Cumhuriyet karşıtı kalkışmalar ve Atatürk

Tarihsel süreçte görülen tüm isyan ve kalkışmalar, bir irtica olayıdır. İrtica Arapça bir sözcüktür, Türkçe karşılığı gericiliktir. Gericilik ise gerici olma durumu, gerici davranıştır. Gerici, toplumda çağdaş değerlere ve yeniliklere karşı olan, her yönüyle eskiye özlem duyan, eski düzeni getirmeye çalışan kişi ya da görüştür. Gericinin Arapça karşılığı mürtecidir (Türkçe sözlük, TDK, 2005). Gericilik, ilericilik, gerici de ilerici karşıtıdır.

'Gerici yani mürteci, yeniye direnerek eskiyi korumaya çalışır. Gerici, aynı zamanda bilgisiz anlamı da taşır. Çünkü bilgili olup da gerici olmak mümkün değildir. Gericilik, gerici olanın niteliğidir. Tarihin tekerleğini gerisin geriye döndürmeye çalışmaktır. Oysa doğal ve toplumsal olan her şey, her an değişerek, gelişerek sürüp gider. Gericilik (irtica), bu bilimsel gerçeğin bilincine varamamayı içerir. Gericilik, ilericiliğin karşıtıdır. İlericilik, en açık anlamıyla doğanın, toplumun ve bilincin işleyiş yasalarını bilmek ve bu işleyişe ayak uydurarak insansal gücün büyük etkisiyle bu işleyişi hızlandırmaya çalışmak demektir. İlericilik doğal, gericilik ise doğaya aykırıdır. İlericilik bir bilgi ve aydınlık işidir. Bilgili ve aydın olmayanlar, zorunlu olarak gerici kalırlar. Gericilik, temelde çelişik bir devrimdir. Çünkü evrenin en genel yasalarından biri geri çevrilemezliktir. Gericiler, olanaksızı oldurmaya çalışırlar. Bundan başka hem evrende hiçbir şeyin ilerlemediği, ilkin nasılsa hep öyle kaldığı ve sonsuza kadar öyle kalacağı yanılgısı içindedirler hem de olanaksız bulunduğuna inandıkları ilerlemeyi durdurmaya çalışırlar. Bütün bu çelişkiler, gericiliğin doğal niteliği olan bilgisizliğin ve karanlığın zorunlu sonuçlarıdır ( Orhan Hançerlioğlu, Felsefe Ansiklopedisi, Kavramlar-Akımlar 2, 3; s. 277; 48 ).'

Atatürk şöyle diyor: Yüzyıllardan beriye bağlı olmaya çalıştığımız bir yönetim biçiminin dışına çıkarak dünyada benzeri bulunmayan bir devlet kurduk. Fakat bu yeniliğin mutlaka bir karşı eylemi gerektireceğini aklımızdan çıkarmamak gerekir. Bu karşı eyleme, özel deyişiyle, irtica (gericilik) derler. Yaptığımız işlere ve aldığımız sonuçlara göre bu gibi irticalar, her zaman beklenebilir. Devrimlerimizin aleyhinde düşünce ve duygu taşıyanları uyarmak ve aydınlatmak aydınlara düşen ulusal görevlerin en önemlisi ve birincisidir ( ASD II, s. 73).'

'Atatürk, irticayı (gericiliği) iki temel açıdan değerlendirmektedir: 1) Felsefi açıdan, 2) Türk Tarihi ve Kurtuluş Savaşı açısından. Birinci anlamda irtica, hayatı geri götüren ve güzel olan her şeyi tahrike yönelen bir şer unsuru olarak görmektedir ( Prof. Dr. Y. Nuri Öztürk, Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış, s. 244):'

'Yaşamın felsefesi, tarihin tecellisi şudur ki her iyi, her güzel, her yararlı şey karşısında onu yok edecek bir kuvvet belirir. Bizim dilimizde buna irtica derler. İyi bir şey yaptınız mı biliniz ki bunu ortadan kaldırmak için karşınıza muhalif, mürteci ( gereci) bir kuvvet çıkacaktır. Dolayısıyla yapmadan önce çıkacak kara kuvvetin yok edilmesi önlemini de almış olmak gerekir. Bütün ulus, emin ve içi rahat olsun ki devrimi yapanlar, bu gibi olumsuz kuvvetleri çıktığı noktalarda yok edecek kudret, yetenek ve önlemlere sahiptir ( ASD II, s. 67).'

Türk tarihi ve Kurtuluş Savaşı açısından bakıldığında irtica hıyanet, düşmanlarla işbirliği, bölücülük olarak ortaya çıkmaktadır. Gericiler, amaçlarına ulaşmak için birtakım hileler ve korku senaryoları ortaya atarak ve halkın, bilgisiz kesimin dinsel duygularını sömürerek hareket etmektedirler. Din sömürüsü ile halkı kandırarak kötülük yapmak da irticadır: 'İrtca, dinin ihanet aracı yapılması halinde vücut bulan kötülüğün adıdır. Tarihte hep Hıristiyan Batı çıkarları uğruna kullanılmış ve işletilmiştir. Günümüzde daha çok siyaset dinciliği olarak sahneye çıkan irtica, tarih boyunca desteği, itibarı, alkışı Müslümanlardan almış; hizmeti hiç aralıksız emperyalist güçlerin çıkarı uğruna sergilemiştir, bilerek ya da bilmeyerek (Prof. Dr. Y. N. Öztürk, age. s.242).'

Tarihimize baktığımız zaman görülür ki devleti yıpratan, zayıflatan, ilerlemesini engelleyen önemli irtica olayları yaşanmıştır. Bunların en önemlileri Patrona Halil, Kabakçı Mustafa ve 31 Mart Ayaklanmalarıdır.

Patrona Halil Ayaklanması, Lale Devri diye adlandırılan kesitin getirdiği tüm yeniliklere, yeni yaşam biçimine ve Avrupa ile yakınlaşma-tanışma sürecinin önünü kesen bir gericilik olayıdır. Kabakçı Mustafa Ayaklanması da III. Selim'in başlattığı Nizam-ı Cedit (Yeni Düzen) hareketine karşı çıkmıştır. Yeni Düzen, sadece askeri alanda yenilik değildir. Yeni Düzen, III: Selim'in Yeniçerileri kaldırmak, ulemanın nüfuzunu kırmak, Osmanlı Devleti'ni Avrupa'nın bilim, sanat, tarım, ticaret ve uygarlıkta yaptığı ilerlemelere ortak yapmak için giriştiği yenilik hareketinin bütünüdür (Prof. Dr. E. Z. Karal, Büyük Osmanlı Tarihi I, s.55-56).'

31 Mart Gerici Olayı, İttihat ve Terakki karşıtları tarafından çıkarılmış, İngiliz destekli bir ayaklanmadır. İngiliz hayranı Derviş Vahdeti ve yine İngiliz hayranlığıyla bilinen Prens Sabahattin önderliğinde gelişmiştir. Din konusunu ileri sürerek, Meşrutiyetin getirdiği yenilikleri yok etmeye yöneliktir. Bu olay 31 Mart 1325 (13 Nisan 1909) günü İstanbul Taşkışla'da başlamıştır. Kısa sürede yayılmıştır. Ayaklanmayı bastırmak için Hareket Ordusu görev almış ve bu ordunun Kurmay Başkanı da Mustafa Kemal (Atatürk) idi.

Ayaklanma bastırıldıktan sonra Atatürk tarafından yayımlanan bir bildiride şöyle denilmektedir: 'Faziletli din heyeti, başımızın tacı ve sevincimizdir. Fakat melanet ve adi, kişisel çıkar sağlamak amacıyla yalandan din kisvesine bürünen, dini karalayıp küçülten bozguncular, hafiyeler, çıkarcılar, cezadan kurtulamayacaklardır ( ABE I, s. 47).'

Tarihsel sürece bakıldığında görülür ki tarihin tekerleği hep ileriye doğru dönmektedir. Bu nedenledir ki insanlık tarihi sürekli değişim göstermekte ve yenileşmektedir. Yeni bilgiler ortaya çıkıyor, bilim ve teknik, baş döndürücü bir hızla durmadan gelişip ilerliyor. Toplumlar, bu değişime, gelişmeye, ilerlemeye ayak uydurmak durumundadırlar. İnsanlık tarihinin ileriye akışı, bir akarsu gibidir. Onu geriye döndürüp akıtamazsınız. Önüne setler kursanız da suyun akış yönü daima ileriyedir. Bu nedenle, Atatürk, toplumları şu sözleriyle uyarmaktadır:

'Uygarlığın coşkun seli karşısında direnmek boşunadır. O, aymaz (gafil) ve itaatsizler karşısında çok acımasızdır. Dağları delen, göklerde uçan; göze görünmeyen zerrelerden yıldızlara kadar her şeyi gören, aydınlatan, inceleyen uygarlığın kudret ve yüceliği karşısında Ortaçağ zihniyetiyle, ilkel hurafelerle yürümeye çalışan uluslar, yok olmaya ya da hiç olmazsa tutsak olmaya ve aşağılanmaya mahkûmdurlar. Halbuki Türkiye Cumhuriyeti halkı, yenilikçi ve gelişmiş bir ulus olarak sonsuza kadar yaşamaya karar vermiş, tutsaklık zincirlerini ise tarihte eşsiz kahramanlıklarla parça parça etmiştir (ASD II, s. 222).'

Kurtuluş Savaşı günlerinde de çıkarcı sözde din adamları, devlet yöneticileri de işgal güçleriyle işbirliğine girişmiş ve Ulusal Anadolu Eylemini engellemeye çalışmışlardır. Yurdu ayaklanmalarla yangın yerine dönüştürmüşlerdir. Cumhuriyet'in ilanından sonra da irtica (gericilik) eylemlerine başvurulmuştur. Bunların en önemlileri, Şeyh Sait İsyanı, Menemen Olayı, Atatürk'e Suikast ve Bursa Olayıdır.

Saltanatın ve halifeliğin kaldırılması, Cumhuriyet'in laik eğilimleri,, kimi sözde din adamları ve şeyhlerce hoş karşılanmamıştır. Yeni kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Partisi'nin programında din ağırlıklı söylemler olması ve konuşmalarda hep dine dayanmaları, Şeyh Sait ve adamlarını cesaretlendirmiştir. Söz gelimi 'Kutsal din, Ankara'daki dinsizlerce saldırıya uğramıştır. Bunlar, müminleri şapka giymeye zorlayacaklar, onları kafir köpeklere çevirecekler, kadınların yüzünü açacaklar (Jorge B. Vilalta, Atatürk, s. 564).' gibi asılsız söylemlerle halkı kandırmışlardır.

Ayaklanma, Şeyh Sait'in öncülüğünde 13 Şubat 1925'te başlamış ve kısa sürede genişlemiştir. İsyancılar, Diyarbakır'a giderken 'Kutsal şeriat çok yaşa! Ankara'daki dinsizlere ölüm! diye bağırıyorlardı. Şeyh Sait, saltanatı ve halifeliği yenden kuracağına, kutsal dini kurtaracağına söz veriyordu (J. B. Vilalta, age. s. 566).'

Bu ayaklanmanın arkasında İngilizler vardı. Ayaklanma bastırılmış, Huzuru koruma yasası çıkarılmış, İstiklal mahkemeleri kurulmuş, İsyancılar cezalandırılmıştır. '1925'te çıkan Şeyh Sait İsyanı, bir gerçeği tüm açıklığıyla gözler önüne sermiştir. Türkiye'de her karşı devrim eylemleri, siyasal ödünlerin sonucu, halkın dinsel inançlarına el atılarak başlatılacak; mezhep ayrılıkları, toplumsal, ekonomik, kültürel geri kalmışlıklar öne sürülerek konunun içyüzünü bilmeyen halk, karşı devrim eyleminin destekçisi duruma düşürülecektir (Prof. Dr. Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, s. 211).'

Cumhuriyet'e, devrimlere, yenliklere karşı olanlar yani gericilik yanlıları, bu kez de Atatürk'ü ortadan kaldırmak için harekete geçmiş ve 17 Nisan 1926'da İzmir'de Atatürk'e suikast düzenlenmiş; eylemi gerçekleştirmek isteyen Ziya Hurşit, Gürcü Yusuf, Çopur Hilmi silahlarıyla birlikte yakalanıp cezalandırılmıştır.

Menemen Olayı da Nakşibendi tarikatı üyesi ve mehdi olduğunu iddia eden Derviş Mehmet öncülüğünde 13 Aralık 1930'da Menemen'de şeriat isteriz diye kalkışmasıyla başlamıştır. Menemen olayı da Serbest Cumhuriyet Partisi'nin kurulmasından bir ay kadar sonra ortaya çıkmıştır. Bu partinin üyeleri arasında tutucu, bağnaz, devrim karşıtı kişilerin, parti yöneticilerine karşı tavır almalarının yarattığı ortam Menemen Olayı'nın nedeni olmuştur.

Başkaldırıyı bastırmakla görevli, küçük bir birliğin komutanı olan Mustafa Fehmi Kubilay, ayaklanmacıları uyarmıştır. Ancak, karşı ateşten vurulmuş ve başı kesilerek menemen sokaklarında dolaştırılmıştır. Bu karşı devrim düşmanı eyleme kızan Atatürk'ün davranışı çok sert olmuştur. Menemen, Manisa, Balıkesir merkez ilçelerinde sıkıyönetim ilan edilmiş, sıkıyönetim mahkemeleri başta Derviş Mehmet olmak üzere suçluları cezalandırmıştır. Bu önlemler sonucunda bir süre karşı devrimcilerden ses çıkmamıştır.

Ezanın Türkçe söylenmesini istemeyen bazı kişiler, Arapça okumaya kalkışması ve küçük çapta da olsa bir kıpırdanma yaratmaları sonunda Bursa'ya gelen Atatürk, Bursa söylevi ile Cumhuriyet Devrimlerinin korunması gerektiğini sert sözlerle açıklamış ve gençleri göreve çağırmıştır.

Daha sonraki yıllarda da Türk ulusunu ve ülkeyi bölüp parçalamak, ulusu akıl ve bilimden uzaklaştırmak; eğitimini geriletmek, kültürünü yozlaştırmak, ülkemizin ekonomik açıdan gelişmesini önlemek amacıyla Köy Enstitüleri, Halkevleri, Öğretmen Okulları, Eğitim Enstitüleri kapatılmış; halkın özellikle de kızların ve kadınlarımızın bilgisiz kalması sağlanmıştır. Cumhuriyet'in değerleri bir bir ortadan kaldırılmakta, dinci eğitim ağır basmaktadır. Verilen ödünler arttıkça sözde düşünce özgürlüğü adı altında gizli istekler gün yüzüne çıkmakta; saltanat, halifelik hortlatılmak istenmektedir. Dahası mezhep ve etnik çatışmalar çıkarılarak ulus ve yurt bütünlüğü tehlikeye girmektedir. Tüm bu gelişmeler birer irtica eylemleridir. 15 Temmuz Kalkışması da bir gericilik olayıdır.

İRTİCA, YALAN ÜZEİNE OTURMUŞ, DİNSEL DUYGULARI SÖMÜREN ALÇAK VE HAİN KARAKTERLİ, YENİLİKLRE KARŞI BİR EYLEMDİR.

Bu nedenledir ki Cumhuriyet'in kuruluş felsefesine, kazanımlarına, laikliğe, Atatürk Devrim ve İlkelerine sahip çıkmak; gerici karakterli düşünce ve eylemlere fırsat vermemek, her Türk yurttaşının görevi olmalıdır. Cumhuriyet karşıtı gerici eylemler nedeniyle yaşamını yitiren başta Mutafa Fehmi Kubilay olmak üzere tüm şehitlerimizin ruhu şad, mekanları Cennet olsun.