‘Ah şu erkekler, vah bu erkekler..!

'Ah şu erkekler, vah bu erkekler... Ne güzel de ahlayıp oflar, yeri geldi kükrer, yeri geldiği caka satarlar..! Hiç mi hiç bir şeyi beğenmezler..! Güçlü, kuvvetli ve hayat onlara güzel mi güzeldir...' belki biz kadınlara göre..!

Hayat ne acımasız değil mi...? Yaşama kadının penceresinden bakıldığında, acımasızdır erkekler. Acımasız, katı ve duygusuz. Ah şu erkekler, vah bu erkekler değil mi? Onlar; kardeşimiz, ağabeyimiz, babamız, eşimiz – aşımız, çocuğumuz... Dedemiz, komşu amcalarımız, sağda solda rastlaştıklarımız... Ve de, kapılarını aralayıp, öykülerine konuk olabileceğimiz. Oysa erkektir onlar hep bizim gözümüzde..! Kadına göre, daha güçlü, daha katı, daha hoyrat ve yeri geldiğinde acımasızdırlar bilinçaltımızda..! Belki ataerkil göreneklerin de dayatmasıyla daha güçlü, daha kuralcı ve daha bir sağlam basmalıdırlar hayata. Gece gündüz çalıştığı yaşama, bir başka türlü işler yüreğinde, işi, aşı ve ailesini. Kim bilir belki, sakladığı gözyaşlarını, buluşturduğu hasletleriyle akşam evinin yolunu tutarken, filesindeki nevalesine sarmalar ıssızca... Hele ki, kendisine açılan kapısında, sevgiyle çarpan bir yürek karşılarsa unutur tüm yorgunluklarını. Dünyanın en güçlü ve en mutlu erkeğidir düşünülenin aksine. Bir de, çocukları ve kadınının da gönlünde yatan bir aslan ise eğer, sırtı yere gelmez artık..!

Sahip çıkabilir miyiz onlara; bir kadın, bir anne, bir evlat ve de bir insan olarak..? Her ne kadar kanatsalar da bazen yüreğimizi, merhem çalabilir miyiz dikenlerimize rağmen, gönüllerindeki yaralara..? Görebilir miyiz, o katı resimlerin ardındaki karlı dağları..? Öyle körü körüne öteleyebilir miyiz ki tüm bunları, önyargısızca..!

Her gün gazetelerde örneğini gördüğümüz, şiddet haberleriyle örnekleyebilir miyiz kendi mihraklarımıza... İstisnalarıyla olumlu – olumsuz değerlendirdiğimiz kaideleri bozabilir miyiz fedakar ve kendi gönlümüzce. Bir elmanın bütünüysek eğer, acı tarafıyla da tadar ve bölüşebilir miyiz yaşamı beraberce..?

'Evet, ah şu erkekler, vah şu erkekler..!' Burada, cümledeki kelime anlamlarını irdelersek eğer, 'ah erkekler, sitem, vah erkekler, kim bilir ne yalnız, ne sessiz ve çaresizdirler de belki. Kimselere pek belli etmez, feryat figan yalnızlıklarını biz kadınlar gibi..!

Yıllar önce annemi kaybettiğimde, babamda gördüm erkeklerin diğer bi yüzünü ben..! En zayıf ve en mutsuz tarafından. O zaman, bir erkeğin yüreğindeki acıyla keşfettim onların yalnızlığını ve bir elmanın iki yarımla ancak bütün ve bir yaşam olabileceğini..!

Yıllar önce, huzur evine bir'Anneler Günü' ziyaretimde; kadınlar önceliğimken, orada ziyaretçileri, yalnız bakışlarıyla beklemekte olan babalar, dedeler, ve yaşlı amcalarla ilgilenmeye çalışmıştım. Onların içime dokunan yalnızlıklarıyla, babamın hüzün dolu yalnızlığı, biraz daha kazınmıştı anılarıma..!

Günümüz şartlarının da bahanesiyle, bir şekilde başımızdan savuşturmaya çalıştığımız babalarımızı, dedelerimizi ve komşu akrabalarımızın hikayeleriydi orada sessizce can çekişen..! Ve bizler de tüm sessizliğimizle misafir kalıyorduk onların çığlıklarına..!

Hani derler ya, 'kadınını baş tacı eden onlardır'..! Oysa hayatın ceremesini çekerken bir taraftan KDV'sini de üstlenirler sorgusuzca..!

'Ah şu erkekler, vah bu erkekler..! Pamuk ipliğine bağlı duygularıyla, bam teline basmadığımız sürece, yufkadan yüreklerine akıtırlar sessizce zehirlerini... Öyle değil mi..?