Soluk bir resim belki, kahramanları siyah-beyaz... Bazen, eski bir dost, bir kitap, sayfalarına gözlerinizden izler değmiş... Çocukluktan kalma bir oyuncak, bir bez bebek, yarı çıplak, duyguları üşümüş. Herhangi bir giysi, ya da takı, biraz hüzün biraz da kahkahalarla bezeli. Ve yine çok bildik bir vazo... Azıcık kenarları çatlamış... Köşesinde unutulan tablo, kim bilir yılların tozlu anılarını hangi gizemler süslemiş, gün yüzü görmeyeli...! Müdavimlerinin ruhundan parçalarıyla..!
Kaybedilen değerlere dair içimizde hep buruk bir özlem taşırız değil mi? Aslında bu hüzün, acaba eskiye mi yoksa farkında olmaksızın eskiterek, vefasızca bir kenarda unuttuğumuz yaşamlara mı..?
Zaman zaman sosyal medyada, bir furyadır gidiyor... Eski İstanbullar, eski İstanbullular eski insanlar, eski dostlar, eski şarkılar, eski resimler, eski anılar...
Eski de püskü ve eskimeyen nostaljiler...!
Bir bakıyorsunuz, boy boy resimler; İstanbul'un eski evleri, köşkleri, yalıları, herkesin kendine göre anılarla dolu bin bir köşesi, sokak ve caddeleri... Dışarıdan misafir bir gözle baktığınızda bile içinizde bir merak uyanmıyor değil hani..!
Bunları düşündüğünüzde, bir an içiniz ürperiyor ve onların yerine de koyduğunuz oluyor kendinizi belki.. Ve farkında olmadan konuk olduğunuz bu nostaljik seyahatte, hayal gücünüz yettiği sürece, çeşit çeşit senaryolar yazmaya başlarsınız mutlu ve mutsuz..!
Aslında bir taraftan baktığınızda, hoş ve nostaljik duygular bunlar. Tabi bu nostaljinin neresinde durduğunuza da bağlı bir anlamda.
Nostalji deyince ister istemez eski ve ikinci el dediğimiz eşyalar da bu merakımızı körüklüyor sanki. Eski eşyalar, eski resimler, eskici dükkanları, şimdiki tabiriyle spotçular... Zamanında ilk elden bakamadığımız yaşamın, ikinci boyutuna farkında olmadan ve zevkle akmaya bile başlayabiliriz bile, yeter ki, yeterince sebebiniz olsun..!
Bir taraftan hoyratça yakıp yıktığımız kültürler... Bir çırpıda paramparça edip bir tarafa fırlattığımız yüreklerle gelenek ve göreneklerimiz. Her gün çakma yüzlere arşınladığımız İstanbul'un bir başka çarşıları... Çarşaf çarşaf senin ve diğerlerinin ötekileştirmeye çalıştıkları simalar... Ve sonra o yabancılaştırdığımız, yabancılaştırarak eskittiklerimizi mumla arama çabalarımız..!
İstanbul, İstanbul diyoruz ya hep... Sadece İstanbul mu, sakladı bağrında bunca hayatları ve yaşamların oymalı bohçalarını, kaybolan diğer yüzlerini... Yoksa kendi nostaljisiyle mi haykırıyor nice hayatları, içinde eskitemediği mahzunluğuyla. Bazen, bi vapur düdüğüne karışan martıların çığlıkları köpük köpük... Bazen de 'eskiciiiii' diye haykıran bir başka sitemler ve artık, bit pazarına yağmaya başlayan nurlarıyla...!
Çarşı - Pazar, alışveriş mağaza, sinema... Sahi onların da eskisi değil mi..?
Sonra iş... Arkadaşların ve olmayanlar tabii ki...! Ha burada bir de ayrıcalık var. Her şeyin eskisi makbul ya, bu yüzden pek geçerli değil bu ironi... Yani bazı mezbelelerde insanlık dibe vurduğu mezbeleler gibi. Hani diyoruz ya hep; eskiler, eski dostlar, eski şarkılar... Aahh gözü kör olsun... Olsun da, sözüm hangi meclisten içeri..!
Bu gün tozu fazla dumana kattık galiba, argo tabirle tozutsak ta... Şartlar böyle gerektiriyor bazen de, halının altındaki tozlar gibi..!
Hani bir de derler ya, 'burası İstanbul, başka İstanbul yok..!
Sadece İstanbul mu..? İstanbul'dan başka daha ne İstanbullar var ki.. Dışı sizi, içi bizi yakan.! Bizler eski akçe altında, görmek istediğimiz güzellikleri göstermeye çalışırken, istemediklerimizi sineye çekiyoruz galiba. O sine ki, bu gün gelip, gün yüzüne çıktığında, bugünkü kültürel çarpıklıklarla çarpışmak zorunda kalabiliyoruz.. Halının altındaki tozlardan ise bir eser yok artık... Ve yine artık, gün yüzüne çıkan naftalin kokulu gerçekler ise, alıcı kuşlarını beklemekte..!
Bu gerçekler ki, o tozlardan daha kirli ve pis belki..!
Daha nice eski İstanbul ve sinedekilerle buluşmak dileğimle..!