CUMHURİYETÇİ AK PARTİ ve EHLİ SÜNNET MÜDAFAASI

0

VESSELAM

Başlığa takılmadan okumak, yorumlamak ve tartışmak gereklidir. Eğer devlet yeni baştan kurulacak, tepeden tırnağa dizayn edilecek ve devleti kuran irade yeni tecrübeleriyle yeniden Cumhuriyet diyecekse; bu yazı devletin yeni partisini takdim yazımdır. Cumhuriyetçi Ak Parti… Bu bir anlamda AK Parti'nin devletin yeni CHP'si olduğudur. Ve 2023, 2053 ve 2071 hedefinin mimarı, yapı taşları olacağıdır.

Bugün din noktasında gelinen nokta da ortadadır. Önümüzde ehli sünnet karşıtı bir ittifakın 15 Temmuz işgal girişimi vardır. Bu girişim uzunca bir süredir 'protestan İslam' oluşturma gayreti içinde olan FETÖ'nün, Hadis karşıtlığıyla, Hz. Muhammed Efendimiz olmadan İslam olma gayretindeki RADO (Radikal Din Ortakları)nın girişimidir. Türkistan Piri Ahmet Yesevi'nin, İmam-ı Maturidi'nin, İmam-ı Azam ve Buhari'nin yoğurduğu hamurla dini; yaşamın her zerresine indirgeyen bu toprakların çocuklarının müdafaaya koyulduğu anlayış yeni dönemin inşaa ve imar hareketinin ana karakteridir.

Ne demek mi istiyorum? Anlatayım:

Merhum Süleyman Demirel 28 Şubat döneminde İmam hatip liseleriyle ilgili hiçbir açıklama yapmadı. Taki Çankaya Köşkü'nde İmam Hatipleri kabul edene kadar... Kısa adı ANİMDER olan Ankara İmam Hatip Liseleri Mezunları Derneği Yönetim Kurulu' nu kabul eden Demirel görüşmeyi basına açık yapmamıştı. Dernek başkanı olarak bendeniz konuştuktan sonra Demirel elimi tuttu ve şöyle dedi:

-Başkan bir şeyi unuttun !

'Neyi unuttuk' şeklindeki cevabımı beklemeden sözlerine devam etti.

-Demeliydin ki; siz İmam Hatipleri 24'den 200'e çıkarttın. 'Siz İmam Hatiplerin hamisisiniz, babasısınız' bunu söylemeliydin !

Demirel 'İmam Hatiplerin hamisi' olarak başladı söze...

'Ben iş başına geldiğim zaman bu okullardan 24 tane idi. Bıraktığımda 400 tane idi. Bu okulları açtığım için eleştirildim. Beni eleştirenler gitti. Din dersini zorunlu yaptı (12 Eylül yönetimini kastediyor) Bunu halk biliyor. Bizim amacımız herkesin dinini öğrenmesidir. İmam hatip liselerinden mühendis, doktor çıkmalı. Bu okulların üniversitelere girmesini biz sağladık. Bakın bugün 10 binlerce insan babasının cenaze namazını kılmaktan aciz. Farz-ı Kifaye olan cenaze namazını kılmayı bilmiyor. Bu ülkede neyin yapılıp yapılmayacağını en iyi ben bilirim. 1949'a kadar İmam hatip yetiştiren okullarımız yoktu. Şimdi bir fırtına yaşanıyor. Yüzde 99'u Müslüman olan bir ülkede kimse dinsizliği savunamaz. Sunni devlet geleneğinin korunması için din eğitimi ve öğretimi gereklidir. (Bunu iyi yazın. 'Bu devletin gizli Anayasasıdır.' Diye seslendi.) Size bir takım haksızlıklar yapılmış olabilir. Bu haksızlıklara karşı tepkinizi yumuşak şekilde yapın. Sert bir üslup kullanmayın. Dini, devleti ve vatanı kurtarma iddiasında olmayın. Dinin sahibi Allahtır. Bir zamana kadar her şey normal gitti. Sabırlı olun her şey düzeltilecek. Camiye okula kışlaya siyaset girmeyecekti. Girdi. Bu sizin imajını zedeledi. İmajınızı düzeltin.'

Bizim verdiğimiz raporun başlığı 'Din eğitimi ve öğretimi bir Milli Güvenlik sorunudur.' İdi. Demirel, bu raporu aldı. Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreterliğine gönderdi. Oradan gelen iki albay bizimle görüşüp isteğimizi sordu. Biz raporda belirttiğimiz konu başlığını tekrarladık: 'Din Eğitimi ve Öğretimi Sempozyumu toplansın'. Türkiye'de ilk kez MGK öncülüğünde bu sempozyum gerçekleşti. O dönemin akredite kurumları çağrıldı. Önemli bir adım atılmıştı.

Demirel ile görüştüğüm gün merhum Başbakan Erbakan'ın özel kalem müdürü beni arayarak akşam namazında Hamidiye Camii'nde olmamı istedi. Namaz bitti. Başbakan Erbakan beni makam arabasına davet etti. Şoförü de ayrılınca Başbakan merakla sordu: Çankaya'da Cumhurbaşkanı ile ne konuştunuz?

Teker teker görüşmeyi anlattım. Raporu, takdim ettiğimiz afişleri gösterdim. Çok hoşuna gitti. Güldü ve şöyle konuştu:

'İlk önce sizin bu ziyarette bulunmanız, rapor vermeniz, afişlerinizi takdim etmeniz çok isabetli bir hareket olmuştur. Tebrik ederim. Biz mücadelemizi demokratik yoldan yapacağız. Ancak dikkat etmen lazım. Bu Demirel'i en iyi ben bilirim. Kırk yıldır tanırım. Eskiden TRT'de bir yarışma vardı. Yarışmacılar kare şeklindeki alanda yürüyor, yeşil yanarsa devam ediyor, kırmızı yanarsa eleniyorlardı. Merhum Turgut Bey (Özal) İmani konularda hep yeşile basmaya dikkat etmiştir. Ancak Süleyman Bey inadına hep kırmızıya basar.'

Diyanet İşleri Başkanlığı'nın 15 Temmuz sonrası topladığı DİN ŞURASI'nın ne kadar hayati olduğunu ve ne kadar geç kalındığını bugün daha iyi anlıyoruz. 28 Şubat'tan bu yana üzerine ölü toprağı serpilmiş bir İlahiyat camiası ve din görevlileri camiası vardı. Ağızlarını bıçak açmadı. (Burada canhıraç bir şekilde çalışan dergi çıkaran, aksiyon yapan hocalarımı tenzih ederim) Özellikle FETÖ ekibinin üzerine abandığı temel kurumların başında Diyanet Camiası geliyordu. Başbakan Erdoğan'ın Diyanet İşleri Başkanlığına yıllarca atama yapamadığını, sonunda zoraki de olsa devletle anlaşarak 'Felsefeci bir bakış açısını' başa getirdiğini dikkate alırsak yeni dönemin en temel dinamiğinin Diyanet İşleri Başkanlığı olacağını belirtmemiz gerekir. Beni heyecanlandıran ise Diyanet İşleri Başkanı Prof. Mehmet Görmez'in bir 'Hadis' profesörü olmasıdır. Görmez Hoca. Ehli sünnet müdafaasının temeli Hadis müdafaasına yeni başlamadı. İslam dünyasında bu müdafaanın tebliğ metedolojisini hayata geçirmek için bir yapı kurmuş, pergelin ucunu da Ortadoğu'nun kalbine yerleştirmişti. Diyarbakır müftüsü, Hanefi ve Şafi fıkhını çok iyi bilmesinin yanında Zaza idi…Ne hikmetse böylesine hayati bir yapı Mehdi Erdoğmuş'un HDP'den milletvekili olmasıyla sukutu hayale uğradı.

Başkan Görmez bir süredir Türkiye'nin Başkanlık sistemine geçmesi halinde Diyanet İşleri Başkanlığı'nın rolü üzerinde çalışmalar yapıyordu. Cumhurbaşkanının baş danışmanları kendisiyle görüşmüş, önerilerini almıştı. Başkan'ın öngörüsünde etkin, mali/idari özerk bir Diyanet İşleri Başkanlığı vardı. Ancak 15 Temmuz sonrası Genelkurmay Başkanlığı doğrudan Başkomutan'a bağlanınca Başkanın ağzından açıklama gibi kimi görüşler yazılıverdi. Diyanet'in doğrudan Devlet Başkanına bağlı olması, konumunu birden bakanlık üstü bir yapıya ulaşmasını sağlayacaktı. Son kabinede Başbakanlığa bağlı Diyanet'in Başbakan Yardımcılığına bağlı olması, onun yerine Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün Başbakanlığa bağlanması herkeste merak uyandırmıştı.

Yeni Başkanlık Sistemi ile Diyanet, vakıfların yönetimini yeniden kendisinde olmasını istiyor. Bu önemli bir mali imkanın oluşması demek. İşin önemli tarafı, Din Eğitimi ve Öğretimi de yeni dönemde Diyanet İşleri Başkanlığında olacak. Milli Mücadelede Diyanet İşleri Başkanlığı nasıl Genelkurmay Başkanlığı ile aynı statüde ise Başkanlık sisteminde de aynı statüde olması diğer önemli bir başlık. Cumhurbaşkanlığı'nın bazı Başdanışmanları ile konuştuğumuzda bu tekliflere şiddetle karşı gelerek 'Türkiye Taliban gibi olur' endişelerini ortaya koyuyorlar.

Ehli Sünnet değince Türkiye'de Türkmen ve Yörük geleneği olarak gelişen Anadolu Bektaşiliği/Aleviliği'ni ayırt eden bir bakış açısı ortaya çıkıyor ki bunun şiddetle karşısındayım. Anadolu Bektaşiliği/Aleviliği Ehli Sünnet'in merkezindedir. Bunun en belirgin adımı ise son Alevi Çalıştayı'nda atıldı. Artık son noktaya gelindi. Hükümetin bu konuda hazırladığı tasarı da hazır. Aleviler Diyanet İşleri Başkanlığı'na değil Başbakanlığa bağlı bir Genel Müdürlüğe bağlı olacak. Tasarı ile Cemevleri'nin cami karşılığı bir ibadethane olmadığı kabul edilerek Kültür evi statüsünde olması karara bağlandı. Alevi Dedelerinin özellikle 15 Temmuz sonrası Devletin yanında oldukları vurgusu ise dikkat çeken önemli bir husus. 28 Şubat öncesi ve sonrası Kemalizm'in yeni din anlayışı olarak ortaya konulması ve Alevilerin bu anlayışın öncüsü yapılması gibi bir tezgahın bozulmasından en başta 'Derin millet/devlet aklının' memnun kaldığını da belirteyim.

Mustafa Kemal'in Milli Mücadele ve sonrasında ilginç bir Ehli Sünnet müdafaası yaptığını da belirtmeden geçemeyeceğim. Tekke ve Zaviyelerin kapatılmasına karşın Norşin (Güroymak), Tillo (Aydınlar) Medreselerinin neden inadına açık bırakıldığının araştırılması gerekir. Anadolu'ya Şia'nın yayılmaması için bu medreselerin nasıl bir 'Savunma hattı yoktur, savunma sathı vardır. O satıh bütün vatandır' felsefesine sahip olduğunu görülmesi gerekir.

Geçen gün Başbakan Binali Yıldırım'a, bombalanan TBMM binasından kopan mermer parçasına lazer ile yazdırdığım 'Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir' ifadesinin yer aldığı tabloyu hediye ettim. Orada 'Millete örnek olan tarihi duruşunuz' ifadelerini kullandım. Bu duruş yalnızca yürütmede değil yasamada da hatta yargıda da mevcut. Yeni Kapı Mitingi de bu duruşun dünyaya ilanıdır. Bu duruş, Türkiye'nin yeniden kodlarına dönüşünün, Orta Asya'dan bir kısrak başı gibi Anadolu'ya girişinin kodudur. Bugün devletin yeni partisinin Cumhuriyetçi Ak Parti'nin demokrasiyi bütün unsurlarıyla topyekun seferberlik anlayışı ile harekete geçirmesinin miladını yaşıyoruz.

Bağımsız Türkiye üst başlığı içinde kimler saf tutuyor, yeniden imara taş taşıyor, tuğla koyuyorsa tarih önünde, millet önünde minnet ve saygı ile anılacaktır. Elbette, devlet içinde, bürokrasi içinde, parti içinde işbirlikçiler, Brütüsler, manda ve himayeciler yeni bir Apakurya Maskaralığı yapmazsa !