Atatürk, Tanrı ile iletişimin ancak Kur'an ile kurulabileceğini söylüyor.
Tanrı ile ilişki Kur'an ile kurabilmek için Kur'an'ın okunduğunda ya da dinlendiğinde anlaşılması gerekir. Okuduğunu ya da dinlediğini anlamayan birey, Tanrı ile nasıl iletişim kurabilir ki? 'Din, Tanrı ile birey arasındaki bağlılıktır' diyor Atatürk (U. Kocatürk, age. s. 327).' Bu bağlılık da Kur'an'ı anlayarak ve düşünerek okumakla sağlanır.
Atatürk, 1932 yılı Ramazan Ayı'nda hafızları ve Millî Eğitim Bakanı Dr. Reşit Galip Bey'i Dolmabahçe Sarayı'na davet eder. Orada hafızlara şöyle der:
'Sayın hafızlar, içinde bulunduğumuz bu kutsal ay içinde camilerde okuyacağınız mukabelelerin tamamını okuduktan sonra Türkçe olarak da cemaate açıklayacaksınız. İncil de Arapça yazılmış, sonradan bütün dillere çevrilmiştir. Bir İngiliz İncili İngilizce, bir Alman İncili Almanca okur. Herkes okunan mukabelelerin manasını anlarsa dinine daha çok bağlanır (Yurdakul Yurdakul, Atatürk'ten Hiç Yayımlanmamış Anılar, s. 135).'
Atatürk diyor ki: 'Türkler dinlerinin ne olduğunu bilmiyorlar, bunun için Kur'an Türkçe olmalıdır. Türk, Kur'an'ın arkasından koşuyor, fakat onun ne dediğini anlamıyor. Benim amacım, arkasından koştuğu kitabın ne olduğunu Türk anlasın (Prof. Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi III-2, s.53; ABE 25, s.298).' işte bu nedenledir ki 'Kur'an'ın Türkçeye çevrilmesini emrettim. Muhammet'in yaşamına ait bir kitabın da Türkçeye çevrilmesini buyurdum (ASD III, s. 124).'
Görülmektedir ki Atatürk, İslam'ın peygamberini ve kitabını yani Kur'an'ı doğru anlamış; halkın da Hz. Muhammet'i ve Kur'an'ı dolayısıyla dinini, İslam'ı doğru anlamasını ve öğrenmesini istemektedir.
'Atatürk'e göre din vardır ve gereklidir.'
'Dinsiz ulusların devamına imkan yoktur. Din, bir vicdan sorunudur. Herkes, vicdanının buyruğuna uymakta serbesttir, özgürdür. Biz dine saygı gösteririz. (U. Kocatürk, age. s. 327).'
Atatürk'e göre İslam, akla en uygun ve en doğal bir dindir.
'İslam, cehalet ve meskenetin (miskinliğin, becerisizliğin) uyuşturduğu statik bir din değil, bilginin sevgi ile bütünleştirildiği bir dindir (Ethem Fığlalı, Atatürk'ün Din ve Laiklik Anlayışı, s. 9).'
Atatürk diyor ki: 'Bizim dinimiz, akla en uygun ve en doğal bir dindir. Bu nedenledir ki son din olmuştur. Bir dinin doğal olması için akla, tekniğe, bilime ve mantığa uyması gerekir. Bizim dinimiz, bunlara tümüyle uygundur.( ASD II, s. 94).'
'Bizim dinimiz için herkesin elinde bir ölçü (miyar) vardır. Bu ölçü ile hangi şeyin akla, mantığa kamu yararına uygundur; biliniz ki bizim dinimize de uygundur. Bir şey akıl ve mantığa, ulusun çıkarına, İslam'ın çıkarına uygunsa kimseye sormayın, O şey dinidir. Eğer bizim dinimiz aklın, mantığın uygun bulduğu bir din olmasaydı, ekmel din olmazdı, son din olmazdı (ASD II, s.131).'
Kur'an, akla, bilgiye, bilime ve tekniğe yer vermektedir. 'Kur'an'da ilim kökünden sözcükler 850 yerde geçmektedir. Bunların 400 küsuru eylem, olarak kullanılmıştır. Kur'an'da kullanıldığı biçimiyle ilim; geçtiği yere göre, bilimsel bilgi, akli bilgi, deneyime dayalı bilgi, vahyî bilgi anlamlarından birini ifade eder. KUR'AN, HAYATTA BİR TEK MÜRŞİT( yol gösterici) TANIR: İLİM (Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk, Kur'an Penceresinden Kurtuluş Savaşı'na Bir Bakış, s.301).'
Atatürk'ün gözünde bilimin öncülüğü, yaşamın ve mutluluğun garantisidir. Atatürk'ün bütün yapıp ettikleri ilim ve aklın öncülüğündedir. Bu öncülüğü söyleme dönüştürdüğü söz ise 'YAŞAMDA EN GERÇEK YOL GÖSTERİCİ İLİMDİR. Atatürk'ün bu sözü, Kur'an'ın iki yüze yakın ayetinin Türkçe anlatımıdır. Atatürk'e göre ilim, dinin anlaşılmasında da mürşit (yol gösterici) konumundadır. Bu kabul, Kur'anidir. Atatürk'ten önce çok az Müslüman aydın tarafından dile getirilmiştir. İlme övgü, elbette bol bol yapılmıştır; ama ilmin, dinin anlaşılması ve işe yaramasında da mürşit konumunda olması gerektiği biçiminde net bir ilke söylenmemiştir. Atatürk, 1 Mart 1923'te TBMM'deki konuşmasında dinin ilimle buluştuğu yönünde daha önce bir benzeri görülmemiş muhteşem bir kararlılığa değiniyor (Prof. Dr. Y. N. Öztürk, age. s. 304-305):'
'Tetkikat ve Te'lifatı (Araştırma-İnceleme Yazılmış Eserler-Kitaplar)ve İlmiye (Bilim) Heyetinin görevleri arasında hikmeti İslamiyeyi, Batı'nın bilimsel ve felsefi teorileriyle mukayese ve İslamî kavimlerin itikadî, ilmi, içtimai, istatiskî, iktisadi yaşamlarına ait işleri incelemek ve sonuçlarını yayımlamak, anmaya değer öneme sahip inceleme için bir kütüphane tesis edildi. İstanbul'dan, Avrupa'dan, Mısır'dan bazı önemli kitaplar getirildi. Önemli birçok kitap da Avrupa ve Mısır'a sipariş edildi. Şer'iye Vekaleti medreselerin birleştirilmesini ve çağdaş bir kurum durumuna getirilmesini istemektedir. Vekalet, çağdaş müçtehit( din düşünürü) ve müfessirlere (tefsir eden, yorumcu) kaynak olmak üzere bir İslamiye Külliyesi vücuda getirmeye büyük önem vermektedir (ASD I, s. 317-318).'
Kur'an, iki yüz yetmiş beş yerde düşünmüyor musunuz, akıl erdirmiyor musunuz? diye soruyor. İki yüz yerde düşünmeyi ve on iki yerde araştırıp ibret almayı emrediyor. Altı yüz yetmiş yerde de ilim ve ilme teşviki buyurmaktadır (Fığlalı, age. s.25).
Kur'an, bilimsel araştırmaya da göndermeler yapmaktadır. Söz gelimi Enbiya Suresi 30. Ayette 'Her canlı şeyi, sudan yarattık'; 33. Ayette 'Geceyi, gündüzü, Güneş'i, Ay'ı yarattı. Her biri yörüngede yüzmektedir'; Hicr Suresi 22. Ayette 'Rüzgarları dölleyici olarak gönderdik, gökten su indirdik'; Fatır Suresi 13. Ayette 'Güneş ve Ay, belirli bir süreye kadar akıp gidiyor' denmektedir. Tanrı, Kur'an'da diyor ki ey insan, canlıların oluşumunu, Ay'ın, Güneş'in hareketlerini, tozlaşmanın nasıl olduğunu, yağmurun nasıl oluşup yağdığını araştır. Sana akıl verdim, göz verdim gözlemleyesin, düşünesin ve araştırsın diye.
Kur'an diyor ki; Necm Suresi 28. Ayette 'Onların bu konuda hiçbir bilgileri yoktur. Yalnızca sanıya, hayal mahsulü, zanna dayalı, temelsiz bilgilerin peşinden gidiyorlar. Oysa sanı, hayal mahsulü, temelsiz bilgi, hak ve hakikat karşısında hiçbir değer ifade etmez. Kur'an bu ayetinde insanları, sürekli kendi iradeleri ve gayretleriyle bilimsel bilgiye ulaşmaya teşvik özelliği; körü körüne inanan insanlar değil, bilgili, araştırıcı, soran, sorgulayan, düşünen ve akılarını kullanan aydın müminler topluluğu meydana getirmek istektedir(Fığlalı, age. s. 26,27.'
Hz. Muhammet, 'İlim Çin'de de olsa gidip alınız' buyurmuşlardır. Atatürk de bu buyruğa uygun olarak şöyle demiştir: 'İlim ve fen nerede ise oradan alçağız ve her ulus bireyinin kafasına koyacağız. İlim ve fen için kayıt (sınır) ve şart (koşul) yoktur ( ASD II, s. 48).'
Atatürk, bize akıl ve bilimi boşuna miras bırakmamıştır. Ona öre 'yaşamda en doğru yol gösterici bilimdir, fendir.' Atatürk, gerçekleştirdiği laik ve çağdaş Eğitim Devrimi ile aklını kullanan, bilimden yana olan, çok okuyan, araştıran, soran, sorgulayan çağdaş, kültürlü bir dinine bağlı bir ulus yaratmak istemiştir.
Kur'an, insanları namuslu, dürüst, sorumlu, saygılı olmaya; çalışmaya, barışseverliğe, paylaşmaya, adil olmaya, iyilik yapmaya, yararlı işler üretmeye, okumaya, düşünmeye, aklını kullanmaya, araştırıp incelemeye özendirir. Birey, aklını kendisi kullanamıyor, başkalarının aklıyla hareket ediyorsa düşünemez, sorgulayamaz. Oysa Kur'an, insanların düşünmelerini, araştırmalarını buyurmaktadır. Söz gelimi Hakka Suresi, 42. Ayette 'Ne kadar az araştırıp düşünüyorsunuz'; Kamer Suresi 17. Ayette 'Fakat düşünen mi var?'; Araf Suresi 56. Ayette Allah'ın rahmeti güzel düşünüp iş yapanlara çok yakındır' deniyor. Atatürk, iyice düşünmeden, araştırıp incelemeden, sorunların nedenlerini öğrenmeden bir işe girişmemiştir, karşılaşılan sorunları, evrelere ayırarak adım adım çözmüştür.