Kadın da erkek de doğuştan aynı haklara sahiptirler.
İslamiyet öncesinde Türk kadınları erkeklerle aynı haklara sahip idiler. Söz gelimi 'her işe ait toplantıda kadınla erkeğin birlikte bulunması şart idi. Örneğin emirname yazıldığında hakan ve hatun emrediyor ki sözüyle başlaması gerekirdi. Hakan tek başına bir elçiyi huzuruna kabul edemezdi. Elçiler ancak sağda hakan, solda hatun oturdukları bir zamanda ikisinin birden huzuruna çıkardı. Şölenlerde, kurultaylarda, ibadetlerde, ayinlerde birlikte bulunurdu. Kadınlar, örtünmeye ait hiçbir kayıt ile mukayyet değildiler. Eski Türklerde evlilik tek eşliydi. Kadınlar, kale kumandanı, muhafız, vali, elçi olabilirdi. Diğer ailelerde ev müşterekken karı kocaya aitti. Çocuklar üzerinde her ikisinin de velayet hakkı vardı. Erkek, karısına saygılıydı. Kadınlar tümüyle özgür ve serbest idile (Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları, s. 112-114).'
Türkler, İslamiyet'i benimsedikten sonra Türk kadının hakları ve statüsü gerilemeye başlamıştır. Kadınlar eve kapatılmış, kız çocukları değersiz sayılmaya başlamıştır.
'Özellikle İstanbul'un fethinden sonra kadınlarla ilgili önemli değişiklikler meydana gelmişti. Kadınlarla ilgili düzenlemelerin çoğu İslamî geleneklerin etkisi altındaydı. Geleneklerinde Müslüman Emevi ve Abbasi izleri taşıyan Osmanlılar, fetihten sonra Bizans kurum ve geleneklerinin de etkisi altına girmişti. İran ve Bizans haremi, Türk sarayına ve konaklarına örnek olmuş, İstanbul kadınları, kendini harem hayatı içinde bulmuştu. XVI. Yüzyıldan itibaren İstanbul'daki kadınların sosyal ve ekonomik hayatını sınırlayan, giyim kuşamına müdahale eden fermanlar yayımlanmıştı. Artık kadın, dine dayalı ve ataerkil bir düzen içinde eve hapsedilmiş, ev dışı yaşamın dışında tutulmuştu. Buna karşılık kırsal kesim Türk kadını daha özgür ve üretken idi, şehirli kadınlar gibi sıkı sıkı örtünmüyordu. (Yasemin Tümer Erdem, II. Meşrutiyet'ten Cumhuriyet'e Kızların Eğitimi, s. 6-7).'
İstanbullu ve şehirli kadınların hemen her hareketine karışılıyordu. Müslüman şehirli kadınlar modayı takip edemezdi, erkeklerle aynı taşıtta gidemezdi. Kadınlarla ilgili kısıtlamalar Osmanlının son dönemlerinde doruk noktasına erişmiştir. Söz gelimi II. Mahmut gibi yenilikçi padişah bile bu konuda sertti. Kadının bütün özgürlükleri gittikçe kaldırılmaktaydı. Sokağa çıkma önce sınırlanmış, sonra yasaklanmıştır Kadın için evi bir hapishane olmuştur. Evlenme, boşanma koşulları tümüyle kadının aleyhine eşit olmayan duruma getirilmişti. Miras, velayet, tanıklık konularındaki geleneksel haklar yok edilmiştir (Burhan Göksel, Çağlar Boyunca Türk Kadını ve Atatürk, s. 107).'
Osmanlı, Tanzimat ile yönünü Batı'ya çevirmiştir. 'Tanzimat aydınları, Batı'daki özgürlükçü ve eşitlikçi insan haklarından ve kendini iyice gösteren kadın hareketlerinden etkilenmişlerdi. Şehirli kadınların sosyal, ekonomik ve politik fonksiyonları üzerinde durarak, tesettürünü, görücü usulü ile evlenmeyi, çok eşliliği, cinsiyet ayrımını eleştirmiş; kadın erkek eşitliğini ve kadının özgürlüğünü savunmuşlardır (Y. T. Erdem, age. s. 9).'
Sadık Rıfat Paşa, Mehmet Tahir Münif Paşa, Namık Kemal, Şemseddin Sami, Ahmet Mithat Efendi, Fatma Aliye Hanım, Makbule Leman Hanım gibi aydınlar, Türk kadınlarının ve kızlarının eğitilmesi gerektiği üzerinde durmuşlardır.
Kadın özgürlüğü, kadınların eğitimi konuları II. Meşrutiyet aydınlarınca da tartışılmıştır. Türk şehirli kadınları eğitim gibi bazı hakları elde etmişlerse de asıl haklarına Atatürk Cumhuriyeti ile kavuşmuşlardır.
Atatürk diyor ki:
'Bu gün Türkiye'nin karşı karşıya olduğu en önemli sorunlardan biri, kadın-erkek arasındaki yasal ve toplumsal tam eşitliği sağlamaktır. Kadının zorla köşeye çekilmesinin aile yaşamını mahvettiği yerde hiçbir ilerleme olası değildir (ABE 15, s. 23-24).'
Her ne kadar kadınlarımızın haklarında, eğitimlerinde bazı iyileşmeler olmuşsa da yasalar karşısında eşit görünse de uygulamada böyle değildir. Günümüzde kadınlarımız ve kızlarımız pek çok haklardan mahrum bırakılmaktadır.
Atatürk'ün başlattığı eğitim devriminin önü kesildiği, Atatürkçü eğitim anlayışından, eğitimde akıl, bilim ve fenden uzaklaşıldığı için bugün yüzbinlerce kızımız, belki de milyonlarca kadınımız cahil kalmış, okula gidememiş ya gönderilmemiştir. Söz gelimi '2000 verilerine göre okuryazar olmayan kadınların nüfusa oranı % 19,4. Yani her beş kadından biri okuma yazma bilmiyor. Üniversite çıkışlı kadınların oranı % 3,9 ile erkeklerin yarısı. 2003 yılında idari görevlerde yönetici pozisyonunda çalışan kadınların oranı % 6.Bu oran Mısır'da % 9, İran'da % 13, Ermenistan'da % 24, İsrail'de % 29. Kadınların % 41, 9'u, yaşamı boyunca en az bir kere erkeklerden şiddet görmüş. 2004'te taşınmaz mal varlıklarının sadece % 8'i kadına aitti ( 7 Mart 2009, Hürriyet Cumartesi, s. 3).'
Bu durum düzeleceğine giderek kadınlarımızın aleyhine gelişmektedir. Örneğin '2010-2011 itibariyle yurdumuzda dört milyon 700 bin kişi okuryazar değil; bunların 3 milyon 800 bini kadın. Türkiye, dünyadaki 134 ülke arasında cinsiyet eşitsizliği açısından 126. Sırada, eğitimde 109. sırada yer almaktadır (Yalçın Doğan, 13 Ekim 2011, Hürriyet, s. 16).'
'Avrupa Birliği'nin Türkiye ile ilgili raporunda ise 2013 yılında kadınların iş gücüne katılma oranı % 31,8 gibi düşük düzeydedir.' Nüfusunun yaklaşık yarısının kadın olduğu Türkiye'de 600 üyeli TBMM'de neden 300 kadın milletvekili bulunmuyor? 81 illi ülkemizde sadece Aydın, Diyarbakır, Gaziantep büyükşehir belediye başkanları kadındır. 2019 Yerel yönetim seçimlerinin adayları arasında kadın adayları mercekle aramak gerekecek, neredeyse hiç yok.
'Dünya Ekonomik Forumu'nun ekonomik, siyaset, eğitim, sağlık hizmetlerini temel alarak hazırladığı Cinsiyet Eşitliği Raporu'na göre Türkiye 2014'te 142 ülke sıralamasında 125. sırada yer almıştır. Buna göre Avrupa ve Avrasya Bölgesi'nde cinsiyet eşitliği konusunda başarımı, verim gücü (performansı) en düşük ülke durumundadır (Nilgün T. Gümüş, 1 Aralık 2014, Hürriyet, s. 32).'
Gazetelere yansıyan bilgilere göre Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı İnsani Gelişme Endeksi'ne göre, ülkemiz 148 ülke arasında 118. sırada yer alabilmiştir. Kadınların iş gücüne katılma oranı Arap ülkeleriyle aynı durumdadır. 25 yaş üstü ortaöğrenim görmüş nüfusta kadının oranı % 39.dur.
Yine gazetelere yansıyan bilgilere göre kadınların % 71'i çalışma yaşamında değildir. Kızlarımızın % 28'i 18 yaşın altında (çocuk gelin olarak) evleniyor. Bu durum, Doğu ve Güneydoğu'da % 42'dir. Yine kadınlarımızın % 47'si şiddete uğruyor. 2014'te 10 ayda 226 kadın cinayete kurban gitmiştir.
'Dünya Ekonomik Forumu 2018 yılı için kadın erkek eşitliği raporunda açıklanan bilgilere göre 149 ülkenin yer aldığı sıralamada Türkiye 130. Olmuştur, Türk kadınının ekonomiye katkısı en kötü alan durumundadır, 131. sırada yer almaktadır. Bu durum da gösteriyor ki Türkiye kadın-erkek eşitliğinde sınıfta kalmıştır (Sözcü, 19 Aralık 2018, s. 20).'
Kadının toplumda, çalışma yaşamında, ailesi içinde verimli bir görev yapabilmesi, onun çağdaş, yararlı bilgilerle donanmış olmasıyla olasıdır. Bu da ancak çağdaş, üretken, akıl, bilim ve fenne dayalı laik bir eğitimle gerçekleşir. Bu nedenledir ki Atatürk'ün başlattığı Eğitim Devrimi'ne, başka bir anlatımla Atatürkçü eğitime dönmek gerekmektedir. Ezberci, düşündürmeyen, araştırmaya fırsat vermeyen, aklını kullandırtamayan, matematik, felsefe, güzel sanatlar gibi dersleri göz ardı eden bir eğitim sistemi ile çağdaş uygarlık düzeyine erişmek olası değildir. Kadınlarını çağdaş bilgilerle donatmayan, iş gücüne, çalışma yaşamına katmayan bir anlayışla da ekonominin gelişmesi de düşünülemez. Bilgiden yoksun bırakılan analar, gelecek çağdaş kuşakları yetiştiremezler.
Eğitimci Pestolazzi diyor ki: 'Ana, ailenin güneşidir. Bir ailede o olmazsa, orada büyüyen çocuklar, gölgede kalmış meyveler gibi olgunlaşmazlar.' Ünlü şairimiz Tevfik Fikret de şöyle demiştir: 'Elbet sefil olursa, alçalır beşer!' Ömrünü lebra hastalığını ortadan kaldırmaya ve bu hastalığa kapılanları topluma kazandırmaya; kızlarımızı, kadınlarımızı cehaletten kurtarmaya adamış olan Prof. Dr. Türkan Saylan'ın şu özlü sözü, kadınlarımıza yol gösterici olmalıdır:' Çağımızda kadının toplumdaki gerçek yerini alması için, en az erkekler kadar eğitim ve ekonomik özgürlüğünü kazanması gerekmektedir.'
Kadınlarımız, önce insan, sonra kadın olduklarını unutmadan; çağdaş eğitimin her aşamasından geçerek yaratılıştan gelen yetenekleriyle her işi başaracaklarına inanarak, Atatürk'ün önderliğinde Cumhuriyeti'n kendilerine kazandırdığı eşitlik, özgürlük, eğitim, sağlık, siyaset, insanca yaşama gibi haklarına dört elle sarılması ve bu haklardan asla vazgeçmemeleri gerekmektedir. Hele giyimlerine, davranışlarına, iş yaşamına katılmalarına, kaç çocuk yapmaları gerektiğine, neşelenmelerine karışarak kadınların ve toplumun yaşam biçimini düzenlemeye kalkışan 21. Yüzyıl Musa Kazım Efendilere kulaklarını tıkamalıdırlar.
Unutulmasın ki; CİNSEL EŞİTSİZLİK KADER DEĞİLDİR.
Atatürk diyor ki: 'TÜRK KADINI, DAHA YÜKSEK KUŞAKLAR YETİŞTİRMEYE YETENEKLİDİR.'
Yeter ki akla, bilime, fenne dayalı, çağdaş, laik, üretken, düşündüren, sorgulayan gerçek eğitimden geçmiş olsunlar.