ABD seçimleri ve popülizmin çöküşü

Amerika'daki başkanlık seçimlerinden yaklaşık bir ay önce adaylar televizyonda münazaraya katılır. 3 Kasım'da yapılacak seçimlerin ilk münazarası da geçen hafta gerçekleşti.

Son 20 yılda yaşanmış münazaralara baktığımızda, hiçbirinin geçen hafta gerçekleşen münazara kadar niteliksiz, pespaye ve kaotik olmadığını rahatlıkla söyleyebiliriz. Öyle ki, ABD'de münazaraları düzenleyen Başkanlık Tartışmaları Komisyonu, formatta değişiklik yapılacağını açıkladı. Hatta ben bu yazıyı yazarken Donald Trump twitter'a, ''İlk münazarayı kolayca kazanmışken ikinci ve üçüncü tartışmalar için kuralların değişmesini neden kabul edeyim?'' yazdı. Değiştirilmesi planlanan kurallardan birisi, moderatörün konuşmacıların seslerini kesebilme yetkisi. Çünkü özellikle Trump birçok kez Biden ve moderatör Chris Wallace'ın sözünü kesti. Wallace, Trump'a yeterince karşı koyamadığı için eleştiri oklarını üzerine çekmişti.

Cumhuriyetçilerin adayı Başkan Donald Trump ve Demokratların adayı Joe Biden arasında geçen tartışma Amerikan popülizminin vehametini göstermesi açısından önemli tespitler sunuyor. The New York Times gazetesi münazarayı, 'Felaket bir yılda 90 dakikalık kaos' olarak özetledi.

Amerika Birleşik Devletleri de en az diğer ülkeler kadar problemli bir yıl geçirdi. Trump yönetiminin pandemiyi iyi kontrol edememesi, ırkçılık karşıtı gösterilerin uzun süre devam etmesi, polis şiddeti ve vergi skandalı gibi durumlar Trump'ın en büyük kozu olan ekonomik istikrarın göz ardı edilmesine neden oldu. Pandemiden önce ülke genelinde işsizlik %3'e kadar gerilemişken bugünlerde benzer bir istikrardan söz etmek mümkün değil. Haliyle bu da birçok Cumhuriyetçinin oy tercihlerini çekimser kıldı.

Tartışmada ülke içi ve dışı politikalar ya da 4 yıllık planda neler olacağına dair neredeyse hiçbir şey konuşulmadı. Onun yerine 90 dakika boyunca sürekli söz kesmeler, sivri cümleler ve çeşitli hakaretler tekrarlandı. Mesela, Trump'ın ''47 yıldır Washington'da hiçbir şey yapmadın'' sözlerine karşılık Biden, ''Sen Putin'in fino köpeğisin'' gibi sözler söyledi. Doğrusu bazen ABD seçim münazarası mı izliyorum yoksa iki aksi, sinirli, yaşlı adamın anlamsız söz düellosunu mu emin olamadım. Joe Biden'ın daha ılımlı olduğunu belirtmekte fayda var.

Popülist söylemlerin art arda sıralandığı bir -entertainment- eğlencesinden fazla bir şey beklenilmemesi gerektiğini Noam Chomsky şöyle dile getirmiş, ''İnsanları edilgen ve itaatkar kılmanın en zekice yolu kabul edilebilir düşüncenin alanını olabildiğince sınırlamak, ama o alan içinde 'canlı' tartışmaların yapılmasını sağlamak, hatta insanları o alan içinde kalmak koşuluyla daha 'muhalif' ve 'eleştirel' olmaya cesaretlendirmektir. Bu tutum, insanlara düşünce özgürlüğünün var olduğu hissini verirken tartışmalara sistemin koyduğu sınırları dayatır.''

Açıkçası bu yazının tamamında münazaranın analizini irdeleyecektim ancak tartışmaya dair insanların hatırladığı, konuşulanların anlamından öte yukarıda bahsettiğim söz kesmeler ve karşı tarafın kişiliğine yapılan ithamlardı. Bu yüzden asıl dikkat çekmek istediğim nokta münazaranın içeriğinden çok, Bridgewater Associates şirketinin başkanı Ray Dalio'a göre günümüzün en büyük problemi olan konu, yanipopülizm.

Genelde popülist lider denildiğinde insanların aklına popüler olan ve halk tarafından tasvip edilen karakterler gelir. Ancak bu oldukça eksiktir ve popülizmin kitleler üzerindeki etkisini soyutlaştırması açısından son derece tehlikelidir.

Arjantinli siyasi filozof Ernesto Laclau'ya göre, ''Popülizmin ortaya çıkışı tarihsel olarak egemen ideolojik söylemin kriziyle bağlantılı, bu da daha genel sosyal krizin bir parçası''(1).

Daha basit bir tabirle popülizm, aslında yaşananlardan ve asıl sorunların tespitinden çok; iktidar erkinin sahte, fason bir realite, gerçeklik yaratması ve insanları bu metodla yanına çekmeye çalışmasıdır. Yaratılan bu fason gerçeklikle beraber kitlelerin dikkatinin asıl gerçekliğe ve problemlere çekilmesi engellenmeye çalışılır. Bu sayede kazanılan güç ancak suni bir yanılsama ardından gözükür.

Popülist söylemler ülkede yaşanan sorunları alakasız gerekçelerle belirli bir gruba, sınıfa, etnisiteye veya azınlığa bağlamaya meyillidir. Nitekim popülizmin plüralizmle, -çoğulculuk- olan kavgasının en büyük sebebi de budur. Zira çoğulculuk, çeşitliliğin taahhüdünü, parti varlığının rekabetini, kültürel değerlerin çeşitliliğini ve etnik değerlerin farklılığını savunduğu için genelde popülist söylemler içerisinde hoş karşılanmaz.

Ancak çoğulculuk ile çoğunlukçuluk karıştırılmamalıdır. Çünkü çoğulculuk, yani plüralizm, ideal toplum ve demokrasi için çeşitliliğin elzem olduğunu savunurken çoğunlukçuluk %50+1 oy alan kesimin kalan %49'a karşı mutlak üstünlüğünü ve baskısını savunur. Zannediyorum popülizm ile en benzer noktaları da bu.

Popülist liderler çağı

Şüphesiz, 21. yüzyıl popülist liderler çağı. Hem Amerika, hem Avrupa, hem de dünyanın çeşitli devlet liderlerini incelediğimizde bazı ortak noktalar açığa çıkar. Çatışmacı, kavgacı, kendinden olmayanı dışlayan sert bir üslup görürüz.

Popülist rejimler toplumun tamamını ele geçiremeyeceği için elindeki ''çoğunluğu'' sivriltmeye çalışabilir. Bu hem ülkeler arasında hem de ülke içinde ekonomik ve sosyal çatışmalar aracılığıyla açığa çıkar. Genelde bu kavganın neticesinde iktidarın kuvveti daha da güçlü ve sorgulanamaz hale gelir.

Nefret sevgiden güçlüdür

Popülist liderlerin düşman yaratmakta yetenekli olduklarını söylemek yanlış olmaz. İşin ilginç yanı, ekseriyetle düşmanı bozguna uğratıyor olmalarıdır. Milliyetçilik ve korumacılık elzemdir. Artan askeri harcamaların nedeni budur. Bütçe açıklarının da, anti demokratik eylem ve söylemlerin de, sermaye kontrollerinin de…

Popülist liderler o ülkenin kurtulmasında tek seçenektir, tek şanstır. İçeride ve dışarıdaki düşmanlarla savaşan yegane figürdür. Elbet ülke düzlüğe çıkacak ve her şey yoluna girecek, ama evvela bu lidere daha fazla yetki vermeli, ''çoğunluk'' olarak arkasında durmalı ve sadakatinizi sunmalısınız.

Ancak bazen, ülkede yaşayan insanlardan bazıları bunu kabul etmez. Tepki gösterir, karşı çıkarlar. Protesto ederler, sokağa çıkarlar ve seslerini çıkarabilirler. Popülist liderlerin benzer örneklerde medyayı ele geçirdiklerini, kolluk kuvvetlerinin ''düzeni'' devam ettirebilmesi için etki ve yetkilerini artırabildiklerini biliyoruz.

''Bir yönetişim rejimindeki siyasî eylem, işletmeye, management elkitaplarında problem solving' (sorun çözme) diye adlandırılan şeye indirgenmiştir: hemen önünüzdeki bir soruna hemen bir çözüm arayışı; ki bu da ilkeler üzerine kurulu her tür uzun vadeli düşünme çabasını, kamusal olarak müzakereye sunulan her tür siyasî görüşü dışlar. Yönetişim rejiminde, tek perspektif olan liberalizm perspektifinde dünyaya ortalama bir bakışı tıpatıp cisimleştiren ufak itaatkar ortaklar haline gelmeye davet ediliyoruz'' (2).

Trump'ın ''yalan haber'' kavramını 2016'da yılın kelimesi seçtirmesi buna basit bir örnek. Hala her gün medyayı kritize etmeye çalışmaya devam ediyor. Diğer yandan, bu protestoların sonlanmaması halinde ülkeler iç savaşa sürüklenebilir. En nihayetinde de iç savaşın bitmesi adına popülist liderlerin yetkilerinin artırılması ile sonuçlanır. Dolayısıyla, Hitler, Çavuşesku, Salazar ve Franco gibi yakın çağ diktatörlerinin ülkelerine yaptıkları incelendiğinde korelasyon kurulabilir.

Işık ve anahtar

Meşhur bir fıkradır: 'Gecenin bir yarısı sokak lambasının ışığı altında bir adam yerde bir şeyler aramaktadır. Bunu gören bir polis adama ne yaptığını sorar. Adam, 'Anahtarlarımı arıyorum.' der. Ardından polis de ona eşlik eder ve beraberce yerde anahtarları aramaya koyulurlar. Bir süre sonra polis adama yılgın bir şekilde, 'Anahtarlarınızı burada kaybettiğinizden emin misiniz?' diye sorar. 'Hayır, aslında şu arka tarafta kaybettim.' der adam ve parmağıyla karanlık köşeyi işaret eder. Bunun üzerine polis 'O zaman anahtarları neden burada arıyoruz?' diye sorar. Adamın cevabı şöyle olur: 'Çünkü ışığın olduğu tek yer burası.''

Değişim, değişmeyen tek şeydir

Soğuk savaş döneminde Batı medeniyetlerinin yegane korkusu ve düşmanı Sovyetler Birliği yani komünizmdi. 21. yüzyılın ilk yıllarına gelindiğinde ise toplumların endişe edebileceği yeni hareketler oldu. Nitekim göçmen krizleri refah içinde yaşayan Batı ülkelerinin katalizörü haline geldi. Elindeki refah ve geleneği korumaya çalışan özellikle ''yaşlı'' Avrupalı kesim için ortak paydada buluşulabilecek kültürel bir birlik yarattı.

Örneğin İtalya, Avrupa'daki popülist söylemin mihenk taşlarından. Kuzey Afrika'daki göçmenlerin ilk durağı olması ve nüfusunun Avrupa'daki en yaşlı nüfus olması tesadüf değil.

21. yüzyılın ikinci on yılına gelindiğinde popülist liderlerin ihtiyacı olan başka bir itici güç de Avrupa kentlerini (İstanbul dahil) etkisi altına almaya başlamıştı. IŞİD'in Fransa, Almanya, Belçika, İngiltere, Kanada ve İspanya gibi ülkelerde halka saldırması, liderlerin göçmen karşıtlığı altında güç toplamasına neden oldu. Yine zenofobinin (yabancı korkusu, karşıtlığı) benzer zamanlarda sükse yaptığını söylemek yanlış olmaz.

Göçmen krizlerini takip eden ekonomik sorunlar ve iklim değişikliği, Sovyet sonrası dönemde liderlerin radikalleşmesi için iyi kozlardı. Benzer zamanlarda dünyanın çeşitli noktalarında muhafazakarlığın yükselişe geçmesi de bahsedilen liderlerin otokratikleşmesi açısından birbirini tamamlayan durumlardı. Çünkü insanlar gerek medyadan duydukları gerek siyasi figürlerden öğrendikleri problemlerin nedenini yüzeysel bir şekilde arama eğilimi içerisindedir. Avrupa'daki hümanizmin topallamaya başlaması ve bahsedilen zenofobinin her geçen gün biraz daha ayyuka çıkması şaşırtıcı değildir.

Dolayısıyla, popülist söylemler bu düşmanı ve sorunu tespit etmede kolay, basit ve anlaşılabilir bir seçenek sunar. Ancak kanaatimce, doğru düzgün bir ideoloji dahi olmayan popülizmin etkisini yitirmesi düşük bir ihtimal değildir. Güç kaybeden popülist söylemin yükselmeye başlayan muhafazakarlığa kanalize olacağı teorilerden biri. Açıkçası bu günümüz siyasi konjonktüründe oldukça makul çünkü muhafazakarlık, bazı insanların aklında tutuculuk ve yeniye kapalılık olarak yer edinse de değişmeye, yenilenmeye başladığını mütemadiyen görmekteyiz. Çünkü değişim, zorunluluktur ve popülizm değişmediği müddetçe hayatta kalmaya devam edemeyecektir. Filozof Edmund Burke'ün dediği gibi 'Değişimlere tümüyle direnen bir ülke, kendisini muhafaza etme kabiliyetlerinden de yoksun olur.'

'Dünyayı vasatlar yönetiyor'

Haldun Bayrı'nın Türkçe'ye çevirdiği 'Dünyayı vasatlar yönetiyor' isimli röportaj, içerisinde Fransız yazar Alain Deneault'nun popülizme ve popülist liderlere dair iyi tespitlerini barındırıyor.

'Vasatlık hükümdarlığında, ortalama olan, bir kural haline gelir; ortayolculuk hakim olur: Fikirler ve insanlar birbirinin yerine konabilir. Uyuşturan devrime karşı direnmek gerek''

Yakın gelecekte, popülizmin yarattığı ''vasat'' liderlerin, değişen politik kültürde bu denli fazla söz hakkı olmayacağı kanaatindeyim. Aksi halde, ''dünyanın en güçlü adamı'' olmak için yarışan iki adayın birbirine ettiği hakaretleri televizyonlarda izlemeye devam edeceğiz.

-------------------

(1) Moffitt, Benjamin., 'How to Perform Crisis: A Model for Understanding the Key Role of Crisis in Contemporary Populism', Government and Opposition. Vol. 50, No. 2, 2010, sayfa 189–196.

(2) https://medyascope.tv/2018/12/02/alain-deneault-dunyayi-vasatlar-yonetiyor/