Eylül...

Tüm buhranlarıyla tüm iç sıkıntılarıyla çekti gitti Eylül. Gelmesi ayrı, gitmesi ayrı bir dertti. Tüm buhranlarıyla, iç sıkıntılarını attı da gitti. Sonbahar'ın ilk göz ağrısıydı ama tüm yaz'ın yükünü çeken de oydu. Şimdi onun için yaprak dökme zamanıydı onun için. Ve rüzgarlarla birlikte tüm ahengini yakalama vaktiydi. Yeşilden sarıya, sarıdan kırmızıya dönmeliydi her şey. Büyük yüce ağaçlar yapraklarını bir bir dökmeli, gövdelerinde konumlanmış kuş yuvalarını açığa çıkarmalıydı. Yapraklar bir bir yere dökülmeli, çevresindeki insanların ayaklarında büyük bir gürültüyle hışırdamalıydı.

Ben büyük yüce bir ağacım. Her mevsim çiçek açar, yapraklarımı dökerim. Bazen birileri benim gölgemde dinlenir huzur bulur, bazen de başka bir ağacın gölgesinde dinlenen olurum. Kimi zaman inanılmaz güzellikte çiçek açar, kimi zaman büyük iri yapraklarımla rüzgarda dans ederim. Kimi zaman kuşlar kollarıma yuva yapar, kimi zaman yapraklarımı döktüğümde çırılçıplak hissederim. Kimi zaman güneş beni yakar kavurur, kimi zaman üşürüm. Bazen bana su verirler bazen beni kesmek yok etmek isterler. Bazen bazı insanlar da bana katılır hemen dibimde küçük bir fidan halini alır. Bazen benden çok daha büyük ve yüce ağaçların ortasında küçücük kalırım. Ama hiçbirimiz birbirimize benzemeyiz, hepimizin farklı özellikleri olur. Kimisi meyve vermez, kimisi çiçek açmaz, kimisi açar, bazıları kokusu ile büyüler bazısı hiç görülmemiş bir türdür bazısının sadece gölgesinde dinlenirsin.

İnsanlar da ağaçlara benzer. Kimi zaman çiçek açar kimi zaman yapraklarını dökerler. Herkesin özelliği, büyüklüğü ve türü farklı ama hepsi aynı toprağa kök salar. Ağaçların ve insanların kaderi; hiç birimiz özelliklerimiz ile aynı olmasak da hepimiz bazen yeşil kalıp bazen solarız...