Bir çocuk düştü bir yerlerden..!

Bir çocuk düştü bir yerlerde, tam da kafasının üstüne... Birileri poposunun üstüne daha rahat otursun diye...Yaşı henüz 25, belki daha küçük ve hep aynı yaşta kalacak. Elleri cebinde düşerken, tutan olmamış belli ki kolundan, kızıp sinirlenenlerden başka..! Sonra, hikayesini tam da orada, herhangi bir şehrin, herhangi bir sokağında düşerken noktalamış... Çeyrek yaşında ve yarı buçuk yaşamıyla..!

Ayaklarıyla itekleyenler, hadi kalk - kalksana, heyyy... O düşmüştü, üstelik de kafasının üzerine, sonra düşerken bir de artçı tekmeler geliyordu ardı ardına ve bulunduğu son noktada ...Hayatın son darbesi olarak, hissetmeyen cansız bedenine ve hala itilip kakılarak.!

Sonra bir ambulansa atıldı karga tulumba. En yakın arkadaşı telefonu düştü bir köşeye her şeyden bi haber...Ve bir polis açtı acı acı çalan telefonu. karşı taraftaki telaşlı bir kadın sesi; 'nerdesin baban kızacak bak..?!'

Ama birilerinin hikayesi hep susmayı öğretti bize... Belki de bu yüzdendi içimize konuştuğumuz hep ve dimdik ayakta durma çabalarımız... Bazen çırpındığımız, çırpındıkça battığımız..!

Her gün bir şeyler yazılıp çiziliyor – çiziyoruz... Aşklarımız, tutkularımız, hayat gailesi, içsel duygularımız, dış beklentilerimiz, maddi ve maneviyatlarımız, büyük küçük çıkarlarımız.. Fakat, dönüp geriye baktığımızda yürüyemediğimiz bir arpa boyumuzla. Televizyon ve sosyal medyada,ki çılgınlıklar, teleler -voleler, şarkılar, matemler, adi, taciz ve şiddetler... Film izler gibi izliyor, sonra bir iki ah ve vahlarla vurdumduymazlıklardan sonra... Sonra hiçbir şey olmamışçasına, hayat devam ediyor diyor - diyebiliyorsunuz, bir yerlerde henüz başlamadan biten hayatları görmezden gelerek..!

O gün, kim bilir ne duygu ve beklentilerle kalkıyor yaşama bir merhaba demeye hazırlanıyorsunuz. Etrafa baktığınızda, her şey sıradan, insanlar ya işine, ya eşine, yada başka bir şeylere koşturup yetişmeye çalışıyorlar... Sabah tutunduğunuz yaşama, akşama kadar biteviye kovalanıyorsunuz.Ta ki, gündüzün yorgunluğu gecenin karanlığına yenik düşene kadar..!

Tüm bu yorgunluklardan sonra belki de bunca çabalarınız, boşuna.Ya hayatın gölgesine yenik düşerken, uçurumun kenarında olanlar..?

Ya, şu anda bilmem neler yaşanıyor, neler yaşıyoruz bilinmedik kuytularda ve fi tarihinden bu yana... Kim çalıyor yarım kalmış oyunları, kim yakıp yıkıyor sırçadan sarayları, camdan bilyelerinizi, bez bebeklerimizi, okunmamış hikayelerle masumiyet karinemizi... Kimler?

Evet bu gün, koskoca bir günü daha sağ salim geride bıraktınız... Bak, günün parlak, ışıkları yine akşamın griliklerine yenik düşmeye başladı bile... Umarım bir yerlerde uyutmaya çalıştığınız vicdanınıza değil belki!

Bir yerlerde insan simsarları, uyuşturucu tacirleri ve bilmem daha hangi baronlar pusuda ne hikayeler yazmaya hazırlanırken; bak bir yerlerde birilerin ezgisi çalıyor yine... 'Küçüğüm ben daha küçük, oynanmamış oyunlarım, alınmadık oyuncaklarım, okunmamış masallarım, bilinmedik korkularım var benim... Küçüğüm ben daha çok küçük..!'

Birazdan belki de, o gecenin karanlık koynuna; yaşı 25 belki de 15 bir çocuk – çocuklar daha uykuya dalacak... Buza kesmiş elleri, kimselerin tutmadığı.. Ve yine bir yerlerde tiz bir telefon sesi, ve bir anne... 'nerdesin? baban kızacak yine..! Ve birileri onun cansız bedenini iteleyip tekmelerken, yine tiz sesli bir Ambulans, umarsızca onu karga tulumba bu hayattan kaçıracak belki. Yere düşen bir telefon acı acı çalarken, birileri telefonu açacak... Karşı taraftaki onu merak eden bir ses; neredesin bak, baban yine kızacak... Hattın bu tarafındaki ses ne cevap verebilirdi ki bu Anneye, 'hanımefendi kızmasına gerek kalmadı..!' derken.

Bir yerlerde olmayan vicdanlar ve O ise, tüm bunlardan bihaber... Tüm masum sevgilerini kuytularda bir sevgilinin gönlünde uyutup, tertemiz yüreğiyle minicik ellerini bir annenin düşlerinde unutarak..!

Bu hikayedeki payı olan herkesin anısına...!