Duygusal Zehir-5

Ağız dolusu gülüşlerimiz oldu seninle, bir de kaleme sığmayan hüzünlerimiz. Güzel anlarımızda birbirimizin en tenha, yüreğimizin en diplerine kadar inebildiğimiz, bazen yaşadığın bunca karmaşaya hayretler içinde kalıp, vay be, nasıl da dayandın bu kadarına dediğim geceler oldu. Bana geldiğinde sen de yaralıydın, tıpkı benim gibi. İki tarafı delik bir hortum gibiydik. Hangi tarafı tamir etsek diğer tarafı akıyordu. Birbirimizin yarasını birlikte tamir etmeye başlayacağımız yerde aslında birbirimizin yarasını daha da deşmeye, kabukları iyileşmeden koparmaya başlamıştık. Ne yapsak işe yaramıyor yaptığımız her şey sanki gideni anımsatıyor gibi, 'Sen de onun gibi yapma' demeye başlıyorduk. Ne gidenin etkisinden kurtulabilmiştik ne de yeni geleni kabul edebilmiştik.

Yaralı insanlar hep birbirine benziyordu. Buz gibi soğuk bir odaya toplanmış, hepimiz odaya kucağımızda bir kucak dolusu odun getirmiştik. Sanki herkes sorunu çözmek istiyor gibiydi. Herkes karşısındaki üşümüş insanı ısıtmak istiyor ama hepimiz donmaya, titremeye devam ediyorduk. Çünkü hiçbirimizde odunları yakacak kibritimiz yoktu. Ve kibrit olmayınca bütün odunlar bir işe yaramıyordu. Odanın içinde toplanan herkes ateşe nasıl ulaşacağını, sobayı nasıl yakacağını bilmiyor, karşıdan ilgi bekliyordu. Her şey düzelecek, her şey yoluna girecekti belki ama tek sorun bir adet kibrit çöpünün bulunmasına bakıyordu. Odun vardı, kibritimiz yoktu. Sevgimiz vardı ama tahammülümüz yoktu. Öylesi soğuk bir gecenin içinde ateşimi tek başına yakmaya, tek başına ısınmaya karar verdiğim an senden ayrılmam gerektiğini anlamıştım. Çünkü bazı şeyler, içinden çıkılması zor durumlar sadece seninle yaşanıyor, geceler boyu tartışmalarımız bir sonuca ulaşmıyordu. Acıyla başlanan gece yine acıyla sabah oluyordu. Oysa koynumdayken sadece kendini değil, beni de ısıtman gerekiyordu. Oysa yanındaydım, koynundaydım ama ellerim buz gibiydi, üşüyordum. Bana sarıl desem de, sen arkanı dönüp kendi dünyanın içine dalıyor, bense tek başına üşümeye devam ediyordum. Sanki bir sınır vardı aramızda, sanki ortada bir duvar vardı, ben o duvarın öbür tarafına geçemiyordum. Tek bir yatağın içinde olsak da, dünyalarını birleştirmeyi başaramamış iki farklı insandık o yatağın içinde. İlk sevgili günlerimizde, o sımsıcak öpüşmelerinin birinde, 'Bir kadının sevgisi öpüşünden belli olur, öpüşmesine göre ne kadar derinden sevdiğini ya da sevmediğini anlayabilirsin' demiştin. O karanlığın içinde o karanlık ve soğuk yatağın içinde sözlerin beynimi kanatırcasına çarpmaya başlıyordu. Nasıl öpecek acaba sorularıyla sana yaklaşıyor, seni öpmeye çalışıyordum. Ve o son gece fark ettim ki, beni öpmek istemiyordun. Sanki bir görevi yerine getiriyormuş gibi dudaklarını tenime değdiriyor ama öpmüyordun. İstenmediğimi anlayınca içimde sonsuzmuş bir boşluk duyuyor, hızlı banyoya koşup uzun süre sana değen ellerimi, yüzümü yıkıyordum. Sanki bir şeylere, benim olmayan bir bedene dokunmuş, sanki bir suç işlemiş, bir başkasının bahçesinden meyve çalmış gibi kendimi kirlenmiş hissediyordum. Saatlerce suyun altında kalmış olsam da ellerimdeki o kir bir türlü gitmiyor, içimdeki o boşluk kapanmıyordu. Öylesi gecelerde kendime kızıyordum. Neden sevgine sahip çıkamamıştım? Neden kaybetmiştim seni? Neydi aramızda eksik olan şey? Neden ayrılan parçaları bir araya getirmede bu kadar başarısız birisiydim? Aslında ben seninle değil, kendimle savaşıyordum. Eksik olan birçok şey vardı, nedenini bilemediğim, çözüm bulamadığım bir yığın sorun altında yok olmuştuk. Koca ormanda tek başına kalmış bir ağaçtım sanki tüm rüzgara tek başına karşı çıkmak zorunda kalıyordum.

Yine de çok güzel anlarımız da oldu seninle. Bana verdiğin güzelliklerini asla inkar edemem. Senden çok şey öğrendim. Senden sevgini aldım, sevgini içimde yaşadım. En çok ne güzeldi biliyor musun sevgili, kimi kavgalarımızda birdenbire ara verip sözlerini dudaklarımla susturmak istediğimde senin de sanki günlerce uzak kalmış, sanki uzak bir yolculuktan geri dönmüş gibi hasretle öpüşüme karşılık verip, dudaklarımı acıtırcasına öpmendi. Sanki aramızda hiçbir kötü söz söylenmemiş, sanki hiç kızmamış gibi sımsıcak bir sevgiyle bana sarılmandı. Öylesi anlarında tenin kokusu sanki değişir, mis gibi kokardın. Mis kokunu içimin en derinlerine çektikçe kendimden geçer, sevginin o sonsuzluk veren hissini yaşardım. Bana yaşattığın, bana verdiğin o mis kokunu asla unutamam. Odamızdaki o an kötü esen rüzgarı tam tersine çevirdiğin için sana ne kadar teşekkür etsem az gelir. Asla inkar edemem, çoğu zaman tek başına başa çıkamadığım içimdeki korku dolu anlarda senin dizine uzanıp teselli aldığımı. Asla unutamam o minik ellerinle saçlarımı küçük bir çocuğu sever gibi okşadığın anları. Sanki damarlarımdan akan bir kanı durduruyor gibiydi saçlarımdaki parmakların. Güzel ellerinin sıcaklığını, şefkatini asla unutamam. Biz seninle sadece sevgiyi paylaşmadık. Biz seninle aynı zamanda dertlerimizi paylaştık. [2022]