DEĞER BİLMEZLİK

                                                           

Atatürk, diyor ki: “Beni görmek demek, mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi, benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu yeterlidir.”
 

Atatürk’ü anlamak için onun yaptıklarını, yapmak istediklerini; sözlerini iyi okumak, incelemek, irdelemek gerekir. Söz gelimi Büyük Söylevi’ni okumakla başlanabilir. Atatürk’ün Söylevini, demeçlerini okumadan, incelemeden Atatürk’e ve onun kurduğu Cumhuriyet’e saldıranlar, aslında Atatürk’ün yaptıklarını okumamış; başkalarının söyledikleri yalan yanlış sözlere bakarak davranış sergilemektedirler. Kısaca yaptıkları değerbilmezliktir.
 

Bizim değerbilmezler, bilgisizlikten ya da ihanetten böyle davranadursunlar, dünya Atatürk’ün değerini çoktan anlamıştır. Sözelimi, ÜNESCO’NUN 20. Genel Kurulunca benimsenen ve yayımlanan bildiride özetle şöyle denilmektedir: Olağanüstü bir devrimci, sömürgeciliğe, yayılmacılığa karşı açılan savaşların ilk lideri; uluslararası karşılıklı anlayışın, sürekli barışın öncülüğünü yapmış, yaşamı boyunca insanlar arasında hiçbir ayrım gözetmeyen bir uyum ve işbirliği çağının doğacağına inanmış, bu konuda her türlü girişimde bulunmuş; eylemini her zaman barış, uluslararası anlayış ve insan haklarına saygı yönünden gerçekleştirmek isteyen bir barışseverdir.”
 

Bir başka örnek: “ABD’li Prof. Arnold Ludwig’in 1900-2000 yılları arasında yaşayan 1941 lideri, 18 yıl boyunca incelemiş. Bu incelemenin sonucuna göre birincilik Atatürk’e verilmiştir. Atatürk, gelmiş geçmiş en büyük devlet adamıdır.
 

ABD Vandetbit Üniversitesi Profesörlerinden Dr. Kırk Landın, ürettiği kırmızı renkli bir çiçeğe Atatürk adını vermiştir. Dünyada adı, bir çiçeğe verilen tek liderdir Atatürk. Prof. Landın, kendi ülkesinde değerli bir ünlü bulamamış mı ya da diğer ülkelerden bir devlet adamı seçmek gereğini duymamış mı? Niye Atatürk’ü seçmiştir? Düşünmek gerek.
 

Arjantinli tarihçi, akademisyen, diplomat ve Atatürk kitabının yazarı Prof. Dr. Joge Blonco Villalta diyor ki: “Günümüz dünyası henüz Atatürk’ün düşüncesine ulaşamamıştır.”
 

Gemi Başmühendisi Ali Ergöz’ün anılarından da iki örnek verelim: “Yıl 1999. Hindistan’ın Visakapatman Limanı. İçinde Atatürk’ün de bulunduğu Çocuklar İçin Dünya Klasikleri, fazla ilgi gördüğü için yok satıyor. Bizde adı silinmeye çalışılırken dünyanın öbür ucunda çocuklara okutulan Atatürk.
 

Yıl 2003. Kamerun’un Douala Limanı. Gemiye kütük kereste yüklenecek. Yüklemeye nezaret eden kaptan Hırvat. Atatürk resmini düzelttikten sonra şöyle dedi: “Siz, bu insanı ve ideallerini anlayamadınız. Anlamış olsaydınız, bugün Avrupa sizin kapınızda beklerdi.” Bizim bir türlü anlamak istemediğimiz ama Hırvatların anladığı Atatürk.
 

Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi yedi yabancı Atatürk’ün değerini anlamış; ama bizim değerbilmezler hâlâ onun adını silmekle meşguller.
 

Bazı çatlak seslerden Atatürk ne yaptı ki?” söylemi çıkıyor. Atatürk’ün neler yaptığını kısaca özetleyelim: Birinci Genel Savaş sonunda Ülkemiz emperyalist güçler ve onların maşalarınca işgal edilmiştir. Osmanlı Devletinin son yöneticileri, bu işgallere karşı çıkmak yerine, onlarla işbirliğine girişmiştir. Çanakkale’de, destanlar yazan, Doğu ve Güney Cephelerinde başarılar sağlayan Mustafa Kemal (Atatürk), işgaller karşısında sessiz kalamazdı. O, bağımsızlık ve özgürlük sevdalısı, ulusunu ve yurdunu seven bir asker, bir önderdi. Ulusa direniş çağrısı yaptı Amasya Genelgesi ile. Ulusu, Anadolu ve Rumeli Müdafayi Hukuk Cemiyeti çatısında örgütledi. 23 Nisan 1923’te Ankara’da Türkiye Büyük Millet Meclisini topladı. Bu meclis, demokratik kurallar çerçevesinde Kurtuluş savaşımızı yönetti.
 

Emperyalistlerin maşası olan Yunan güçlerine İnönü’nde, Kütahya-Eskişehir yöresinde ve Sakarya(Haymana)’da Türk’ün şamarını vurdu. Sakarya Alan Savaşı, Türk’ün geri çekilişinin ve toprak kaybının son noktası idi. 26 Ağustos 1922’de başlayan Başkomutan Alan Savaşı ile emperyalist güçlerin maşaları ve yandaşları Anadolu’dan sürülüp Akdeniz’in sularına gömüldü. Sakarya Alan Savaşı kazanılmasaydı, emperyalist güçler tüm Anadolu’ya egemen olacak, ülke elden çıkacak, ulus tümüyle yok edilecekti.
 

Sakarya Alan Savaşı kazanılmasaydı, Mustafa Kemal Atatürk sayesinde Çanakkale’de yüzbinlerin canı pahasına kazanılan zaferlerin bir anlamı da olmayacaktı. Şu iki söz, Atatürk’ün ve Çanakkale Savaşları ile Kurtuluş Savaşı’nın Türk ulusu için ne kadar önemli olduğunu çok açık biçimde vurgulamaktadır:
 

“Atatürk olmasaydı, ne Türk ne de Türkiye kalırdı. Türkiye’yi ve Türk neslini yok olmaktan kurtaran Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ben dışarıdan biriyim fakat bir Türk olsa idim, ülkemin mevcudiyetini ona borçlu olacağımı bilirdim. Kendi hayatımı, Atatürk’e borçlu olacağımı bilirdim. Tanrı’ya Mustafa Kemal’i bize gönderdiği için şükrederdim.(ABD’li Tarihçi Justin McCarty).”
 

Atatürk, Müslüman Türk ulusunu iki kere kurtaran tek liderdir: Birincisi Çanakkale’de ve Kurtuluş Savaşı sırasında emperyalistlerin pençesinden kurtarmıştır. İkincisi de Kurtuluş Savaşı sonrasındaki çağdaşlaşma hareketiyle karanlığın pençesinden kurtarmıştır (Tarihçi Sinan Meydan).”
 

Atatürk, devleti işgalden, ulusu yok olmaktan kurtaran, insanlarını ümmetçilikten çağdaş bireyliğe yücelten, halkını ve devletini tam bağımsız duruma getiren bir kurtarıcı, bağımsızlık ve özgürlük sembolüdür. Atatürk, köhnemiş düzenin yerine ulusal egemenliğe dayalı Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmuş devlet kurucusudur.

       Atatürk sadece bir devlet kurmakla kalmamış, kurduğu devleti, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmak için de birbirini tamamlayan devrimler, yenlikler ve ekonomik kalkınma atılımlarını da gerçekleştirmiştir. Yapılanlardan birkaçı:
 

1924-1938 yılları arasında İş Bankası başta olmak üzere Sanayi ve Maden Bankası, Emlak bankası, Merkez bankası, Sümerbank, İller Bankası, Emlak Kredi Bankası, Denizbank, MTA, Kayseri Uçak ve Motor Fabrikası, Eskişehir Uçak Bakım Fabrikası, Ankara Fişek Fabrikası; Alpullu, Uşak, Eskişehir Şeker fabrikaları; Paşabahçe Şişe-Cam, İzmit Kâğıt-Karton; Kırıkkale ve Karabük Demir-Çelik Fabrikaları.
 

O günlerin yokluk içinde ve dünya ekonomik krizine karşın bu yatırımları yapabilmiştir Türkiye Cumhuriyeti. Atatürk’ün devrimleri sayesinde. Kimileri “Bizden önce şu yoktu, bu yoktu diyor ya” demek ki her şey varmış ve yapılıyormuş.
 

Atatürk, diyor ki: “Türkiye’nin gerçek sahibi ve efendisi, gerçek üreticisi ve yetiştiricisi olan köylüdür. O halde her şeyden daha çok refaha ve mutluluğa, servete lâyık olan köylüdür (ASD II, s. 240).” Atatürk ve Cumhuriyet’in en önemli hedefi köylüyü çiftçi yapabilmektir. Atatürk biliyordu ki Türkiye’nin gelişip kalkınması için köylünün eğitilip kalkındırılması şarttır. Günümüzde, Atatürk’ün köylüye ve çiftçiye verdiği değer göz ardı edilmekte; çiftçiler ve gerçek üretici, besici olan köylüler unutulmuş; nitelikli ürün elde etmek için özendirmek, desteklemek yerine dışarıdan aynı ürünler daha pahalıya satın alınmakta ve köylüler, çiftçiler topraktan koparılmaktadır.
 

Köyün ve köylünün küçük çiftçilerin topraktan uzaklaşması, bir beka sorudur. Bunu çok iyi bilen Atatürk,  16 Mart 1923’te Adana çiftçilerine seslenirken şöyle diyor:
 

Dünyada fetihlerin iki aracı vardır: Biri kılıç, diğeri saban. Zaferinin aracı yalnız kılıçtan ibaret olan bir ulus, bir gün girdiği yerden kovulur, küçük düşürülür, sefil ve perişan olur. Ulusları, yurtlarında sürekli yerleşik tutmanın, ulusa istikrar vermenin aracı SABANDIR. Kılıç kullanan kol, çok geçmeden yorulduğu halde SABAN kullanan kol zaman geçtikçe toprağın daha çok sahibi olur.
 

Kılıç ve SABAN, BU İKİ FATİHTEN BİRİNCİSİ, İKİNCİSİNE DAİMA MAĞLUP OLDU. Ulusumuz, çok büyük elemler, yenilgiler, facialar görmüştür. Bütün bunlardan sonra yine bu topraklarda bulunuyorsa, bunun asıl hikmeti şunlardır: Türk çiftçisi, bir eliyle kılıcını kullanırken diğer elindeki SABAN ile topraktan ayrılmadı. Eğer, ulusumuzun çoğunluğu çitçi olmasaydı biz, bugün dünya üzerinde bulunmayacaktık (ASD II, s. 120-121).”
 

Boşuna söylemiyoruz, köylüyü, çitçiyi topraktan koparmak, yabancılara toprak kiralamak ya da satmak, BEKA SORUNUDUR.
 

Çocuğun ilk öğretmeni analardır. Çocuk, anasından ne işitir, ne görürse onu olduğu gibi alır, beller. Bu nedenle çocukların iyi yetişmesi için anaların doğru, sağlıklı, çağdaş bilgilerle donatılması gerekir. Bunun için de kadınlar, eğitimin tüm basamaklarından geçirilmeli, çalışma ve sosyal yaşamda yerlerin almalıdır.
 

ATATÜRK, DEVRİMLERİ İLE Türk kadınlarına sosyal, ekonomik ve siyasal haklar kazandırmıştır. Onları insan olma onuruna yüceltmiş ve kadınlara özgürlüklerini vermiştir. Medenî yasa ile de Türk aile yapısı güçlendirilmiştir. Atatürk diyor ki: “Ey Türk kadını! Sen ayaklar altında sürünmeye değil, omuzlar üstünde yükselmeye lâyıksın.
 

 Üzülerek belirtelim ki kadınlarımızın bir kesimi, kendilerine kazandırılan insana yaraşır değerlerin ya farkında değil ya da bilinçli olarak Atatürk ve Cumhuriyet karşıtlığı yapmaktadırlar.
 

Bir ulusun gelişip güçlenmesi, kültür düzeyinin yükselmesi için NİTELİKLİ ÖĞRETMEN, NİTELİKLİ OKUL VE NİTELİKLİ EĞİTİM, gereklidir.  Nitelikli eğitim nitelikli öğretmenlerce ve nitelikli okullarda verilir. Eğitimin öznesi öğretmendir, iyi bir öğretmen, iyi bir öğrenci demektir.                 
                                  

Eğitimin amacı, En önce bireye ve topluma yararlı alışkanlıklar kazandırmaktır.
 

Akıl, Tanrı vergisidir; fakat onu geliştiren, onun doğru kullanılmasını öğreten, bilgilerle zenginleştiren okuldur.
 

Okul, bir eğitim öğretim yuvasıdır. OKUL UYGARLIĞIN GELİŞTİĞİ YERDİR.
 

Atatürk’ün ve Cumhuriyet’in amacı Türk ulusunu bilgili ve kültür düzeyi yüksek; ekonomi, sağlık, spor, güzel sanatlar alanlarında çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkarmaktı. Bunun için de bir seri devrimler ve yenilikler gerçekleştirildi. Kısa sürede okuryazar oranı artırıldı, okulsuz köylere okul yapıldı, öğretmen gönderildi. Bu atılımlar sonunda çağdaş bir toplum oluşturulmuştu.
 

Üzülerek belirtelim ki medrese zihniyeti taşıyanlar sayesinde köy okulları kapatıldı, öğretmen köyden çekildi, eğitim öğretim dinselleştirildi; eğitimdeki başarı oranı nerdeyse sıfıra indi. Bu anlayışla çağdaş uygarlık düzeyine erişmek olanaksızdır.
 

Yurdumuzun coğrafi koşuları çok çeşitli ürünlerin yetiştirilmesine ve besiciliğe uygundur. Öte yandan uygarlığın bir ölçüsü de ormanlar, çiçekler, parklar, bahçelerdir. Yurdumuzun bu zenginlik değerleri birtakım çıkarlar için heba edilmektedir. Söz gelimi zeytin ağaçları, adeta altın yumurtlayan bir tavuk gibidir. Yaprağından, kerestesine, meyvesine, çekirdeğine, yağına ve küspesine kadar her şeyi ekonomik değer taşır. Atatürk, zeytinliğin ekonomik değerini bildiğinden, zeytinin ekonomik değer kazanması ve Türk zeytin çiftçisinin kalkınması adına 3573 Sayılı ZEYTİNCİLİĞİN ISLAHI VE YABANİ ZEYTİNLERİN AŞILANMASI HAKKINDA KANUN çıkarılmıştır. Bu Yasaya göre (mad. 20), zeytin sahaları içinde ve bu sahalara en az 3 kilometre mesafede zeytinyağı fabrikası hariç, zeytinliklerin gelişmesine engel olacak kimyevi tık bırakan, toz ve duman çıkaran tesis yapılamaz ve işletilmez. Zeytin ağaçlarını izinsiz kesenler veya sökenlerden ağaç başına 2 (iki) milyon liradan 5 (beş) milyon liraya kadar para cezası alınır. Kesilen ve sökülen ağaçlar müsadere edilir.
 

3573 Sayılı Zeytin yasası, zeytinlikleri koruma altına almıştır. Başka bir anlatımla zeytinlikler dokunulmazdır. Gel gör ki başta Muğla Akbelen ve Hatay olmak zere ve başka yerlerde de zeytinlikler acımadan kesilmekte, sökülmekte. Zeytin çiftçileri mağdur edildiği gibi Türk ekonomisine de zarar verilmektedir. Öte yandan yasaya göre para cezası da alınmamaktadır.
 

Tanrı ile ilişki Kur'an ile kurabilmek için Kur’an’ın okunduğunda ya da dinlendiğinde anlaşılması gerekir. Okuduğunu ya da dinlediğini anlamayan birey, Tanrı ile nasıl iletişim kurabilir ki?  “Din, Tanrı ile birey arasındaki bağlılıktır” diyor Atatürk (U. Kocatürk, age. s. 327).” Bu bağlılık da Kur’an’ı anlayarak ve düşünerek okumakla sağlanır. Onun için de Atatürk, halkımız, okuduğu Kur’an’ı anlasın, dinini, imanını doğru öğrensin diye Türkçeye çevirtmiştir.
 

Bugün kimileri, Cumhuriyet’in getirdiği düşünce özgürlüğüne ve demokrasinin getirdiği haklara sığınarak Atatürk’e ve kurduğu Cumhuriyet’e saldırabiliyorlar.
 

Bazılarımız, Atatürk’ün yaptıklarının, kurduğu Cumhuriyet’in getirdiği kazanımların geleceğimiz için ne kadar önemli olduğunun farkında değiller; ama başkaları bunu çoktan fark etmiş ve gereken değeri vermişlerdir. Örneğin ABD’li Prof. George Gawrych, şöyle diyor: Atatürk, büyük deha, hem savaşı hem de barışı başarmış evrensel bir liderdir.”
 

Atatürk sadece bir insan değildir. Atatürk, sadece bir başkomutan değildir. Atatürk, sadece bir devlet adamı değildir. Atatürk, sadece bir devlet kurucusu da değildir. Atatürk, Çanakkale’dir, İnönü’dür, Sakarya’dır, Dumlupınar’dır, Otuz Ağustos’tur. Atatürk, bağımsızlıktır, özgürlüktür. Atatürk, akıldır, bilimdir. Atatürk, çağdaş uygarlıktır.  Atatürk, ulusal egemenliktir, demokrasidir, Cumhuriyettir. Atatürk yurtta ve dünyada barıştır, eşitliktir. Atatürk, sanattır, fikirdir, düşüncedir. Atatürk, gelişmedir, kalkınmadır, üretimdir. Atatürk, yüzyıl geriye bakmak değil, yüzyıllar sonrasını öngörmektir.
 

Atatürk, Cumhuriyeti gençlere, ulusal egemenliği de çocuklara emanet eden dünyada tek liderdir.
 

Güzel yurdumun güzel insanları!
 

Atatürk, Türkiye’nin, Türk ulusunun kaderidir. Prof. Dr. Yüksel Ülken’in dediği gibi “Türkiye Cumhuriyeti’nin yalnız geçmişi değil, geleceği de Atatürk’e bağlıdır.
 

Daniel Dumoulin’in dediği gibi “Unutma Türkiye! Atatürk’ü Allah’a borçlusun, geriye kalan her şeyi de Atatürk’e…
 

Atatürk’ün ve silah arkadaşlarının, aziz şehitlerimizin, Cumhuriyetimizin kazanımlarının ve cennet yurdumuzun değerini iyi bilelim, bizlere böyle bir yurt ve çağdaş bir devlet bıraktıkları için de şükredelim.
 

Atatürk ve silah arkadaşlarını, şanlı ordumuzun aziz şehitlerini saygı ile minnetle anıyoruz.  Ruhları şad, mekânları cennet olsun.