kaygıları ise avuç içlerindeydi. İstemsizce avuç içlerine baktı. Tekrar ve tekrar. Ne kadar çok yaşanmışlık saklıydı, ne yaralar almıştı bu eller, ne emeklerle çalışmıştı. 17. Kattan aşağı bakıyor ve gri bulutlara karışmak istiyordu. Hayatının fon müziğinde çalan şarkı onu öylesine melankolik bir hale getirmişti ki, neredeyse yıllardır gözlerinden akmayan yaş, sel olup onu boğacaktı. Direndi, her zaman direnirdi zaten. Yaşamak ağır, ruhu hafifti. Kulağındaki şarkı bir an değişti. Radiohead'den 'Fake Plastic Trees'... Bu şarkıyı ne zaman dinlese, uzaklara dalıp giderdi. Sanki çok uzakta çoook özlediği birisi var ve ona kavuşamıyormuş gibi hissedip, sahte şeylerden uzaklaşıp, çok uzaklara gitmek, koşmak, koşmak ve durmak. Durduğunda dünyanın da o an o saniye durması... Koştuğu yerin hayaller ülkesi olmasını ve hayatının geriye kalan yitik kısmını taçlandırmak isterdi.

Şehrin kalabalığına baktı, ne insanlar geçip gidiyordu ayaklarının altından. Gözü, kapalı olan dükkana ilişti aniden. Baktı ve düşündü. Sanki kendisini kapanmış olan bir dükkan ile kıyaslar gibi iç çekti. Onun yanındaki diğer dükkanlar işlek ve sürekli müşterileri olan yerlerdi. O tek başına sanki hayat mücadelesini kaybetmiş gibi öylece kepenk indirmişti. Bazı insanlar da böyleydi işte. Hemen pes edenler ya da hayata 'her şeye rağmen' direnenler. O kapanmış dükkan, hayatın zorluklarına boyun eğmiş bir dükkandı. Yapamamıştı. Belki müşteri toplayamamış, belki de masraflarını karşılayamamıştı. Ama işlek olanlar her şeye rağmen hayat devam ediyorculardandı. Düşündü... Uzunca. O kepenk kapatmış dükkan gibi olamazdı. Olmamalıydı. Her şeye rağmen ayakta dimdik duran olmalıydı. Ne zorluk yaşarsa yaşasın pes etmemeliydi. Belki bu hayatta herkes onu içine kapanmaya ve pes etmeye zorluyordu. Ama o insanlar gibi ne olabilirdi, ne düşünebilirdi. Çünkü o insanlar yağmur yağdığında saklanan insanlardı, ıslanan değil. Oysa yağmuru seviyorsan ıslanmasını da bileceksin, kaçarsan onun tadını nasıl alabilirsin ki?

Yağmur şiddetlenmişti... Yere koyduğu kahveyi bir an olsun unutmuştu, sonra birazcık soğuduğunu farkedip eline alıp bir yudum çekti. Kahveyi çok severdi, ne zaman başı sıkışsa, canı sıkılsa bir sigara eşliğinde hele hava da gri bulutlar varsa saatlerce düşünmesini sağlardı. Yaşadığını anlardı iyi veya kötü.

Bir şimşek ile irkildi. Koşturan insanları izliyordu. Hayattaki tek amacı bir yerlere yetişmek olan insanları ve arabaları, kendi dünyasından izlemek hoşuna gidiyordu. Yavru bir kedinin annesine sırnaştığını gördü. Direndiği gözyaşları bir anda akmaya başladı. Nedenini bilmiyordu. Kendine şaşırdı. Kedi ve annesine bakan esnaf, yağmurdan korumak adına kedileri içeriye götürdü. İçi rahatladı, yoksa o sevmediği sokağa inip kedileri evine taşıyacaktı. 'İyi insanlar var' dedi. 'belki bana, kötüleri denk gelmiş olabilir, ama iyi ki iyiler var ' diye yeniledi. Hiç ayrılmadığı cam kenarından tekrar olanları izlemeye koyuldu. Gri şehri kendine benzetiyordu. Uzaklara daldı, çoook uzaklara...Ağaçlar ilişti gözüne...haşmetle hışırdıyor, kuşları kaçırıyordu. Sanki dili varmış ve konuşuyormuşçasına uğuldayan camları dinledi. Sanki ona anlatmak istediği şeyler vardı. İçeriden her şey iyi ve hoştu belki. Dışarıya çıkmak gerekti, yağmurdan saklanmamak, toprak kokusunu ciğerlere çekmek gerekti. Nasıl yapacaktı bunu? Yıllardır aynı yerde aynı hisle olmanın verdiği sorumluluğu nasıl kenara atacaktı?

Kendi dünyasından çıkarak sokaklara karıştı. Yağmurda doyasıya ıslandı. Korkmadı ve pes etmedi. O yukarıdan baktığı insanların içerisine karıştı. Sanki hepsinin ruhunu görebiliyordu, bazısı pişman bazısı zorluklara pes etmiş bazısı olabildiğince mutlu... Yağmur ona iyi gelmişti. Üzerinden o melankolikliği yıkayıp kaldırıma akıtmıştı adeta. Bu gri şehir hiçte yukarıdan göründüğü kadar soğuk durmuyordu... Hep koşturanları ve yağmurdan kaçanları görmüştü, oysa onun gibi yağmurun tadını doyasıya çıkaran görememişti. Şimdi onun gibi binlercesi vardı. Direnen, ve pes etmeyen. Hayatın tadını çıkaran... Kapanmış dükkanın önüne gitmek istedi. Sağına soluna bakınıp yakınlaştı. Ve dükkanın kapısında satılık yazısındaki telefon numarasını aramak istedi. Hiç yapacağı şey değildi. Aradı ve satın alma işlemlerini gerçekleştirmek için gün aldı. Kendine inanamasa da, hiç karışmak istemeyeceği gri şehrin gri insanlarına karışmak istedi... 'Her şeye rağmen bazı umutları ayakta tutmak gerekir' diye söylendi. İçi tarifi imkansız bir şaşkınlıkla ve koşma isteği ile dolup taştı. Koşuyordu. Sanki ayakları vücudundan farklı hareket eder gibi hızlı koşuyordu... O dükkanı almanın manevi ve mecazi açıdan bir anlamı vardı onun için. Tam pes edecek anda hayata tutunmaktı onun için. O dükkanı yeniden hayata geçirmek, kendisini yenilemek gibiydi onun için... Yaşama tutunmak istemek, pes etmemekti. Koşmaya devam ediyordu, gözyaşları yağmurla bir olmuştu. Kulaklarından hiç gitmeyen o şarkı ile umutlarına durmadan koştu. Koşarken ruhunu sonunda özgür bıraktı.