Yıl 2011... Hava buz kesmişti. Rüzgar içime işliyor tüm soğukluğu ile titrememe neden oluyordu. Üşüyen ellerime baktım. Bomboştu... Nasıl açıklayabilirdim yanımda olmayışını? Kimseler inanmazken bana, nasıl ellerimi uzatıp seni çağırabilirdim? Hava kararıyor, aşkının içime verdiği ateş sönüp küllerini savuruyordu. Biz savruluyorduk, savrulmuştuk. Tıpkı bir denizin karaya savurduğu cesetler gibi. Küçük bir kar küresinin içine hapsedilmiş gibi hissediyordum kendimi... Her gün hayatım aynı çizgi de fakat akşam olunca bir el o küreyi ters çevirip karları acımasızca üstüme yağdırıyordu. Buz tutmuş bir kar küresi gibiydim... Kürenin içinde kaderin bana sunduğu düşüncelerimle tek başınaydım.
Kendimi yollara, yıllara attım...Hava soğuktu. Yürümeye devam ettim, havanın soğuğu biraz da olsa kendime gelmemi sağlıyordu. Sokak lambaları tıpkı bir ay ışığı gibi parlatıyordu insanların yüzünü. Yoldan geçen tüm insanların bakışları, giyim tarzları işten çıkış saatleri bile aynıydı... Ellerime baktım. Tüm gün çalışmaktan yorulmuş küçücük ellerdi. Nasıl olmuştu da, onlara bu kadar eziyet edebilmiştim... Sevdiğinden uzak ve hala yabancılardı... Hala üşüyorlardı... Ruhum üşüyordu, hislerim üşüyordu. Hissedemediğim hislerim üşüyüp, titriyordu... İçimin buzlarını dahi hissetmiyordum, hissedemiyordum. Hissizdim. Sessizdim ve sensizdim...