İki çocuğum vardı, biri kız, diğeri de oğlan..!
Fi tarihinde... Uzunnnn yıllar öncesi; çeşitli nedenlerden ötürü, İstanbul'dan ayrılarak Samsun'un Çarşamba ilçesine taşınmıştık... Bütün eşyalarımızı, hayal kırıkları ve bölük pörçük anılarla geride bırakmıştık, hayatı sıfırlarcasına. Minicik bir ev bulmuştuk, müstakil ve de bir bahçesi olan... Etrafındaki, komşuları, tertemiz, saf ve buram buram Anadolu kokan... İlk yıl düzenimizi oturtmuş, ikinci yıl ise işsizlik ile ardından klasik geçim sıkıntıları başlamıştı. Seksenli yılların sonlarıydı. Şimdiki gibi değildi birçok şey, hayat ve insanlar... Her şey daha farklı daha zordu sanki. Düşününüz, yıllarca yaşadığınız büyük bir şehir ve allak bullak olan hayatınız... Ailenizle birlikte, başka bir şehrin bambaşka ve yabancı bir dünyası. Her şeyiyle yabancısınız, havası, suyu, kültürü ve insanların yürekleri... Ürküyor, korkuyor ve bocalıyorsunuz. Çünkü sıfırsınız, maddi ve manevi, bütün hayatınız hiçbir şey üzerine kurgulanmışcasına. Üstelik, tek başına da değilsiniz, korunmaya muhtaç çocuklarınız, onlara adanmış bir hayatınız, gurur ve onurunuzla. Düşünüyorsunuz, o şartlarda hangisinden vazgeçebilirim diye... Sıfırdan bir hayat, sıfır maddiyat ve bomboş hayaller, umutlar, yaşam sevinci ve çocuklar..!
İlk yıl, birileriyle iş kurmuştuk, ikinci yılımız, yine su koy vermeye başladı, yine zor ve inişli yıllar. Hani seksen-doksanlı yıllar var ya işte o yıllardı bize hayatın damgasını vuran. Bilirsiniz o yılların, klasik bakkal ve veresiye hikayelerini. Bir veresiye defteri vardır, bir de bakkal amcaları. Şansınıza artık, o bakkal amcaların, ya yüreği yumuşak, ya da serttir. Bazen bukalemun gibi ve kılıktan kılığa bürünür simaları. Biz de ailece bir bakkal amca edinmiştik bilmediğimiz bir kasabada, bilmediğimiz bir yürekte. Adı Hüseyin bakkaldı, ilk zamanlar iyiydi ve alışmıştık da hani..!
Durumumuz günden güne kötüye gidiyordu. Eşim işsiz ve işler iyiden iyiye sarpa sarmaya başlamıştı. Bakkala ufak tefek şeyleri yazdırıyorduk, acil ihtiyaçlar listesinde, ekmek, şeker ve yağ gibi şeyler vardı. Yazdırıyorduk yazdırmasına fakat, kara kaplı defterin yükü de bir hayli ağırlaşmaya başlamıştı. Fazla bir şey değildi aslında aldıklarımız, istesek de alamazdık zaten... Kızım iki yaşında, oğlum dördüncü sınıfa gidiyordu. O gün kısıtlı bir sabah kahvaltısı hazırlamıştım... Çekine çekine oğlumu bakkala sadece ekmek almaya gönderdim. Bekliyoruz, çocuk eli boş geldi, kim bilir ne sözler sıralandı çocuğun yüzüne... Tabii hesap kabarık, ekmek vermemiş bakkal, çocuğun yüzü yerde ve fazla da bir şey söylemedi aslında. Sofrada dört kişiyiz; anne, baba, minik kız ve erkek kardeş..! Düşünün o iki eli kafasında düşünceli baba ile annenin kahrını..!
Anne ve babasınız... Her şeyden vazgeçersiniz; fakat bu halde neden vazgeçebilirsiniz ki..? Hayatınızdan mı, gurur ve onurunuzdan, yoksa çocuklarınızdan mı..? Neden vazgeçebilirsiniz ki, bu saatten sonra hangisi para eder ki..?
Yan komşularımız çok iyi insanlardı, bir yılın sonunda çok iyi kaynaşmıştık. Avluları bizim kapıya bakıyordu, orda süpürgecilik el zanaatlarıydı ve geçimlerini oradan sağlıyorlardı. Komşu ablamızın ismi Fatma'ydı, ölen annemin ismi gibi. Ben ona Fatma yenge, kızım da cici anne diyordu. Kızları olmadığı için benim miniği bir başka türlü seviyorlardı. Belli etmeden ve gururumuzu kırmadan bize sahip çıkmaya çalışan özel insanlardı onlar..!
O sabah, ne yapacağımı bilmeden, ilk aklıma gelen onlar olmuştu. Oğlumu onlara gönderdim... Oğlum Cicianne'ne de ki, bakkalda ekmek kalmamış, fazla ekmeğiniz var mı..?
Başka türlüsüne insanın dili varmıyor, ne serden vazgeçiyorsunuz ne de sırdan.
Oğlum, birazdan geri geldiğinde, kocaman gazetenin içinde kurabiye ve benzeri şeylerle geri geldiğinde, eşim ve ben gizlice ağlıyorduk o sofranın başında..!
Uzun yıllar sonra o kasabayı ziyarete gittiğimizde, minicik evimizin yerinde yeller esiyordu... Ve O kalıntılar arasında, Cici annemizle bu anıyı ağlayarak paylaşmıştım... Bana şöyle demişti; ben o sırada avludaydım ve duymuştum bakkalın çocuğa ekmek vermediğini... Bir kez daha kahrolmuştum, bir elinin verdiğini, diğerinin görmediği çok özel insandı onlar..!
Bazen hayat sana güzel şeyler sunar, bazen de tüm bu verdiklerini bir anda geri alır sanki. Sanırsınız ki, hayat sizin için bitti... Oysa bu yaşadıklarınız size öyle güzel ve özel şeyler kazandırır ki, isteseniz de ömür boyu o değerleri biriktiremezsiniz..! Ve bu yaşadıklarınıza şükredersiniz edersiniz..!
Böylesi güzel yürekli insanlar ve böylesi değerler yok artık zamanımızda. Her şeye rağmen, ailece böyle sıkıntıları yaşadığımız için hamdediyor ve böylesi güzellikleri rast geldiğimiz için de kendimizi şanslı hissediyorum... Nerede böylesi güzellikler varsa da, selam olsun yüreği güzel o bir yudum insanlara..!