Bir Türk Bir Çemberi Nasıl Çizer?

0

'Bir Türk, bir İngiliz bir de Alman…' diye başlayan hikmet içerikli fıkravari birçok hikayecik anlatılır halk arasında.

Aynen o misal; aynı sınıfta eğitim gören İngiliz, Alman ve Türk kökenli üç öğrenciye birer kağıt kalem verilerek kendilerinden birer çember çizmeleri istense nasıl bir sonuç alınırdı dersiniz?

Öyle bir şey denemediğim için, çocukların, kendilerine verilen ödevi tam olarak ne şekilde yapacaklarını yüzde yüz kestirmek mümkün değil elbette; ama tabi oldukları milletlerin özellikle çalışma disiplini ve iş ahlakına karşı sergilemiş oldukları yaygın ve geleneksel duruşlarını göz önünde bulundurduğumuzda, tahmin kestirim şeklinde de olsa, bu çocukların nasıl davranacakları konusunda belli bir tahminde bulunmanın zor olmayacağını düşünüyorum.

Gelmiş olduğu İngiliz toplumunun emperyal ve büyük düşünen genetik kültür kodlarını taşıyan İngiliz öğrencinin, kendisine verilen kalemle, elindeki boş kağıdın üzerine, sığabilecek en büyük çaptaki bir çemberi çizmeye gayret sarf edeceğini;

Sağlam ve esaslı işler yapmakla meşhur Almanların disiplinli kültür ikliminden neşet etmiş Alman öğrencinin ise, kağıdın tam ortasına gelecek şekilde bir çember çizmekle kalmayıp, bu çemberin her noktasındaki çizgilerin aynı kalınlık ve baskınlıkta olmasını sağlamaya çalışacağını ve bunun için de çizmiş olduğu çemberin üzerinden ustaca birkaç kez daha geçerek silinemeyecek bir eser ortaya çıkarmaya çalışmak suretiyle kendisine verilen ödevi bihakkın yerine getireceğini tahmin edebiliriz.

Bizimkine sıra gelince, o nasıl bir çember çizer sizce?

Aklıma ilk gelen; Türk öğrencinin, büyük bir özgüven ve havayla ele alacağı kalemle etrafına şöyle bir bakınarak şov mahiyetinde artistik bir iki hareket yaptıktan sonra masanın üzerindeki beyaz kağıda yarım ya da en azından iki ucu bir araya gelmeyen, tamamlanmamış bir daire çizeceğidir.

Halbuki işi çok kolaydır onunda.

Yapacağı şey, başka milletlere mensup diğer iki sınıf arkadaşının yaptığı şekilde; bir pergelin ucuna takacağı bir kalemle, pergelin, kağıdın orta noktasına sabitleyeceği diğer ucunun etrafında, önceden ayarlayacağı belli bir açıyla çizmeye başladığı ilk noktaya kadar çevirme sabrını göstermekten ibarettir.

Bunu yapmak için ekstra bir zihni ya da fiziksel efor sarf etmesine gerek olmamasına ve üstelik, diğer iki arkadaşının bu işin üstesinden nasıl başarıyla çıktıklarını az evvel kendi gözleriyle görmesine rağmen, her nedense, çizdiği daireyi eksik bırakacaktır.

Kendi kafamdan uydurmuş olduğum, fantezi mahiyetindeki bu örnekteki öğrencimizin ödev olarak çizmiş olduğu çembere benzemiyor mu toplum olarak yapmış olduğumuz her iş, sevgili okuyucular?

Merkezi devlet kurumlarımızdan belediyelerimize.. hatta aklın, özgür düşüncenin, insan zekası ve bilimin ışığında çalışması beklenen üniversitelerimizden kar etme güdüsünün esas alındığı, rasyonelitenin kalesi olması beklenen özel sektör kurumlarımıza kadar…

Ülkede yapılan neredeyse hiçbir işin sonu getirilmez.

Bu, işi yarım bırakma zihniyeti insanımızın ruhuna işlemiştir adeta.

Polemik yapmamak için somut örnek vermeyeceğim ama sadece günümüzde değil, on yıllar öncesindeki geçmişten günümüze kadar; tumturaklı laflar ve tantanalı tanıtımlarla başlatılarak, çoğu zaman büyük kitlelerin desteğini de alarak başlatılan sayısız proje hatta 'reform' diye lanse edilen girişimin herhangi bir sonuca kavuşturulmadan yarım bırakıldığını görüyoruz.

Yarım yamalak iş yapmak milli karakterimizin bir parçası ya da dünya görüşümüzün gereği, adeta bir kutsalımızmış gibi; fert planında olduğu gibi, her çap ve seviyedeki yerel ve ulusal kurumumuzca gerçekleştirilen her işte hep bu olumsuz ve bizi geri bırakan zihniyetin hakim olduğunu görmek ne ızdırap verici bir durumdur anlatamam.