İnsan hayata gözlerini açtığı andan itibaren otoriteye maruz kalır. Bu evvela aileyle başlar, okulla devam eder. Emeğinizi ve zamanınızı verip karşılığında para almaya başladığınızda da otorite form değiştirir ancak mantığı üç aşağı beş yukarı aynıdır. Devlet yapısı itibariyle otoriter bir figürdür ve doğduktan sonra bedeninize vurulacak aşıdan, öldükten sonra cesedinize ne yapılacağına kadar karar verir.
Tüm bu dayatmaların ve mutlak(!) doğruların arasında, insanın hayatı boyunca otoriter figürlerden en uzak kaldığı zaman üniversite eğitimi sırasında yaşadığı yıllardır. Çünkü üniversiteler; ailenin, okulun, emeğin, işin, paranın, devletin ve nicelerinin yıkılmaz tahakkümünün irdelendiği, eleştirildiği ve sorgulandığı yerlerdir. Yani, kısmen…
İnsanlığın yarattığı hiçbir sistemin kusursuz olmadığını biliyoruz. Ancak rasyonel tartışmaların ve eleştirel düşünce ortamının modern dünyada ne kadar kıymetli olduğunu bilecek tecrübeye sahibiz. Zira Batı'nın, Avrupa ülkelerinin başarılı olmasının en büyük nedenlerinden biri budur. İnsanoğlunun oluşturduğu her sistemi, düşünceyi, fikri sorgulayabiliyor, eleştirebiliyor olmak. Bunu yapacak kurumlar inşa etmek ve onları korumak.
Bu kurumların oluşması oldukça meşakkatlidir. Çok uzun zaman gerektirir. Onca meşakkatli zamandan sonra da gelenek oluşur. Başarıyı da o gelenek getirir. Kurumu o gelenekten koparıp ''3, bilemediniz 5 seneye dünyanın en iyi 100 üniversite içerisine gireceğiz.'' demek kolaydır. Yapılması ise pek mümkün değildir. Neyse ki Türkiye'de tutulmayan sözlerin kıymeti yoktur.
Üniversitelerin en temel kaygısı, üzerinde hiçbir dogma olmaksızın yaşamın bilinmezliklerini ya da bildiğimizi zannettiklerimizi irdeleyebilmek, farkedilebilen kusurları ortaya çıkarmaktır. Bir de hırsızlık (intihal) yapılmaması gerektiğini falan öğretmektir. Neyse...
Nitekim kurumların bunları yapabilmesi için otoritenin onlara alan açması gerekir. İyi üniversiteler ancak o alan çerçevesinde var olur.
İnsan medeniyetinin tohumları, farklı düşüncelere müsamaha gösterildiği an ekilmiştir. O tohumlar bundan yaklaşık 2600 sene önce Aydın, Milet yakınlarında ekildi. Yeşeren bitki, tüm insanlığı değiştirdi.
Bilimin ''icadı'' ve eleştirinin ''kutsiyeti''
''Bilim nasıl icat edildi?'' sorusuna yanıt verirken Aydın Milet'li hemşehrilerimiz Anaksimandros ve Thales'e dek gitmemiz gerekir. Zira kanıtlanmış, kayıtlı en eski belge onlara ait. Oraya kadar gidince anlıyoruz ki bilim; mitolojinin, yani daha önceki dinlerin eleştirisi ile ortaya çıkmıştır.
Anaksimandros'u ardıllarından ayıran yegane özelliği, deneysel ve mantıksal değerlerle oluşan bir sorgulama şeklini benimsemiş olmasıdır. Öğretmeni Thales'e sorar, ''Dünya'nın altında ne var?'' Thales cevap verir, ''Su…'' zira her şeyin özüne suyu koymuştur.
Anaksimandros devam eder, ''Peki onun altında ne var?'' Thales başka bir cevap verir… Soru yinelenir, ''Peki onun altında ne var?'' Thales bir başka cevap verir… Soru yinelenir, ''Peki onun altında ne var?'' Thales daha fazla cevap vermez ve öğrencisi Anaksimandros'a söylediği şu kritik cümleyle bilimsel düşüncenin temelini atar. ''Benimle aynı fikirde olma mecburiyetinde değilsin. Ancak merak ediyorum. Sence ne var? Sen ne düşünüyorsun?''
Meselenin özü aslında bu kadar yalın. Doğru olduğunu düşünmediğimiz fikirleri yok saymak mı, yasaklamak mı, susturmak mı; yoksa Thales'in öğrencisine ''aynı fikirde olmama'' özgürlüğünü verdiği gibi diğer düşünceleri anlamaya çalışmak mı? Bilimin temelini atan düşünce prensibinin ana etmenlerini rasyonel ve eleştirel düşünce atar, doğru. Ancak onun da yalını, ''aynı fikirde olmama'' tahammülüdür.
Peki Anaksimandros, ''Yerin altında ne var?'' sorusuna ne cevap vermiş?
''Dünya boşlukta asılı durur, kozmosun merkezinde durduğundan, uzay boşluğunda her yere eşit mesafede olduğundan düşmesini gerektirecek aşağı ve yukarı doğrultusu yoktur – tıpkı çemberin orijinin tam ortasında olmasının asla değişmemesi, aşağı ve yukarı doğrultularının göreli olması gibi. Demek ki kozmosun merkezindeki dünyanın dengede durmak için hiçbir şeyin desteğine ihtiyacı yoktur, dolayısıyla hiçbir şeyin hakimiyeti altında değildir.'' (1)
Anaksimandros, hiçbir deney yapmadan bu sonuca yaşadığı ortamın, daha spesifik olmak gerekirse Milet Okulu'nun sağladığı düşünce geleneğiyle varmıştır. Eleştirel geleneğin ortaya çıkmasını sağlamıştır. Konu ilginizi çektiyse Carlo Rovelli'nin ''Miletli Anaksimandros Ya Da Bilimsel Düşüncenin Doğuşu''adlı kitabında daha fazlasını bulabilirsiniz.
''Özgürlük 'iyi'den önce gelir''
Boğaziçi Üniversitesi meselesini tartışırken elitleri tartışırız, kültürel hegemonyayı tartışırız, intihali tartışırız, olanların yasal olduğunu tartışırız, olayların politize edildiğini tartışırız, üniversite yönetmeliğini tartışırız, eğitim sistemini tartışırız, iktidarı tartışırız, muhalefeti tartışırız… Ve tartıştık da! Bir hafta önce tartıştık ve bitti.
Çünkü tüm bunlar, kördüğüm olmuş bir ipi ortasından çözmeye benziyor. Oysa düğümleri çözmek için evvela karıştığı ilk noktaya bakmak gerek. Bu da ortaya şu kadim soruyu çıkarıyor, ''Bizlerle aynı düşüncede olmayanlara müsamaha gösterebilecek miyiz?''
Immanuel Kant, meşhur ''Saf Aklın Eleştirisi'' kitabında, ''İnsanlar ışığı görmez, ışıkla görür.'' der. Işığı yanlış yerde aramaya daha ne kadar devam edeceğiz?
--------------------------------
1- https://t24.com.tr/k24/yazi/anaksimandros-ve-baskaldirinin-erdemleri,894