Literatüre göre bilgelik: bilgi edinme, idrak, görgü, sağduyu ve sezgisel anlayış ile birlikte bu özellikleri özümseme ve yaşama uygulama kapasitesi (veya yeteneği) olarak tanımlanmaktadır. Aynı zamanda bilgelik, akıl ya da sağgörüdür. Bilgi, deneyim, anlayış, sağduyu ve içgörü kullanarak düşünme ve hareket etme yeteneği olarak da tanımlanmaktadır. Kelimenin çok geniş tanımı olduğu ve birçok kavramı da içerisinde barındırdığı görülmektedir.
'… edgü bilge kişig edgü alp kişig yorıtmaz érmiş (… iyi bilge kişi, iyi yiğit kişiyi yürütmezmiş)' ifadesi, kelimenin ilk yazılı kaynağının 732 ve 735 yıllarında (yaklaşık 1.300 yıl önce) yapımı gerçekleştirilen, Orhun Abidelerinden Kül Tigin ve Bilge Kağan yazıtları olduğu belirtilse de ortaya çıkışı daha eski zamanlara dayanmaktadır. Bu bakımdan geçmişten gelen bilgeliğin, tarihi yansıtması açısından da kıymetli olduğu anlaşılmaktadır.
Himmet mi Hikmet mi?
Bazı yazarlar aşağıda Yunus Emre ile ilgili anlatılan hikayenin başlığını 'Himmet (veya Hikmet) mi Buğday mı?' Şeklinde belirtir. Himmet Arapça kökenlidir; meyil, istek, arzu ve azim anlamlarına geldiği ifade edilmektedir. Tasavvuftaki anlamı ise kendini veya başkasını kemale erdirmek için kalbin bütün ruhanî güçleriyle Hakk'a yönelmesi, şeklinde tanımlanmaktadır. Buna hikmet diyenler de vardır. Hikmet de Arapça kökenli bir sözcüktür. Onun Türkçe karşılığı bilgelik olduğundan ve daha anlaşılır olduğu düşüncesiyle başlık, bilgelik olarak tercih edilmiştir.
Kavramların (ve Eğitimin) Dili
Dini kavram da olsa dilimizdeki karşılıklarını kullanmak, kavramların daha anlaşılır olması ve dilimizin zenginliğinin ifadesi açısından önemlidir. Kaldı ki din ve bilim en iyi anadilde öğrenilir ve anlaşılır. Dinin ve bilimin kendi orijinal dili de elbette önemlidir lakin dile hakim olunmadığı sürece kavramların derin anlamlarının anlaşılması pek de mümkün değildir. Bu bakımdan ister dini ister ilmi olsun eğitimin dili anadil olmalıdır. Eğitim anadilde yapılmadığı müddetçe dilin ve bilimin gelişmesi, çok da mümkün değildir.
Dilin gelişmesi açısından etkileşim mutlaka olacaktır. Ancak kavramların illa da yabancı karşılıklarının kullanımına yönelik dayatmacı yaklaşımlar, doğru değildir. Nihayetinde himmet ve hikmet dile girmiştir. Bilgeliğin biz Türkler açısından daha anlaşılır olduğu ise açıktır.
Hikayenin Özü
Hikaye, günümüzden yaklaşık yedi yüzyıl kadar öncesine dayanmaktadır. Kıtlıktan etkilenen Yunus, Hacı Bektaş Veli'den yardım ister. Bu vesileyle dergaha gider. Giderken de yanına aldığı alıçları, hediye olarak götürür. Huzura varır, alıçları verir, içinde bulunduğu durumu anlatarak buğday ister. Yunus'taki potansiyel özellikleri gören Veli, önce 'buğday mı istersin bilgelik (himmet veya hikmet) mi istersin? Diye sorar. 'Buğday' cevabını veren Yunus'a, sonrasında 'istersen getirdiğin alıçlar kadar hatta onların çekirdeğinin on katı kadar bilgelik (himmet veya hikmet) vereyim' der. Durumu zor olan Yunus, yine bilgeliği değil buğdayı tercih eder. Zira buğdaya şiddetli derecede ihtiyacı vardır; kendisinin ve ailesinin de durumu zaten zordur. 'Ben bilgeliği ne yapayım? Bana buğday gerek!' diyerek isteği üç kez geri çevirir. Sonunda buğdayı alarak yola koyulur. Yolda, dergahta Hacı Bektaş Veli ile yaşadığı diyalog aklına gelir. Belli müddet sonra farklı bir ruh haline bürünür; hayata ve eşyaya bakışı değişir: Maddi zenginliği bilgeliğe tercih ettiğini; buğdayın tükeneceğini oysa bilgeliğin tükenmeyeceğini ve hata yaptığını düşünerek pişman olur ve dergaha geri döner. Bilgelik istediğini belirtir. Ancak bu sefer de kendi isteği geri çevrilir. Artık orada onun için bilgeliğe yer yoktur; bilgelik yolu kapanmıştır. Başka bir yol (yön) gösterilir. Yunus ise bilgelik yoluna bir kez girmiştir ve yola çıkmıştır. Tıpkı Hocası Taptuk Emre'nin 'yola çıkıp da varamayan olmayacaktır' dediği gibi hedef gösterilen yere (dergaha) varır ve yoluna devam eder. Nihayetinde Koca Bilge Yunus (Emre) olur...
Kimilerine göre buğday; geçici hevesi, hırsı, çıkarcılığı, para sevgisini temsil ederken himmet veya hikmet ise kanaati, erdemi, iyiliği ve huzura ulaştıran bilgiyi, doygunluğu, gerçek sevgiliye (Allaha) yönelmeyi kısacası bilgeliği temsil etmektedir.
Hikayenin Günümüzle İlişkisi
Hikaye, eski ve bilindik. Ancak insan-eşya (mal ve mülk) ilişkisi bağlamında insanın onun karşısındaki sınavını ortaya koyması açısından manidardır. Zamana ışık tutmakta ve anlam katmaktadır. Bununla birlikte geçmişte olan ve halen günümüzde artarak devam eden eşya sevdasının karşısında, bilgelik yolunda verilen mücadeleyi de yansıtmaktadır.
Hikayenin geçtiği dönem kıtlık dönemi. Kıtlık varken bilgelik (himmet veya hikmet ) yerine buğday istemek normaldir ve anlaşılabilir. Salgın döneminde, 'hafta sonu dükkan ve marketler kapanacak' denince, insanlarımızın dükkanlara ve marketlere nasıl akın akın gittiğini gördük! Dükkanlar sadece iki gün kapalı kalacaktı ve kıtlık da yoktu... Bu noktadan bakınca Yunus'un hem de bizim Yunus'un ne kadar da büyük bir değer olduğu ortaya çıkmaktadır. Kıtlık döneminde bilgeliği (himmeti veya hikmeti) buğdaya tercih etmesi, yüce bir davranıştır. Belki de bundan dolayı koca Yunus olmuştur. Tüm zamanlara hitap eden hatta zamanları da aşan ve geçen...
Sonuç
Günümüzde insanların çoğunluğu eşya sevdasına düşmüştür. Elbette hikmet peşinde koşanlar da vardır. Aksi halde gelişim ve ilerleme olmayacaktır. Ancak çoğunluk maddi değerler peşindedir. İşin en acı tarafı da üniversite mezunu, meslek sahibi üstelik eğitimci olmalarına karşın eğitimli olmayan fakat malı, mülkü çok olanlara yani zengin olanlara özenenlerin olmasıdır.
Elbette buğday da gereklidir. Yaşamın sürdürülmesi noktasında ona da ihtiyaç vardır. Zira insanların kıtlıkla sınavı çetindir. Eskiler 'açlık adama dağı deldirir' derdi. Bu bakımdan birileri buğday, birileri de bilgelik peşinde koşacaktır. İkisi de kıymetli ve gereklidir. Esas sorun eğitimli olmalarına rağmen bir kısım insanların bilgeliği küçümsemesi; cehaleti ve malı (ve mülkü) ona tercih etmesidir. Ülkemizin ve milletimizin geleceği açısından asıl tehlike budur…