Toplum, kadını içine kapanık olmaya, etliye sütlüye karışmamaya şartladığı gibi erkeği de ağlamamaya, tabir-i caizse duygusallığı neredeyse sıfır çizgisinde tutmaya zorlar. Elbette evrimsel kısımları vardır. Ama bu artık patolojik bir hal almaya başlamadı mı?
Kimdir bu toplum?
Senden benden oluşmuyor mu? O toplumun öncesinde başka bir toplum yok muydu?
Tıpkı aile gibi her gelen bir öncekini kopyalıyor. Ve tıpkı bir bireyin, Gülseren Budayıcıoğlu'nun deyimiyle bu 'kader motifi'ni fark edip terapiye gelmesi gibi toplumun da kendi zincirlerini onarması (kırması değil) gerekmiyor mu?
Erkekler de ağlar... Ağlamalı!
Hem de neye biliyor musunuz? Bu sıfır çizgisinde seyreden duygusal küntlüğün; içlerine nasıl mavi boyalarla, oyuncak silahlarla ve arabalarla toplum tarafından yerleştirildiğine... Tıpkı terapideki insanın çocukluğuna, travmalarına, karnesindeki kırıklardan 10 kat fazla kıran ebeveynine ağlaması gibi...
Katarsis, duygusal boşalımdır. Ağlamaktır kana kana...
Ve her ameliyatın ilk aşaması cerahati boşaltmaktır. Bu da iyileşmenin ilk adımıdır.
Psikolojik iyi oluş sadece birey bazında olmaz. Toplum bazında olur. Olmalıdır da!..
Kadın/Erkek meselesi değil bu. Bir toplum meselesi
Toplumsal bir katarsise ihtiyaç yok mu sizce?