Eğitim-Öğretimde nerden nereye…

Yaklaşık olarak 2,5 milyon gencimiz, 27, 28.6.2020 tarihlerinde yapılan YKS sınavlarında ter döktü. Sınav sonuçlarına göre sevinenler de üzülenler de olacak. Üzülecekler şunu bilmeli, bazen kaybetmek kazanmaktan iyidir. Yani hayrımıza(iyiliğimize) olacağını umduğumuz bir şeyin şerrimize(kötülüğümüze), şerrimize olacak şeyin de hayrımıza olacağını bilemeyiz.

Eğitim ve öğretimin bir ülkenin kalkınmasında ve gelişmesinde çok büyük önemi olduğunu kimse yadsıyamaz. Önemli olan; eğitim-öğretim politikasının her gelen iktidarın ideolojisine ve keyfine göre değil, dünyadaki gelişmelerden ve deneyimlerden faydalanarak, ülkenin ve toplumun kalkınmasına, milli çıkarlarına ve aydınlanmasına katkı sağlamasıdır.

Klasik Osmanlı İmparatorluğu vilayet, şehir, kasaba ve köylerinin kültürüyle uğraşmamış, böyle işlere karışmamıştır. Eğitim, kimlik değiştirmenin bir aracı olarak görülmüş, bunun için eğitim devlete değil, topluma ve cemaatlere bırakılmıştır. 19.yüzyılda merkezin siyasi otoritesi, taşranın zararına güçlü kılınmaya çalışılmıştır. Buna rağmen zaman içinde birçok mahalli eşrafın hizmet verdiği vilayet, sancak ve kaza idare kurulları sadece, uygun gördüklerinde merkezin emrettiği reformları uygulamakla kalmayarak mahalli çıkarları savunmak ve kültürel özelliklerini ifade etmek için farklı görüş açıları sergilemişlerdir.

Bu bağlamda merhum Prof. Dr. Kemal Karpat; 'İslamın Siyasallaşması' yapıtında Said-i Nursi (Bediüzzaman, 1876-1960) merkezi hükümeti, kırsal kesimi ihmal ettiği için suçlamaktan çekinmediğini belirtmekte ve bir kürt olan Nursi'nin Kürtlüğü bir politik bağlılık temeli olarak reddettiğini, Türk Devleti ile İslam milletini savunduğunu söylemektedir. 1902-1903 yıllarında Sultan Abdülhamid'den bir randevu alarak Yıldız Sarayına kaba saba yerli kıyafetiyle gelerek bir görüşme yapmıştır. Bu görüşmede; Doğu Anadolu'nun yürekler acısı ekonomik durumunu anlattıktan sonra Doğu Anadolu'da bazı modern okullar açıldığını, fakat bunlardan ancak Türkçe bilenlerin istifade ettiğini, Türkçe bilmeyenler medresede okutulan fen derslerini ilerlemek ve bir yere gelmek için yeterli saydıklarını, dolayısıyla çocukların modern eğitim ve öğretimden yoksun kaldıklarını Sultana aktarıyor. Doğu Akademisi kurulmasını öneriyor. Ayrıca, Nursi halifeden yetkisini kullanarak Müslümanların sadece ruhani değil fakat aynı zamanda maddi ihtiyaçlarını da tatmin etmesini istiyor. Sultana, İslam zorbalığı yasakladığı için sadakatsizlikten sanık olan kişilerin gizli jurnallere dayanılarak gelişi güzel cezalandırılmak ve sürülmek yerine nizami mahkemeler tarafından yargılanmaları gerektiğini dile getiriyor.

Abdülhamid rejimini eleştirdiği için Said-i Nursi tutuklanıp yargılandığı ifade ediliyor.

Osmanlı Devletindeki misyoner okulları yabancı devletlerin müdahalelerinden dolayı denetlenemiyordu. 1900 yılında sadece Amerika'ya ait 400'ü aşkın okulda 20.000'e yakın öğrenci öğrenim görürken, aynı yıllarda faaliyet gösteren İdadi ve Sultani sayısı 69 olup 7.000'e yakın öğrenci vardı. Aynı yıllarda Osmanlı topraklarındaki misyonerlere ait toplam yabancı okul sayısı 2.000 civarında idi Bunlara azınlıkların kendi okulları da ilave edilirse bu sayı 10.000'e yaklaşmaktaydı.(Sezer, A.1999 Osmanlı Dönemi Misyonerlik Faaliyetleri)

Ülke bütününe yayılmış olan, Şeriye ve Evkaf Vekaletine bağlı bütün medreseler, tekke ve şeyhlere bağlı mektepler, yabancı okullar(yani misyoner okulları), mahalle mektepleri 3 Mart 1924ve eğitim tarihli 430 sayılı Tevhidi Tedrisat Kanunu ile Maarif Vekaletine bağlanmış -öğretimde birlik- sağlanmıştır. Bu devrim kanunu anayasalarla koruma altına alınmıştır.

Bugün ülke sathına yayılmış medreselerin yeterince denetlendiği söylenemez. Siyasal iktidarlar, eğitim-öğretim birliğini sağlamakla yükümlü oldukları gibi cumhuriyet rejimini yıkacak nesiller yetiştirilmesine de müsaade edemezler.

2004 yılında Başbakan olan Recep Tayyip Erdoğan imzasıyla TBMM'sine 'il özel idaresi kanunu tasarısı' sevk ediliyor. Bu tasarının 6.maddesiyle, il özel idarelerinin il sınırları içinde yapmakla görevli ve yetkili oldukları konular arasında 'eğitim' hizmetleri de sayılmıştır. Bu hüküm, 24.6.2004 tarihli 5197 sayılı İl Özel İdaresi Kanunu ile TBMM'ce kabul ediliyor. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer bu Kanunu TBMM'ne iade ediyor. Madde ile ilgili iade gerekçesinde şu hususlara vurgu yapıyor:

'Yapılan düzenlemede her ne kadar 'yasalarla başka bir kamu kurum ve kuruluşuna verilmeyen' ve 'mahalli müşterek nitelikteki' görevlerden söz edilerek konu yönünden sınır getirilmiş izlenimi yaratılmaya çalışılmış ise de, bu ölçütler soyut olup, il özel yönetimlerini 'genel görevli' konumdan çıkarmaya yetmemektedir. Çünkü, merkezi yönetim örgütlenmesinde yer alan kamu kurum ve kuruluşlarının görevi kapsamında sayılmayan ya da genel görevli bir kamu kurum ya da kuruluşunun görev alanında yer almakta iken, yapılacak bir yasal düzenleme ile o kurum ya da kuruluşun görev kapsamından çıkarılan her türlü kamusal hizmet, bu madde nedeniyle, başkaca bir yasal düzenlemeye gerek kalmaksızın il özel idarelerinin görev alanına girecektir.' (TBMM.Dönem:22,Yasama Yılı:3, S.Sayısı:791)

İade gerekçesi doğrultusunda 'eğitim' konusu metinden çıkarılıyor ve 22.2.2005 tarihli 5302 sayılı yeni il özel idaresi kanunu TBMM'ce kabul ediliyor.

Eğitim-öğretimin, iktidarların insafına bırakılamayacak kadar önemli olduğu ortadadır. Bu nedenle bu konuda milli bir politikanın oluşması gerekmektedir.

Ezbercilikten uzak, muhakemeyi ve sorgulamayı ön plana çıkaran bir eğitim ve öğretim sistemine ihtiyacımız vardır

Hamd olsun bugün her ilimizde bir üniversitemiz vardır. Kuşkusuz bu yeterli değildir. Önemli olan, bunların eğitim ve öğretim kalitesini çağdaş ülkeler düzeyine çıkarmaktır.