Bülent Şeren ve Faruk Şensoy’a Ağıt

"Yeni kuşaktan röportajcı çıkmıyor. Bugün, röportaj deyince bir kişiye sorular sorup, aldığı yanıtları yayınlamayı belliyorlar. Oysa, röportaj bir edebi olay. Bir insanı, çevresi, fiziksel ve ruhsal yapısı ile anlatamıyorsan, o insanın görüşlerini nasıl anlatabilirsin ki. Röportajın sınırı yoktur. Bir yazar, bir sanatçı için her şey, her insan, hele üretkense bir yenilik, bir röportaj konusudur. Yeryüzünde bir tek çöp ve bir tek yazar kalmışsa röportaj olayı vardır, olmalıdır.” (*)

Böyle diyor röportajın büyük ustası Yaşar Kemal.

Onun bu tanımına uyan röportajların peşinde koşan müthiş kelam ve kalem ustası, röportajın son prensi Faruk Şensoy’u takdimimdir.

O; Yaşar Kemal, Nail Güreli ve Halit Çapın ekolünden gelen bir ustaydı.

Rahmetli Faruk'u mesleğe yeni başladığım yıllarda tanımıştım. Ama ilk beraber çalışmamız, Kurtuluş Savaşı’nın tanığı gerçek Akşam gazetesinde olmuştu.

O yazar, ben sayfa sekreteriydim.

Tarayış adını verdiği köşede yazıyordu, Daktiloya kağıdı dikkatlice takar, yazmaya başlardı.

Yazısını erken verecek diye beklerken bir ara ortadan kaybolurdu.

Geldiğinde bitirmesi için başına dikilirdim. Öyle bir yetenekti ki, yazdıklarını okumaya gerek görmeden kaldığı yerden devam ederek “Tarayış”ı tamamlardı.

Kağıdı daktilodan çıkardıktan sonra da okumazdı. Çünkü yazdığından emindi.

Akşam kapandıktan sonra ancak Babıâli’de karşılaşır olduk. Milliyet’te çalışmaya başlayınca daha sık görüşmeye başladık. Geceleri gelir, bir iki sohbetten sonra kimseyi rahatsız etmeden giderdi.

Rahmetli Faruk hep uçlarda dolaştı, hayatı hep uçlarda yaşadı. Bir gün lüks otellerin kral dairesinde, bir gün bekâr odasında.

Acılarını da en uçlarda yaşadı, kimseyle paylaşmadı.

Kanseri yendi, yendi ama 20 yıl ona meydan okuyarak, alay ederek yaşadı.

Hayata ve kansere meydan okuyan Faruk, kimseye boyun eğmedi, kimseyi kırmadı.

Onun için dense dense yapıp ettikleriyle arkadaşlarını biraz üzdü denilebilir.

Ama ölümü çok üzdü.

Cenazesinde bir avuç gazetecinin dışında ardından gözyaşı döken sevgilileri ve dostları vardı her kesimden.

Faruk’u Çengelköy’de dedesi Hafız Ali Şensoy’un yanına defnettik.

Onunla dostluğumuzdan arda kalan hüzündür artık. Bir de herkesin tanıdığı Faruk’un gizli dünyasına nüfuz edebilmiş olmak.

Babıâli’ye ikinci bir Faruk Şensoy gelmedi, gelmeyecek.

Kimseler onun gibi röportaj yapamayacak. Kimseler Türkçeyi onun gibi kullanamayacak. 

Allah rahmet eylesin.

BÜLENT ŞEREN’İ TANIR MIYDINIZ?

Mesleğimin ilk yıllarında kanımın kaynadığı ağabeylerdendi Bülent Şeren.

Gazeteciliği aşk derecesinde seviyordu. 

Sabah gazetesinin yazı işleri odasına girdiğinde bir sevinç kaplardı yüreğimizi. 

Biz çiçeği burnunda gazeteciler; Şeref Oğuz, Ali Seven, bugün üçü de rahmetli olmuş yazı işleri müdürümüz İlhan Ezik, Ömer Lütfi Mete ve Kemal Sulaoğlu onu görünce işlerimizi hızlandırır, sohbetine kavuşmak için sabırsızlanırdık.

Bülent Şeren’in dünyalar kadar zengin yüreğinde biz de yer bulmuştuk.

Gazetenin günlük hay huyu geçtikten sonra o küçük yazı işleri odasında ya da dışarılarda bir yerde sohbete dalardık. 

Tükenmeyen neşesiyle neşe dolar, günün gerilimini atıverirdik üzerimizden. 

Gazeteye bazen çocukları Key, Şirin ve Gülce’yle gelirdi.

Bülent Ağabey’in çocuklarını da sevmiştik.

O, karikatürist, yazar, muhabir, mizah yazarı, ressam, sayfa sekreteri; kısaca gazeteciydi.

Bülent Şeren’le gittiğimiz çeşitli yerlerde renkli kişilerle tanıştık. Komünist Şadi (Alkılıç) bu kişilerden biriydi.  Dostlukları bizi imrendirirdi.

Biz genç gazetecilere bir şeyler öğretmeye çalışan, bizlerle gününü gecesini paylaşan Bülent Şeren’in bazı sıkıntıları olduğunu çok sonraları öğrendik.

Ve bir gün…

İstanbul gazetesindeki arkadaşlarımız Bülent Ağabey’in gazeteye geldiğini ve beni görmek istediğini haber verdiler.

Koştum, gittim.  Birçok meslektaş gazetenin direkli yazı işleri salonunda o gün çok şık giyinmiş Bülent Şeren’i süzüyordu.

Bülent Ağabey beni görünce boynuma sarıldı, yanaklarımdan öptü ve sonra bizlerle vedalaşarak Menekşe’deki evine gitti.

Gidiş o gidiş.

Ertesi sabah karakoldan İstanbul gazetesini arayarak Şeren’in intihar ettiğini söylediler.

O gün sevdikleriyle birer birer vedalaşan Bülent Şeren’in çizdiği son karikatür İstanbul’un uzun yazı işleri masasında duruyordu. Şeren kendini çizmişti. Karikatürde kafasına dünya düşmüş Bülent Şeren vardı.

Babıâli’ye ikinci bir Bülent Şeren de gelmedi, gelmeyecek.

Onu da rahmetle anıyorum.

……..

 (*) Yaşar Kemal’in Faruk Şensoy’a kendisiyle yaptığı röportajda söyledikleri. Erkekçe dergisi, Haziran 1982