Birinci Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti, ağır koşullu Mondros Ateşkes Anlaşması'nı imzalamıştır. Ülke kısa sürede işgal edilmiş, orduları dağıtılmış, devletin bütün kurumlarına, kuruluşlarına el konulmuştur. Dahası, imzalanan Sevr barış Antlaşması ile Türk ulusu, yok edilmek istenmiştir.
Atatürk'ün önderliğinde ulus, kısa sürede örgütlenmiş ve işgalcileri, yurttan çıkarmak için savaşıma girişmiştir. Yaklaşık dört yıl süren Kurtuluş Savaşı'nda Yunan ordusunun denize dökülmesi sonunda, Mudanya'da toplanan delegeler, sert tartışmalardan sonra, 11 Ekim 1922'de Mudanya Ateşkes Anlaşması'nı imzalamışlardır.
'Mudanya Silah Bırakışması, Kemalistler için büyük bir diplomatik başarıydı. Çünkü tek darbe indirmeden İsteklerinin çoğunu sağlıyor, Doğu Trakya'yı geri alıyor, Asya'nın Avrupa'ya karşı her bakımdan kazandığı büyük bir zafer olarak görülüyordu (Dr. S. R. Sonyel, Türk Kurtuluş Savaaşı ve Dış Politika II, s. 289).'
Mudanya Ateşkes Anlaşması ile: 'İngiltere, Türkiye'nin siyasi varlığını tanımıştı. Monros Silah Bırakışması ile Osmanlı Devleti, tarihe karışırken Mudanya'da yeni bir Türk Devleti doğuyordu. Bu anlaşma ile Türkiye yeniden Avrupa'nın bir parçası olmuş ve Türk ulusunun Avrupa'dan atılmasını amaçlayan bağnaz emperyalist politikalar iflas etmişti (Prof. Dr. Cemil Öztürk ve Arkadaşları, Türk İnkılap Tarihi s. 161).'
Mudanya Ateşkes Anlaşması'na rağmen İngiltere Başbakanı Loyd George, yeniden; 'Türkiye ile olan mücadeleyi savaş istikametine yöneltmeyi ciddi olarak aramış, denemişti; fakat bir taraftan Türklerin kazandıkları zaferin kesin mahiyeti, bir taraftan da Müttefik Devletler'in ve İngiliz Dominyonlarının yeni bir savaşa girmede isteksiz oluşları Loyd George Hükûmetinin devrilmesine neden olmuştu. Bundan sonra kurulan yeni hükûmetin Dışişleri Bakanı Lord Curzon olmuştu.
Lord Curzon, savaşa girmeden barış yapmak mümkündür davasını izlemiştir. Diğer yandan Atatürk'ün Büyük Zafer'den sonra Mudanya Ateşkes'ni kabul ederek barış oluncaya kadar boğazlarda geçici bir emniyet hattının saptanmasına razı olması, İngilizlerin barış isteğini güçlendirmişti. Atatürk'ün bir askeri zaferi, kendi ölçüsünde değerlendirip mücadeleyi bir barış ile sonuçlandırmanın asıl başarı olacağı düşüncesinde olduğu her halinden belli oluyordu. Türklerin Atatürk'te temsil edilen bu hali, esaslı bir etkendi (İ. İnönü, Hatıralar II, s. 72).'
'İtilaf Devletleri (İngiltere, Fransa ve İtalya), yeni bir savaş tehlikesini önlemek amacıyla TBMM yönetimini Yunanistan ve diğer bazı devletleri ivedilikle bir barış konferansına katılmaya çağırmışlardı. Türk yönetimi, barış görüşmelerinin derhal başlayacağına dair Franklin Bouillon'dan güvence aldıktan sonra, bu çağrıyı kabul etmiştir; konferansın 20 Ekim'de İzmir'de yapılmasını ve Sovyet Rusya, Ukrayna, Gürcistan'ın da konferansa katılmasını önermişti. Konferansın nerede yapılacağı konusu, bir süre bazı anlaşmazlığa ve güçlüklere yol açmıştı. Kemalistler, bunun İzmir'de düzenlenmesi için direnmişlerdi. İzmir kabul edilirse Mustafa Kemal'in de şahsen katılabileceğini ileri sürmüşlerdi. İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, Yunan Başbakanı Venizelos'un duygularını inciteceği, Türkler başkanlık ister ve saygınlıkları artar gerekçesiyle İzmir yerine İstanbul'u önermişti. Daha sonra konferansın İsviçre'nin Lozan kentinde yapılması kararlaştırılmıştı. Lord Curzon, Fransa adına katılması için söz veren Türk dostu Franklin Bouillon'un katılmasını önlemiş; İtilaf Devletleri (bağlaşıklar), Sovyet Rusya, Ukrayna, Gürcistan ve diğer bazı devletleri, tam üye olarak değil, onları ilgilendiren konuların görüşülmesi sırasında katılmak koşuluyla çağırma kararı almışlardı.
Bağlaşıklar, 27 Ekim'de hem İstanbul hem de Ankara Hükûmetlerini konferansa çağırmışlardı (Dr. S. R. Sonyel, age. s. 290-291).'
'Üç müttefik devletin 1920'de Londra Konferansı'nda yaptıkları gibi, Türkiye barışı için İstanbul ve Ankara hükûmetlerinin her ikisini de çağırmaları, hiç kuşkusuz aradaki görüş farklarını daha da artırmak ve bu çatışmadan yararlanarak kendi siyasa ve isteklerine uygun bir barışı kabul ettirmek amacına yönelikti.'
'Padişah, TBMM'yi tanımamıştı. Türkiye'yi temsil edecek kurullarla gitmenin oluşturacağı olumsuzluklar da küçümsenemezdi. Düşmanı, vatandan sürüp çıkaran ve Müttefikleri, Mudanya Ateşkes Sözleşmesi'ni imzalamaya, arkasından da Sevr Antlaşması'nı bir tarafa bırakarak yeni bir barış antlaşmasını hazırlamaya zorunlu kılan güç ise, açıkça TBMM ile onun Hükûmeti ve orduları idi. Bu nedenlerle barış konferansına Türkiye'nin ve Türklerin asıl temsilcilerinin Ankara'dan seçilip gönderilmesi gerekliydi (Prof. Dr. Ş. Turan, Türk Devrim Tarihi II, s. 276-277).'
Bundan dolayı, 1 Kasım 1922'de saltanat kaldırılmış, 3 Kasım'da Lozan'a gidecek kurul saptanmış, kurul başkanlığına 24 Ekim'de Dışişleri Bakanlığına getirilen İsmet Paşa (İnönü) seçilmişti.
'Türk Kurulu, 4 Kasım 1922'de Lozan'a gitmek üzere Ankara'dan ayrılmış, 11 Kasım'da Lozan'a varmıştı. Ancak Müttefik temsilcileri henüz gelmemişlerdi. İsmet Paşa, bu arada Fransa'ya geçmiş, Fransız yetkililerle görüşmeler yapmış, onlara İstanbul'un, Trakya'nın, Boğazların boşaltılması ve kapitülasyonların kaldırılmasının gerekli olduğunu anlatmış, Fransız yetkililerinden destek almıştı.'
'İtalyanlar, Boğazların İngiliz kontrolünde kalmasından yana değillerdi. Barışa ulaşmak için öncelikle İngilizler ile anlaşmaya varmak gerekiyordu (İ. İnönü, Hatıralar 2, s. 75-76).'
Çünkü: 'Türkiye ile yapılacak barışın koşullarını tespit ile ilgili konferanslar ve bu konuda yapılan görüşmeler, yalnız son yılların olaylarıyla ilgili değildi. Masa başlarında görüşülen, Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılması sonucunda ortaya çıkan asırlık konulardı. Lozan'a gelinceye kadar yapılan görüşmelerde, Müttefiklerin eski ve karışık hesapların içinden çıkmaları, bir sonuca varmaları kendi aralarında dahi pek güç olmuş, sonunda üzerinde anlaşmaya vardıkları Sevr Kararları, uygulanma olanağı bulamadan, kağıt üzerinde kalmaya mahkûk edilmişti.'
'Şimdi Lozan'da genç Türkiye Hükûmetinin temsilcileri, bir yandan Müttefiklerin bitmek tükenmek bilmeyen isteklerine karşı koyarken diğer yandan kapitülasyon adı altındaki yabancılara tanınan birtakım ayrıcalıklardan memleketi kurtarmak durumunda kalıyorlardı. Ayrıca Lozan'da çözüm için Türk temsilcilerini bekleyen başka bir konu da Osmanlı Devleti'nin borçları idi. Osmanlı Devleti'nin dünya güzünde yitirilmiş olan değer, onur ve haysiyetinin iadesi gerekiyordu.'
'Lozan'a gelen Müttefik delegeleri, antlaşmanın yenilen Türkiye ile muzaffer Batılı Devletler arasında yapılacağını düşünmekteydi. Türk Kurulu, Müttefiklerin bu yanlış inancını değiştirmek zorundaydı. Antlaşmanın eşit koşullar içinde imza edilmesi gereğini onlara inandırmak gerekiyordu (T. Baytok, İngiliz Belgelerinde Türk Kurtuluş Savaşı, s. 161-162).'
İngiltere Dışişleri Bakanı Lord Curzon, barış yanlısıydı; ama Türk Kurulu, İngilizler ile mücadele etmek zorunda kalmıştı. Çünkü:
'İngiliz Kurulu Başkanı Lord Curzon, Türk Kurulu'na olmadık zorluklar çıkarıyor, Türkler üzerinde manevi baskı uyguluyor, ödünler koparmaya çalışıyordu. L. Curzon, Sevr Antlaşması'nın büyüsüne kapılmış, 1918 yılının gözlükleri arkasından bakıyor, Türklere eşit muamele yapmıyor, Mudanya Silah Bırakışması'nın muzafferleri olarak değil, yenilmiş bir ulus olarak bakıyor ve Mondros Silah Bırakışması'nı, Mudanya Bırakışması'na yeğ tutuyordu. Türk temsilcilerini incitici sözler bile söylüyordu. İsmet Paşa ise bunları duymazdan geliyordu.'
'Bunlar yetmiyormuş gibi Türk Kurulu, Lozan'da Yunan ve Ermeni propagandaları ve entrikalarına da göğüs germek zorundaydı (S. R. Sonyel, age. s. 302).'
Türk Kurulu Başkanı İsmet Paşa, Lozan'a gelen tüm kurul üyeleriyle iyi ilişkiler kurmuştu, onların hemen hepsi İngilizlerden şikayetçi olmuştu. Bunun nedenini İsmet İnönü şöyle anlatıyor:
'Konferans ilerledikçe o kanıya vardım ki İngilizlerin dışında kalan bütün müttefikler, herkes Osmanlı İmparatorluğu ile olan kendi davalarını, Türkiye'ye kabul ettirmek için benimle iyi ilişkilerinden yararlanmak istemişlerdi. Her birini ayrı ayrı memnun etmek için bütün Türkiye'yi vermek dahi yeterli gelmeyecekti. Bundan başka İngilizlere karşı mücadelemizde de herhangi bir yardımcı davranışları olmamıştı. İngilizler ile olan davamızı kendi başımıza çözmemizi önermişlerdi. Anladım ki barışa ulaşmak için önce İngilizler ile anlaşmak lazımdır.'
'İngilizlerin Konferans'ta Boğazlar ve Musul konusuna çok önem vermişlerdi: İngilizler, Boğazların açık olmasını, donanmalarının Karadeniz'e serbestçe girmesini istiyordu. L. Curzon, Müttefikler ile birlikte karşımıza bir cephe oluşturmuştu. Ben de diğer müttefiklerin sorunlarını çözmeye çalışarak, İngilizler aleyhine bir doğal cephe, bir barış cephesi kurmaya çalıştım (İ. İnönü, age. s.73-74).'
Lozan Konferansı'nda Trakya sorunu, Musul sorunu, Boğazlar sorunu, azınlıklar sorunu, parasal ve ekonomik konular, kapitülasyonlar sorunu, Türkiye'nin savaş tazminatı ödemesi gerektiği gibi konular üzerinde sert tartışmalar yapılmış; Türkiye'yi tatmin edecek bir anlaşmaya varılamamıştı. Bunun üzerine: 'İsmet Paşa, 18 Aralık 1922'de Ankara'ya Türk yönetiminin ve ordunun hazırlıklı olmasını önermiş ve dört bir yandan bunalımlarla çevrilmiş bulunuyoruz demişti (Dr. S. R. Sonyel, age. s. 323).'
Lord Curzon, bir barış antlaşma tasarısı hazırlamıştı. Ancak bu tasarı Türkler tarafından imzalanamazdı. Çünkü Türklerin amaçladığı Ulusal Ant ilkelerine ulaşmamış, kapitülasyonlar konusunda Türk isteklerine yanıt vermemiş, parasal konularda Türk önerileri, göz önüne alınmamıştı. Ayrıca yeni ayrıcalıklar ne sürülmüştü, savaş tazminatı adı altında parasal, ekonomik bağımsızlık isteğine aykırı biçimde hazırlanmıştı. Ankara, Türk Kurulu'nun antlaşmayı imzalamayıp dönmesini istemişti.
Türk Kurulu'nun sunduğu 4 Şubat 1923'teki tasarı üzerinde de anlaşma sağlanamayınca, Türk Kurulu yurda dönmüştü. İsmet Paşa, Lord Curzon'a şöyle demişti: 'Memleketime varınca L. Curzon, barış istemiyor, diyeceğim ve bunu tüm dünyaya duyuracağım (İ. İnönü, age. s. 92).' Türk Kurulu'nun yurda dönmesiyle Lozan Konferansı görüşmeleri kesilmişti.
TBMM ve Hükûmeti, İstanbul, Boğazlar, Trakya ve Irak sınırlarındaki çözüme kuvvet kullanarak ulaşılabileceği inancı ile askeri hazırlıklara başlamış; kuvvetlerini Boğazlara kaydırmıştı. Savaşa taraftar olmayan ve konferansa katılan diğer devletlerin girişimleri ile Konferans yeniden Lozan'da başlamıştı (23 Nisan 1923).
Görüşmeler, 24 Temmuz 1923'e kadar sürmüş, karşılıkla ödünler verilerek sorunlara çözüm aranmış, sonunda 24 Temmuz 1923'te Antlaşma imzalanmıştı. Lozan barış Antlaşması 143 maddelik ana metin ve çeşitli konuları içeren 15 ek sözleşmeden oluşmaktadır.
Lozan Barış Antlaşması'nın önemine, anlamına ve sonuçlarına bir göz atalım: Atatürk, Lozan Barış Antlaşması'nı şöyle değerlendirmiştir:
Lozan Barış antlaşması, Türklere karşı, yüzyıllardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşması ile tamamlandığı sanılmış büyük suikastın sonuçsuz kaldığını bildiren bir belgedir. Osmanlı tarihinde benzeri görülmemiş bir siyasi zafer eseridir (Nutuk, s. 518).'
'Lozan Antlaşması, ulusal devletin sınırlarını, azami imkanda kurtararak vücuda getirmiştir. Çünkü bir memleketin sınırları fiilen kurulmadıkça, yalnız müzakere ile temin olunmaz. Batıdan doğu sınırına kadar sınırlarımız, bütün memleketin işgalden sonra, önce kendi çabamızla ve silah kuvveti ile fiilen kurulmuştu. Bunun özelliği, ulusal bir devletin sınırları olmasıdır. İlk günden beri, ulusal bir devletin sınırları isteğiyle ortaya çıkmamız, bizi memleket bütünlüğü ve sınırlar sorununda manen ve maddeten kuvvetlendirmiştir.'
'Lozan Antlaşması'nın sonuçlanması üzerine birçok memleket ile aramızda husumetin son bulması ve dostluk ilişkilerinin kurulması sağlanmıştır. Lozan Antlaşması, Türk siyasi yaşamında başlı başına bir yer tutan ulusal bir eser durumundadır. Lozan Antlaşması, yeni bir Türk Devleti'nin kurulmasında temel unsur olan siyasi bir belgedir. Bu ulusal devlet, tam anlamıyla uygar, bağımsız bir devletin tüm haklarına sahip olmuştur.'
'Lozan Antlaşması, askeri zaferleri gibi ulusumuzun hakkı ve kendi yeteneğinin ürünü olan bir kazançtır (İ. İnönü, age. s. 154, 157, 158, 160).'
'Çökmüş, bitmiş, düşmanlara teslim olmuş bir Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntısından sıyrılarak, yıllarca sürmüş savaşlardan yorgun, bitkin, perişan, dağılmış ordularını yeniden derleyip toplayarak; açlık, sefalet, hastalık ile pençeleşen bir ulusu, Ulusal Kurtuluş Savaşı'na sokarak; iç ve dış düşmanlarla aynı zamanda savaşarak; işgalci güçleri, Anadolu topraklarından atarak; dört yıllık bir savaşın sonucu Lozan'a ulaşmak, her ulusun başaracağı utku (zafer) değildir. O günün koşullarını bilmeden, unutarak, unutmuş görünerek eleştiriye girişmek, gerçekleri yadsımadır (Prof. Dr. Suna Kili, Türk Devrim Tarihi, s. 151).'
'Lozan Barış Antlaşması, Türkiye'nin siyasi, iktisadi, mali, askeri, kültürel bağımsızlığını; millî sınırlar içinde yeni bir Türk Devleti'nin varlığını dünyaya kabul ve tescil ettirmiştir. Lozan Antlaşması ile Sevr'de yok edilmek istenen Türk milleti, Misak-ı Millî'yi (Ulusal Ant'ı) büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Bu Antlaşma ile Türkiye emperyalistlere karşı kazanmış olduğu askeri zaferi, diplomatik zafere dönüştürmüştür. Bu emsalsiz bağımsızlık mücadelesi, bütün sömürge halklarına örnek olmuş, onların da bağımsızlık isteklerini ve inançlarını güçlendirmiştir (Prof. Dr. Cemil Öztürk ve Arkadaşları, age. s. 164-165).'
'I. Dünya Savaşı sonunda imzalanan antlaşmaların çoğu kısa sürede yürürlükten kaldırıldığı, unutulduğu halde Lozan, geçerliliğini eskisi gibi korumaktadır ve bu yönü ile de ayrıcalık taşımaktadır (Prof. Dr. Ş. Turan, age. s. 291).'
'Lozan Antlaşması'nın gerçekçi özelliği, onun sürekli bir barış unsuru ve modern Türkiye'nin temelindeki ana belge olarak bugüne kadar ayakta durabilmesine olanak vermesidir (T. Baytok, age. s. 216).'
'Lozan Antlaşması, Ulusal Ant'ı gerçekleştirmiş ve bütün dünyaya tanıtmıştır. Lozan Antlaşması, Türk'ün ser bir çelikten yapılmış ruh ve azmine sahip olduğunu, Türklüğe ve tüm dünyaya öğretmiştir. Türklerin başlarına gelen büyük felaket karşısında boyun eğmediğini, direnip savaşarak amaçlarına ulaştığını göstermiştir.'
'Lozan Antlaşması, büyük önder Atatürk'ün Türk ulusunu, toplumsal, siyasal ve tüm alanlarda mucizevi atılımlarla çağdaşlaştırmayı başardığını göstermiştir. Lozan Antlaşması, ulusal amaçların gerçekleşmesini, kendi çabasından çok başkalarının yardımından bekleyen ve bu yolda başkaları için kendisini ateşe atan ulusların yıkımdan başka bir şey elde edemeyeceklerinin tezahürü olmuştur (Ord. Prof. Y. Hikmet Bayur, Türkiye Devleti'nin Dış Siyasası, s. 148-149).'
Lozan Barış Antlaşması, 21-23 Ağustos 1923'te TBMM'de onaylanmış, İstanbul yabancı askerlerden tümüyle boşaltılmış (6 Ekim 1923), Ankara başkent olmuş (13 Ekim 1923) ve Cumhuriyet ilan edilmişti (29 Ekim 1923).
'Lozan'dan sonra Türkiye'nin stratejik önemi artmış, Türkiye Avrupa'nın güçlü devletleriyle komşu durumuna gelmişti. Güçlü devletlerle komşu olması üzerine stratejik önemi artan Türkiye'nin Millî Mücadele'den sonra gerçekçi bir dış politika izlemesi gerekmiştir. Millî Mücadele'den sonra Türk dış politikasını ana hedeflerini tayin etmek görevini üzerine alan Mustafa Kemal (Atatürk), Türkiye'nin Misak-ı Millî sınırları ile tatmin edilmiş olduğunu kabul ederek memleketi yeni maceralara sürüklemekten kaçınmıştır.'
'Türk dış politikası, 1923-1932 evresinde Millî Mücadele'nin ve Lozan Antlaşması'nın etkisi altında gelişmiş bu süre içinde Türkiye'nin dış ilişkileri uluslararası ilişkilerin genel seyrinden çok, münferit devletlerin Türkiye'ye karşı izledikleri politikaya ve davranışlarına göre düzenlenmiştir (Mehmet Gönlübol; Cem Sar, Atatürk ve Türkiye'nin Dış Politikası, s. 63-64; 104).'
29 Ekim 1923'te Cumhuriyet ilan edilmişti; ama Cumhuriyet'in ilanı yeterli değildi. Asıl savaşım şimdi başlıyordu. Ülke haraptı, halk yoksuldu, bilgisiz ve geriydi. Ulusun değerini yüceltmek için yeni atılımlar gerekliydi. Çünkü:
'Lozan koşullarını kabul eden galip devletler, Türkiye'nin bu koşulları koruyup geliştirebileceklerine inanmıyorlardı. Harap ve muhtaç bir memleket, yaşamak ve kurtulmak için avuç açıp kazandıklarını kısa zamanda kaybedecek sanıyorlardı. Bu memleket, hukuki ve sosyal bünyesi ile bütün Avrupa'nın geçirdiği aydınlanma devrinden geçmemiş olarak Orta Çağ'ın ilkel kuralları içinde yirminci yüzyılın uygarlık alemine nasıl girebilirdi? Adli Beyanname, imtiyaz koşulları, sağlık beyannamesi, ticaret ve ikamet sözleşmesi… Türkler, bütün bu kayıtlardan süreleri doldukça kurtulabilirler mi, kurtulamazlar mı? Bu hesaplar, geleceğe ait bir sınav devri olarak Lozan Antlaşması'nı kabul edenlerin zihinlerinde yaşıyordu (İ. İnönü, age. s. 159).'
Lozan Antlaşması'nın asıl metni dışında imzalanan ve belirli süreleri olan 15 sözleşme ve beyannamelerdeki konular, süreler içinde bir bir başarıyla sonuçlanmış; sözleşmeler ve beyannameler bitirilmiştir.
Cumhuriyet'in ilanı ile eğitim, hukuk ve adalet işleri, ekonomi, sağlık, para, kültür, ticaret, aile yapısı, giyim kuşam, saat ve takvim vb. konularda devrimler ve yenilikler peş peşe gerçekleştirilmiştir. Türkler, nasıl olsa başaramazlar, bize avuç açarlar diye düşünenlerin öngörüleri boşa çıkmış, hevesleri kursaklarında kalmıştır.
Cumhuriyet'in ilanından sonra da dış politikada izlenecek yol: 'Türkiye Cumhuriyeti'nin bütünlüğünü ve bağımsızlığını, hiçbir suretle zedelemeyecek dostluk ilişkisidir. Gerek komşularımızla gerek kendileriyle antlaşma imzaladığımız devletlerle içten bir dostluk kurulmasına çalışılacaktı ve görülecek iyi niyete fazlasıyla karşılık verilecekti (İ. İnönü, age. s. 181).'
Her şeyin güzel olacağı, barışın, dostluğun, birlikteliğin, huzurun, bolluğun egemen olacağı bir ülke ve dünya dileğiyle Lozan Barış Antlaşması kutlu olsun.