Kur'an, israf etmeyin diyor.
Enam Suresi 141. Ayette 'İsraf etmeyin. Allah israf edenleri sevemez.; İsra Suresi 26.-27. Ayette saçıp savurma, saçıp savuranlar şeytanların kardeşleri olurlar; Ey Ademoğulları! İsraf etmeyin, Allah israf edenleri sevmez' deniyor.
Kur'an'ın bu buyruklarına karşı Atatürk nasıl davranmıştır? Atatürk, çeşitli konuşmalarında iktisadın, tasarrufun, vergilerin doğru biçimde kullanılmasını, israftan kaçınılmasını vurgulamıştır. Söz gelimi Atatürk, 1 Mart 1922'de tutumlu olmaya dikkat çekiyor: 'Azami tasarruf (tutum), ulusal şiarımız olacaktır (ASD I, s. 244).'
Bir başka konuşmasında şöyle diyor: 'İktisadı zayıf bir ulus, fakirlikten, yoksulluktan kurtulamaz. Toplumsal ve siyasal yıkımlardan yakasını kurtaramaz. Ülkenin yönetimindeki başarı, iktisadındaki kazançların derecesiyle orantılıdır. (ASD II, s.188).'
'Memleketin durumu, düzen, güven ve disiplin üzerine kurulmuştur. Gerçek bir bütçe tesisi, vergilerin iyileştirilmesi ve her türlü savurganlıklara karşı sürekli teyakkuz ve engel olmak kararındayız (ASD I, s. 345):'
Atatürk, bu sözleriyle de ekonomik açıdan Kur'an'ın buyruklarına uyulduğunu göstermektedir. Ancak günümüzdeki ekonomik durumlar göz önüne alındığında Kur'an verilerinden çok uzaklaşıldığı görülmektedir.
Kur'an, din tüccarlarına da parmak basıyor.
Tevbe Suresi 34. Ayet; 'Ey iman sahipleri! Hahamlardan ve rahiplerden birçoğu, halkın mallarını uydurma yollarla tıka basa yerler ve Allah'ın yolundan geri çevirirler.' diyor. Kur'an, bu ayette dini meslek edinip çıkar sağlayanlara parmak basıyor. Burada sadece hahamlardan ve rahiplerden söz edilse de günümüzün tarikat şeyhleri, çakma dinciler ve kimi siyasilerde bu ayet kapsamına girmektedir.
Atatürk, dini hiçbir zaman çıkar uğruna kullanmamış, alet etmemiştir. O, dine ve gerçek din insanlarına da karşı değildir. Onun karşı olduğu, dini çıkarları için kullananlardır. O, diyor ki:
'Bizi yanlış yola yönelten soysuz kimeler, bilirsiniz ki çok kere din perdesine bürünmüşler; saf ve temiz halkımızı hep şeriat sözleriyle aldata gelmişlerdir. Tarihimizi okuyunuz, dinleyiniz. Görürsünüz ki milleti mahveden, esir eden, harap eden fenalıklar hep din niteliği altındaki küfür ve kötülükten gelmiştir. Onlar, her türlü hareketi dinle karıştırırlar. Halbuki Allah'a şükürler olsun hepimiz Müslümanız, hepimiz dindarız; artık bizim dinin gereklerini öğrenmek için şundan bundan ders ve akıl hocalarına gereksinmemiz yoktur (Prof. Dr. U. Kocatürk, age. s. 333-334. Her sakallıyı hoca sanmayın. Hoca olmak sakalla değil, dimağla olur (ASD II, s.132).'
'İslam dinini, asırlardan beri olageldiği üzere bir siyaset aracı mevkiinden tenzih etmek (ayrı tutmak) ve yüceltmek elzem (çok gerekli) olduğunu gözlemliyoruz. Kutsal ve ilahi olan itikatlarımızı ve vicdanlarımızı, muğlak ve değişken olan, her türlü çıkar ve ihtiraslara tecelli sahnesi olan siyaseten ve siyasetin tüm organlarından bir an önce ve kesin olarak kurtarmak, milletin dünyevi ve uhrevi saadetlerinin emrettiği bir zarurettir. Ancak bu suretle İslam dininin yüce fikirleri tecelli eder (ASD I, s.348-349).'
'Artık Türkiye, dine ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar (ASD III, s. 108). Dinden maddi çıkar temin edenler, iğrenç kimselerdir. İşte biz, bu duruma karşıyız ve buna izin vermiyoruz. Bu gibi din ticareti yapan insanlar, saf ve masum halkımızı aldatmışılardır. Bizim ve sizlerin asıl mücadele edeceğimiz ve ettiğimiz bu kimselerdir. (Utkan Kocatürk, age. s193).
Kur'an, ordunun siyaset dışı kalmasını buyuruyor.
Süleyman Peygamber'in Saba Melikesi'ne gönderdiği mektupta teslim olarak huzuruma gelin diyor (Neml Suresi 30, 31). Bunun üzerine danışmanlarını toplayan Melike şöyle der: 'Ey danışmanlarım, bu meselem konusunda bana fikir verin, siz onaylamadıkça hiçbir işe kesin karar vermem (32. Ayet). Danışmanlar, 'biz çok güçlüyüz, çok yaman savaşırız. Buyruk senin, ne karar vereceğini sen bilirsin 33. Ayet).
Danışmanların asker oldukları 'çok güçlüyüz, çok yaman savaşırız' sözlerinden anlaşılıyor. Karar mercii olarak Melike'yi kabul ediyorlar, yani 'biz orduyuz, siyasi kararlara karışmayız' diyorlar. Bu da ordunun siyaset dışı kalması gerektiğini göstermektedir.
Atatürk de İttihat ve Terakki Cemiyeti üyelerine ordunun siyasetten ayrı tutulması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır; ama önerisi benimsenmemiş ve cemiyetle ilişkisini kesmiştir. Cumhuriyet ilan edildikten sonra ordu ile siyaseti kesin olarak ayırmıştır. Bunun üzerine asker milletvekilleri ya orduyu seçmiş ya da ordu ile ilişkisini kesmişlerdir. Bundan sonra da bu ilke sürdürülecektir. O, diyor ki: 'Memleketin genel hayatında orduyu siyasetten tecrit etme umdesi Cumhuriyetin daima göz önünde tuttuğu bir esas olacaktır (ABE 24, s. 230).'
Kur'an, yönetimde meclisin önemine vurgu yapıyor.
Şûra Suresi, 38 Ayette deniliyor ki: 'İşlerini aralarında danışma ile tartışarak çözerler.' Buradaki danışma, tartışma kiminle yapılacaktır? Nüfusu çok az olan yönetim birimlerinde birkaç kişilik bir danışma kurulundan söz edilebilir. Ama nüfusu milyonları aşan toplumların yönetiminde halkın seçtiği temsilcilerin oluşturduğu bir meclis bulunur. Tartışma bu mecliste yapılır ve ortak noktalarda buluşularak sonuca ulaşılır, karar verilir.
Atatürk, Kur'an'ın bu buyruğuna sadık kalarak Sivas Kongresini topluyor. Erzurum ve Sivas Kongrelerinde ulusun ve ülkenin içine düştüğü kötü durumdan nasıl çıkılacağını tartışarak tüm ulusu bir çatı atında topluyor. Gerektiğinde silahlı mücadele kararı alınıyor. 23 Nisan 1920'de Türkiye Büyük Millet Meclisini topluyor. Orada da sorunlar tartışılarak çözülüyor.
Atatürk, 'Bu meclis ne işe yarıyor, kapatalım gitsin diyenlere 'Meclis olmazsa biz neyiz? Hiçbir şey. Biz meclissiz yapamayız' diyor. Mustafa Kemal, meclissiz yapmayı aklı almayan bir yirminci yüzyıl lideridir (F. R. Atay, Çankaya, s. 289,519). 'Ulus ve ülke adına ve hesabına tek başvuru yeri burasıdır, yani yüce meclisinizdir. Bu yasal hakkı, bu ulusal hakkı, bu doğal hakkı hiçbir nedenle ve bahane ile hiçbir görüş ile hiçbir kişiye ve hiçbir kurula terk edemeyiz (ASD I, s. 166)'diyor.
Görüldüğü üzere tek başına karar vermiyor, ulusun temsilcisi mecliste tartışıyor, öyle karar aldırıyor.
Bu sayfalarda kısaca anlatıldığı üzere Atatürk, tüm eylemlerinde Kur'an verilerine uygun biçimde davranmış, çalışmalarını bu yönde başarıya ulaştırmıştır. Atatürk, öz be öz bir Türk ve öz be öz Müslüman bir ailenin öz Türk ve öz be öz Müslüman evladıdır. Onu dinsizlikle ve dini, Kur'an'ı yasaklamakla, camileri kapatmakla suçlamak iftiradır ya da çıkar peşinde koşmaktır. En azından tarih cahilliğidir.
Bizim tek kurtuluş reçetemiz Atatürk'tür, Atatürk Devrimleri ve ilkeleridir. Onun bıraktığı akıl, bilim ve fen mirasıdır. Başkaca çözüm ve model aramaya gerek yoktur.