ATATÜRK VE İSLÂMİYET-4

Atatürk, Laiklik ilkesi ile Allah'a ve peygambere vekalet devrini kapatmıştır.

Kur'an, Neml Suresi, 34. Ayetinde 'Şu bir gerçek ki krallar, bir kente, bir memlekete girdiler mi orada bozgun çıkarırlar, oranın onurlu insanlarını zelil, sefil ederler' diyerek 'krallık (sultanlık-padişahlık) sistemlerinin bozgun ve haksızlık sistemi olduğuna dikkat çeker (Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, age. s. 56). Atatürk, Sultanlık sistemi ile cumhuriyet sistemini karşılaştırarak şöyle diyor:

'Cumhuriyet ahlaksal erdeme dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet erdemdir. Oysa sultanlık, korkuya ve tehdide dayanan bir yönetimdir. Cumhuriyet, erdemli, namuslu bireyler yetiştirir. Sultanlık ise korku ve tehdide dayandığı için korkak, alçak, sefil, rezil insanlar yetiştirir. (ASD II, s. 242).'

Krallar, sultanlar, padişahlar kendilerini Allah'ın yeryüzündeki temsilcisi saymışlar, eylemlerini Allah adına yaptıklarını savunmuşlardır. Halifeler de kendilerini Hz. Peygamber'in vekili saymışılar ve eylemlerini Hz. Peygamber adına yaptıklarını belirtmişlerdir. 'Sultanlar ve halifelerin yönettiği devir, teokrasi devridir. Hz. Muhammet, son peygamberdir. Onun yaşama veda etmesiyle peygamberlik son bulmuştur.

'Peygamberliğin bitişinin en hayati anlamı teokrasi devrinin bitmesidir. Kur'an peygamberliğin bittiğini ilan etmekle teokratik yönetimler devrinin de bittiğini, bitmesi gerektiğini de ilan etmiştir. Kur'an yönetimde egemen olmasını istediği bey'at, şûra, adalet, ehliyet, emanete saygı, kamu kaynaklarının talan edilmemesi, baskı ve ikrahın dışlanması, emeğe saygı gibi ilkeleri önermiştir. Kur'an, devlet biçiminden söz etmez (Prof. Dr. Y. N. Öztürk, age. s. 55-56).'

'Hilafet (halifelik), dini bir kurum değil, tam anlamıyla siyasi ve beşeri bir iştir. Çünkü İslam, bir ruhban, yani Tanrı adına, O'nun yerine iktidarı paylaşacak bir sınıfı kabul etmiyor. Bu nedenle iktidarın din adına paylaşılması söz konusu değildir (Fığlalı, age. s. 67).'

Atatürk ve silah arkadaşları tarafından hazırlanıp yayımlanan Amasya Genelgesi'nde vurgulanan 'Ulusun bağımsızlığını, yine ulusun azim ve kararı kurtaracaktır. Sivas'ta hemen ulusal bir kongrenin toplanması kararlaştırılmıştır' düşüncesi ve kararı ile Erzurum ve Sivas Kongrelerinde saptanan 'Ulusal güçleri etken, ulusal istenci egemen kılmak ilkesi ve 23 Nisan 1920'te toplanan Türkiye Büyük Millet Meclisinde ifadesini bulan 'Egemenlik kayıtsız koşulsuz ulusundur' ilkesi, laik anlayışın temelini oluşturmuştur. Bu ifadeler, sultanlık ve halifeliğin son bulacağı anlamını taşımaktadır. Nitekim Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra Saltanat, Cumhuriyet ilan edilince de Halifelik kaldırılarak Kur'an'ın verilerine uygun biçimde laik bir sistem oturtulmaya başlanmıştır.

O, diyor ki: 'Biz din işlerini, ulus ve devlet işleriyle karıştırmıyoruz. Ulus ve devlet işlerinin Kabesi, ulusal egemenliğin belirdiği Türkiye Büyük Millet Meclisidir. Din işlerinin mihrabı ise insanların, kişilerin vicdanlarıdır( Utkan Kocatürk, age. s. 193).'

Kur'an, insanların çevrelerini bakımlı ve temiz tutmalarını da öğütlemektedir. Örneğin Araf Suresi 58. Ayette 'Pis ve çorak beldeden zararlı bitkiden başkası çıkmaz' diniyor. Atatürk de iyi bir çevrecidir. Çorak, bitki bile yetişmeyen bir araziyi yemyeşil bir duruma getirmiştir(Atatürk Orman Çiftliği), ama günümüzde orası yapılaşmaya açılmıştır.

Atatürk diyor ki: 'Yurt denilen şey, kupkuru dağlardan, taşlardan, çıplak ovalardan ve şehirlerden, köylerden ibaret olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı. Bu yurt, evlat ve torunlarımız için cennet yapılmaya layık, çok layıktır (ASD II, s. 112). Dünyamız topraktan, sudan, havadan oluşmaktadır. Bunlardan birinin bozukluğu, yaşamı olanaksız kılar (ASD II, s.321). Türk'e ev bark olan her yer sağlığın, temizliğin, güzelliğin, modern kültürün örneği olacaktır(ASD I, s. 402). Ormanlar, çok önemli zenginlik kaylarıdır. Ormanlarımıza önem vermeliyiz ABE 14, s. 233). Atatürk, içten bir doğa aşığıydı. Ormanlık yerlerden hoşlanırdı (A. F. Cebesoy, Sınıf Arkadaşım Atatürk, s. 72).' Şu söz de Atatürk'ündür: 'Ormansız bir yurt, vatan değildir.' Atatürk, bir ağacın kesilmesine bile tahammül edemiyor. Yalova'da köşkün çatısına zarar verecek diye kesilmeye kalkışılan çınar ağacını kestirmemiş, köşkü kaydırtmıştır. Bu kadar ağaca ve ormana sevdalıdır.

Kur'an çevre güzelliğine, temizliğine dikkat çekerken biz ne yapıyoruz? Ormanları yakıyoruz, suları fabrika atıklarıyla kirletiyoruz, havayı ve toprağı zehirliyoruz. Üzülerek söylemeliyim ki ne Kur'an'ı ne de Atatürk'ü anlamışız. Çok yazık.

Kur'an, hayvan haklarına da dikkat çekmektedir.

Örneğin Şems Suresi 13 Ayette 'Şöyle deniyor: 'Allah'ın devesini ve onun su içme hakkını koruyun.' Atatürk, tüm canlılara karşı merhametliydi. Söz gelimi kendisi için kesilen kurbana bakamazdı (İsmet Kür, Anılarla Mustafa Kemal Atatürk, s. 19).' Bir başka örnek: İran Şahı Rıza Pehlevi Türkiye'yi ziyareti sırasında yaşanır. Çanakkale dolayında Kirezli Mevkiinde bir askeri garnizonun yapımı sırasında kesilecek kurbanı gören Atatürk, işlemi durdurup başını çevirir ve 'şimdi ne yapacaksanız yapın' der. Bu duruma şaşıran Şah'a Atatürk şöyle der: 'Evet, ben kana bakamam. Bir tavuğun boğazlanmasına dayanamam (Kemal Arıburnu, Anekdotlar, Anılar, s. 40-41).'

Atatürk, Sofya'da askeri ateşe iken, Kral Parkı'nda dolaşırken bir çocuğun bir kuşun ayağına ip bağlayıp oynadığını görür ve ipi çözdürerek kuşu serbest bıraktırır
(Vamık Volkan, Ölümsüz Atatürk, s.243).'

Atatürk, Savaş günlerinde develerin önemli bir taşıma görevi üstlenmeleri nedeniyle ülkede develerin kesilmesini de yasaklamıştır (Ercan dolapçı- Ercan Bayer'in Köşesi; 14. 12. 2006 günlü Hürriyet, s. 29).'

Bu örneklerden de anlaşılacağı gibi Atatürk, çevrenin ayrılmaz bir parçası olan canlılara karşı yüksek duyarlılık gösteren bir önderdir.

Kur'an, ehliyet ve liyakate önem veriyor.

Nisa Suresi 58. Ayet diyor ki: 'Şu bir gerçek ki Allah size emanetleri, ehil olanlara vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.' Verilecek olan emanetler nelerdir? Yönetim, kurumlar, yapılacak işler vb. ehil olanlara yani layık olanlara, liyakat sahiplerine verilmesi gerektiği vurgulanıyor. Eğer işler, kurumlar, yönetim ehil olanlara verilmezse toplumun ilerlemesi ve gelişmesi olanaksızdır. Bunu büyük yıkımlarla karşılaştığımızda görüp yaşıyoruz. İnsanlar arasında kayırmacılık yaparak, yandaşlık gözetilerek adalet sağlanamaz.

Atatürk, yaşamı boyunca, devlet işlerini layık olanlara vermiştir. Söz gelimi, ülkede cehalet diz boyu idi. Cehaleti ortadan kaldırmak için çok mücadele etmek gerekiyordu. Bunun için Eğitim Bakanlığına Mustafa Necati, Saffet Arıkan, Hasan Âli Yücel gibi liyakat sahibi kimseleri getirmiştir.

Atatürk, 22 Ocak 1923'te Bursa'da yaptığı konuşmasında diyor ki: 'Adaletle hüküm icra etmeyen hükûmet, çok kötüdür. Bir hükûmet ancak adalete dayanabilir. Bağımsızlık, özgürlük ve her şey adaletle ayaktadır. Bu kadar esaslı bir noktada müdahaleyi asla kabul edemeyiz (ABE 14, s.365-366).'

Atatürk'e göre; bir memlekette yurttaş, yargısız cezalandırılmaz. Devlet adamının böyle düşünmesi gerekir. Adalet, bir devletin temeli olduğuna göre mahkemelerin sözde değil, gerçekten tarafsızlığını temin, her işin başında bulunmalıdır. Hak sahiplerine güçlük çıkarmak, resmî dairelerde işlerini izleyen kimseleri bugün git, yarın gel diye birtakım zorluklara uğratmak, hükûmet otoritesi maskesi altında halka zorbacasına durum almak, yakışıksız davranışlara kalkışmak gibi durumlar kesinlikle önlenmelidir. Güvenlik ve hak işleriyle ilgili usullerde ve yasalarda kolaylık, çabukluk, açıklık ve kesinlik esas olmalıdır (Utkan Kocatürk, age. s. 222).'